Gürcü milliyetçiliğinin (Kartvelizm’in) Lazları keşfi (1. Bölüm)

1
1504

Sanıldığının aksine, Gürcistan tarihinde ve literatüründe Lazlar hakkındaki bilgiler çok azdır ve bunların hemen hepsi dolaylı ve müphem anlatımlardır. Gürcülerin bölgeyle ilk ciddi temasları 1878’de yaşanan Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Kopmuş Burnu’nun doğusunda kalan ve “Rusya Lazistanı” olarak adlandırılan Liman, Kemalpaşa, Çxala (İçkale), Beğlevan (günümüzde Güreşen Köyü civarı) sahasının Rus Çarlığının eline geçmesi ile olmuştur.
19. yüzyıl öncesindeyse Gürcü yazılı geleneğinde Lazlardan hiç bahsedilmez. Bu kaynaklarda, coğrafi bir ad olarak Ç̆aneti kelimesi, toplansa bir sayfayı bulmayacak, müphem, genel ve çoğu zaman hatalı anlatımlarla yer bulur. Ç̆aneti’den bahseden en eski Gürcüce kaynak, XIV. yüzyılda Jamtaağmtzereli mahlaslı biri tarafından yazılmış bir kronikadır ve burada Ç̆aneti olarak anılan yerin neresi olduğu belirsizdir. Ç̆aneti’den bahseden sonraki kaynaklar ise 1745’te kaleme alındığı sanılan, yakın dönemde oluşturulduğunu söyleyebileceğimiz birtakım yazılardır ve Ç̆aneti hakkında fazla bir malumat vermez.

Gürcü literatürünün tanıklığıyla şunu açıkça söyleyebiliriz: Lazlar ve Güneydoğu Karadeniz, tarihin hiçbir döneminde Gürcü bir üst yapının (krallığın, prensliğin, devletin, dini örgütlenmenin) parçası olmamıştır. Bu tespiti, Gürcistan’ın en köklü devlet üniversitesine adı verilen, Gürcü tarih yazıcılığının en önemli ismi İvane Cavakhişvili, taa 1913’te yapmıştır. Cavakhişvili “Kartveli Eris İstoria – Gürcü Milletinin Tarihi” adlı eserinde şöyle der: “Karadeniz’in güneydoğusu ve buraya komşu bölgelerde, MÖ VII. yüzyıldan Kraliçe Tamar’ın seferine kadar Gürcü egemenliği söz konusu olmamıştır… Gürcüler bu ülkeyi ancak XIII. yüzyıl başlarında ele geçirebildiler. Ama Kraliçe Tamar bu bölgeleri Gürcü devleti ile birleştirmek yerine, Trabzon Krallığını kurup akrabası Andronik oğlu Aleksi Komnenos’a teslim etti.” Cavakhişvili şöyle devam eder; “Lazların bir kısmı anadillerini koruyabildiler, ancak Gürcü halklarının ortak devlet ve toplumsal hayatlarından uzaklaştılar ve bu sebeple onların varlığı Gürcistan’ın sonraki tarihine bir şey kazandırmamıştır.”

Yani, Cavakhişvili demektedir ki, MÖ VII. yüzyıldan günümüze Lazistan olarak adlandırılan bölge, hiçbir zaman Gürcü siyasi, kültürel, ekonomik, sosyal, idari vs. bir yapı içerisinde olmamıştır. Tarihi boyunca bu bölgeyi Gürcü devleti bir kez, Kraliçe Tamar döneminde ele geçirmiş olabilir, fakat tarihi boyunca Gürcü devletinin en kudretli olduğu, en geniş sınırlara ulaştığı bir dönemde, Tamar’ın burayı Rumlara terk etmesi, söz konusu bölgeyi Gürcü Krallığının bir parçası olarak değil, Rum İmparatorluğunun bir bölgesi olarak gördüğünün açık bir göstergesidir.

Gürcü dilinde aslında Lazi, Lazeti, Lazuri Ena vs. kelimeler bulunmamaktadır. Gürcü dilinde bunların karşılığı sırasıyla Ç̆ani, Ç̆aneti, Ç̆anuri Ena şeklindeydi. Gürcü dilinde Lazi kelimesinin kullanımı ancak 19. yüzyılda tedavüle girmiştir. Aynı kelime Ermeni dilinde (Çani) ve Hemşin Ermenicesinde (Coni) şeklinde karşımıza çıkar.

Lazlar Gürcülüğün bir parçası değildir

Bugünlerde bazı Kartvelistler tarafından Lazların, sanki kalubeladan beri Gürcülüğün bir parçasıymış gibi gösterilmeye başlamasının öyküsüne gelelim şimdi.
Bu hikâyenin çok eski bir tarihi yoktur. Yukarıda değindiğimiz gibi, 1878’de Batum ve çevresi, Kopmuş Burnu’na (şimdi Hopa Esenkıyı’da) kadar olan saha ve Çoruh Nehri’nin kuzeyi Rus Çarlığı’nın egemenliğindeydi. I. Dünya Savaşında Ruslar 1916 Martında Trabzon’a kadar bütün sahil şeridini ele geçirdiler ve bölgede hummalı bir imar işine giriştiler. Ancak 1917 Kasım’ında Bolşeviklerin Çar’ı devirip Moskova’da idareyi ele almaları, gidişatı değişirdi. Bolşevik devriminden hemen sonra Rus ordusu dağılmaya başladı ve işgal ettiği Trabzon’a kadar olan sahilden hızlıca çekildi. 27 Şubat 1918’de Trabzon’dan, Mart 1918’de Lazistan’dan çekilen Rusya’yı takip eden Osmanlı birlikleri, 5 Nisan 1918’de Batum’a girdiler. Bu arada Rusya’nın 1878 öncesi sınırlara çekilmesini dayatan Brest Litovsk Antlaşması da 3 Mart’ta imzalanmıştı. Bu otorite boşluğunda, ordu içerisindeki Menşevikler tarafından 22 Nisan 1918’de kurulan ve Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ı kapsayan Transkafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti bir ay sonra ulus devletlere bölündü ve 26 Mayıs 1918’de Demokratik Gürcistan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan etti.

19. yüzyılda Rus Çarlığı’na bağlı özerk bir ülke iken ilhak edilen ve direkt Moskova’ya bağlanan Gürcistan, talihin bir oyunuyla, uzun bir aradan sonra ilk kez bağımsız, hem de oldukça geniş bir bölgede birleşik olarak kurulmuş oldu. Ancak bu devletçiğin ömrü uzun olmayacak ve henüz iç ve dış sorunlarını çözemeden, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin Kızıl Ordusu tarafından işgal edilecek, akabinde ülkede Şubat-Mart 1921’de Sovyet yönetimi tesis edilecektir.

Demokratik Gürcistan Cumhuriyeti, ilk başta etkin bir dış politika izleyerek bütün aleyhte gelişmelere rağmen Batum’un Gürcistan’a bağlanmasını sağladı. Bu başarı Gürcistan heyetine büyük bir özgüven kazandırmış ve özellikle Osmanlı sınırları içerisinde kalan Laz ve Gürcü nüfusun çoğunlukta olduğu sahalar üzerinde hak iddialarını daha güçlü bir sesle gündeme getirmesine sebep olmuştur. Demokratik Gürcistan Cumhuriyeti’nin kurguladığı yeni teze göre, buraları kadim Gürcü topraklarıydı ve yöre halkının dilsel ve etnografik olarak Gürcü milletiyle yadsınamaz bir bağı vardı. Bu “gerçeği” uluslararası kamuoyuna duyurmak maksadıyla bildiriler hazırlandı, gazete ve cemiyetler kurulup desteklendi. Bunlar arasında 1916’da Rusça ve 1919’da da Fransızca olarak, G. Véchapèli imzasıyla yayımlanan “La Géorgie Turque: Lasistan, Trébizonde, et Contrée du Tchorokh” (Türkiye Gürcistanı: Lazistan, Trabzon, Çoruh Bölgesi) adlı kitabı ve bunun devamı niteliğindeki, 1927’de yayımlanan Z. Çiçinadze’nin “Osmanlı Gürcistanı ve Gürcü Müslümanların Parçası Lazistan” gibi metinler, Samuslimano Sakartvelo (Müslüman Gürcistan) gibi gazeteler ve İslam Gürcistanı Tahlis Cemiyeti gibi cemiyetler sayılabilir.

Akademik çevrenin Lazları keşfi

1918 ve sonraki politik gelişmelere girmeden önce, Rusya ve Gürcistan’daki akademik çevrenin Lazları keşfi konusuna da değinelim.

Lazca üzerine yapılmış ilk çalışmalar Avrupalı bilim insanları tarafından üretilmiştir. En eskisi Hervás’ın 1787’de yayımlanan eseridir. Sonrasında Klaproth (1831), Rosen (1844), Peacock (1887), ve Ercskert (1895) Lazca hakkında kısa notlar, kelime listeleri yayımladılar. Bunlardan biraz daha geniş bir çalışmayı 1898’de Osmanlı Ermenisi H. Acaryan yapmıştır. Ancak Lazcanın uluslararası dilbilimi çalışmalarında sesini duyuran, Gürcü araştırmacılara ilham kaynağı olan, onlara Lazcayı ve Lazları tanıtan asıl çalışma Nikolay Marr’ın 1910’da yayımlanan “Çancanın (Lazcanın) Dilbilgisi, Metinler ve Sözlük” adlı eseridir. Marr geliştirdiği ve Yafetoloji adını verdiği dilbilim teorisi için Lazca malzemeler kullanmıştı. Rusya’nın en saygın dilbilimcisinin Lazcayla ilgilenmesi, onun öğrencilerini, çağdaşlarını ve özellikle Gürcistanlı gençleri etkilemiştir. Onun öğrencilerinden ve çağdaşlarından İskender Chitaşi, Arnold Çikobava, İoseb Qipşidze, İoseb Megrelidze gibi tanınmış dilbilimciler Lazcayla ilgilenmişler ve değerli eserler meydana getirmişlerdir.

Özellikle altının çizilmesi gereken bir gerçeği de belirmek gerekir: Lazca, Gürcü harfleriyle ilk kez 1910’da Nikolay Marr’ın gramer kitabında yazılmıştır. Bildiğimiz, ondan önceki yazma girişimleri Latin alfabesiyle olmuştur. Ancak Marr oluşturulacak Lazca yazı dili için Gürcü alfabesinin değil, Latin alfabesinin uygulanmasından yanaydı ve Marr’ın Kafkas dillerinin yazımı için önerdiği analitik alfabe sistemi, ilk Lazca gazete Mç̆ita Muruʒxi’de uygulanmış olan alfabedir. Sonrasında Chitaşi bu alfabeyi Türkiye’de yeni kabul edilen Türk Latin alfabesiyle birleştirerek yeniden düzenlemiştir. Latinizasyon adı verilen bu akımın ana destekçisi Marr’ın ölümünden sonra (1934), Gürcistan’daki Kartvelist çevreler Latin alfabesine karşı çıktılar ve Arnold Çikobava’nın önderliğinde daha önce Latin harfleriyle yazılan Abhazca ve Lazca gibi dillerin Gürcü alfabesiyle yazılmasına yönelik baskı oluşturdular. Özellikle Lavrenti Beria’nın etkisi ve diğer iktidar güçlerinin ellerinde olmasından ötürü bunun uygulanması konusunda başarılı da oldular ve Gürcistan’a bağlı özerk bölgelerde Gürcü alfabesinin kullanılmasını sağladılar. Abhazlar Gürcü alfabesini 1954 yılına kadar kullandılar. Lazlarda ise Lazca edebi dil yaratma girişimleri durduruldu. Lazca eğitim veren okullar dağıtıldı ve kadrolar yargılanarak sürgün ve idamla cezalandırıldı. Chitaşi’nin Latin alfabesinde ısrarı, Lazca edebiyat oluşturma yönündeki kararlılığı ve buna mani olanları sürekli üst makamdaki kişilere şikâyet etmesi, Kartvelist çevrelerde rahatsızlık yarattı ve Çikobava ile olan husumetleri Büyük Terör döneminde tutuklanmasına ve 1938’de Türk ajanı olmak suçuyla idamına neden oldu.

Chitaşi’nin öldürülmesinden sonra Gürcistan’da Lazca Latin yazımı bitmiş, aslında Lazca okur-yazarlık da son bulmuştur. Chitaşi’den sonraki Lazca metinler, Gürcü akademisyenlerin dilbilimsel doküman derlemek amacıyla oluşturdukları metinlerden ibarettir. Yani Chitaşi’den sonra Sovyetler’de ve Gürcistan’da bir Laz edebiyatından söz edilemez.
Denebilir ki, Gürcülere Lazları tanıtan kişi Nikolay Marr’dır. Onun iki bölüm olarak yayımlanan Lazistan seyahati notları, 1909’daki Lazistan ve Lazları etraflıca ele alan genel bir rapordur ve bu rapor Türkiye – Sovyet sınırının açıldığı 1991 yılına kadarki dönemde bölgeyi hiç görmemiş, görme imkanı bulamamış kişiler için birincil kaynak niteliğindeydi.

Gürcistan’ın Lazistan üzerindeki hak iddiası

Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı’nı bitiren mütareke ile birlikte Osmanlı’nın kaderi, toplanacak uluslararası konferanslarda tartışılır hale geldi. Genel görüş; nüfus çoğunluğu hangi etnik gruptaysa bölgenin o etnik gruba bırakılması öngörülüyordu. Milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı bu şekilde uygulanabilecekti. Wilson’ın planına göre Ermeniler ve Rumların çoğunlukta oldukları sahada bağımsız devletler kurulacaktı.

Bu pazarlıkların yürütüldüğü uluslararası konferanslarda Doğu Karadeniz üç ayrı grup tarafından talep ediliyordu. Rumlar bölgenin kurulacak Pontus devletinin içinde olmasını istiyorlardı. Buna karşılık Ermeniler, her ne kadar bölgede Ermeni nüfus yeterli değilse de, kurulacak Ermenistan’ın ekonomik bağımsızlığının sağlanması açısından gerekli gördüğü liman için, bölgenin özerk olarak, kurulacak Ermeni devletine bağlanmasını elzem görüyorlardı. Üçüncü talip Gürcülerdi ve Lazistan’ın tarihi, dilsel ve kültürel olarak Gürcistan’ın bir uzantısı olduğunu ileri sürüyorlardı. Ermenilerin ve Rumların Avrupa’da temsilcileri, diasporaları, destekçileri vardı. Ancak Gürcistan’ın böyle bir imkânı yoktu. Onlar ellerinden geldiğince uluslararası toplantılarda seslerini duyurmaya çalışırken, asıl olarak, talep edilen sahada halkı kendilerine çekmeye çalıştılar. (Devam edecek)

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz