Çerkesler, kadın hakları ve #metoo hareketi: Biraz da bizim uykularımız kaçsın!

0
1177

Söze bir hakkı teslim ederek başlayalım: Çerkes toplumunda kadın olmak ve kadın hakları, kamusal alanda üzerinde neredeyse hiç konuşulmayan, akademik ve düşünsel alanda ise kendisine çok az yer bulmuş ve haliyle de belirli bir kelime sınırına sahip tek bir yazıda tüm yönleriyle ele alınamayacak kadar çok boyutlu ve karmaşık bir konu.

Şimdi devam edelim. Google’da ‘Çerkes kadını’ diye basit bir arama yaptığınızda önünüze çıkacak sayfaların pek çoğunda tekrar tekrar göreceğiniz bazı anahtar kelimeler şöyle: güzel, terbiyeli, asil, nazik, temiz-titiz, anadilin-kültürün öğreticisi. Yine benzer bir şekilde, pek çok sayfada, Çerkes toplumunun en yetkili yasama organı diyebileceğimiz Xase’nin kabul ettiği ve kadim Çerkes gelenek, görenek, adetlerini temel alarak toplumsal yaşamı düzenleyen tüm toplumsal ilişkiler ve davranış biçimlerine ilişkin kurallar ve kodlar bütünü olarak tanımlanabilecek Xabze’de kadının rolü ve statüsüne ilişkin şu bilgilerle karşılaşıyoruz:

Çerkeslerde kadınlar toplumsal yaşamda erkeklerle iç içedir.
Çerkeslerde kadın evlendikten sonra da soyadı değişmez.
Çerkeslerde kadını aşağılayan yerleşik atasözleri, şarkılar yoktur.
Çerkeslerde kız çocukları okula gönderilir.
Çerkeslerde çocuk evlilikleri yoktur.
Çerkeslerde karısını öldüren, karısını bıçaklayan, karısını döven erkek yoktur.
Toplumsal yaşamda en saygın yer ve statü öncelikle kadına aittir.

Ve tam bu noktada bir hakkı daha teslim edelim: Bu bilgiler önemli derecede bir hakikat değeri taşımaktadır. İtirazım, hakikat değeri barındıran gerçeklere değil! Sanıyorum anlamışsınızdır ki, yazım buradan sonra büyük bir ‘ama’ ile ve yazımın asıl çıkış noktası olan ‘itiraz’ımla devam edecek. Diyeceğim o ki, sevgili okur, bundan sonra yazacaklarım sizi rahatsız edebilir ve okumaya devam ettikçe içinizde ‘hayır’, ‘yok artık’, ‘o kadar da değil’, ‘bu kadarı da çok fazla’ diyen bir ses aklınızı işgal edip mantığınızı devre dışı bırakmaya çalışabilir. O yüzden, naçizane önerim, ne o sesi susturmaya çalışmanız ne de tamamen ona teslim olmanız; aksine, o sesi sakinlikle ve olgunlukla karşılayarak sağduyunuza ve mantığınıza yer açmanız- çünkü o ses muhtemeldir ki ‘yüzleşmenin dayanılmaz ağırlığı’nın sesi!

Gelelim itirazıma. Kökleri çok daha eskilere gitse de özellikle son yirmi yılda Çerkes toplumunda da çok daha görünür hale gelmiş kadın hakları konuları ve sorunlarına rağmen, giderek gerçeklikten daha da koparak adeta mitleşmiş narsistik güzellemelere ve kibirli değillemelere! İşte buyrunuz, sevgili okur: “Çerkes toplumunda kadına yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet ve taciz yoktur.”

Ne kadar inanmak istiyoruz buna, değil mi? Doğru olmasını ne çok istiyoruz! Ama, ne yazık ki, doğru değil! Evet, kadim Çerkes geleneğinde kadına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin yasaklandığı ve olması halinde de yaptırımlara bağlandığı söylemini ben de biliyorum! Ve bunun üzerine bir de zaten ‘kapalı bir toplum’ olan Çerkes diasporası elbette ‘asaletin ve nezaketin timsali’dir! Ha ola ki böyle vakalar oluyorsa da bunlar münferittir ve müsebbibi de kesinlikle ‘Türkler’ ve ‘asimilasyon’dur! Çünkü, ‘biz’ ne de olsa Tanrı’nın ‘kendine ayırdığı’ yerleri verdiği, gözde ve soylu kullarıyız! O meşhur öyküyü muhakkak duymuşsunuzdur, değil mi sevgili okur?

Şimdi burada yeni bir alt başlık açalım: 8 Aralık’tan bu yana sosyal medyada her kesimden kadının haykırdığı taciz beyanlarını içeren ve taciz faillerinin isimlerinin ifşa edildiği bir kadın hareketi, #metoo dalgası yaşanıyor Türkiye’de. Bu noktada bilmeyenler varsa diye; #metoo hareketi ilk olarak Ekim 2017’de ‘ünlü’ Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein’a ilişkin taciz ve tecavüz skandalının ortaya çıkışının hemen arkasından, ABD’li aktris Alyssa Milano’nun 15 Ekim 2017’de twitter hesabından paylaştığı ‘’Cinsel tacize uğradıysanız bu tweete cevap olarak ‘ben de’ yazın’’ tweeti ile başlamıştı. Tweet hızla tüm dünyaya yayılarak milyonlarca kadının, bırakın hukuki araçları kullanmayı ve kamusal alanda ifade etmeyi, belki en yakınlarıyla dahi paylaş(a)madıkları taciz ve tecavüz hikayelerini paylaşmalarının yolunu açarak küresel bir harekete dönüştü. Türkiye’deki bu son kadın isyanının hemen arkasından ise patriyarkanın ‘linç kampanyası’ başladı ve 13 Aralık’ta da 57 kadın örgütü bir araya gelerek “Uykuların kaçsın ben ne zaman ifşa edileceğim diye!” şiarıyla taciz karşısında susmayan tüm kadınlara desteğini açıkladı.

Hal böyle iken soruyorum sevgili okur; herhangi bir Çerkes sivil toplum örgütünün bu konuda ufacık da olsa bir beyanına, destek açıklamasına rastladınız mı? Ya da başka bir soru sorayım; bir ya da bilemediniz iki dernek dışında, Çerkes sivil toplum örgütlerinin İstanbul Sözleşmesi’ne dair herhangi bir beyanına, destek açıklamasına rastladınız mı? Ya da mağdurun Çerkes olmadığı herhangi bir kadın cinayetine dair bir açıklama? Peki, failin Çerkes olduğu kadın cinayetlerinde faile dair herhangi bir kınama? O da mı olmadı, 8 Mart Dünya Kadınlar gününde yayınlanan ‘göstermelik’ paylaşımların dışındaki açıklamaların sayısı kaç? Ya da toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına yönelik şiddet, istismar ve taciz, kadın işsizliği gibi meselenin tam özüne odaklanan ve somut çıktıları olan kaç tane çalışma var?

Evet haklısınız, cevaplarını bildiğimiz sözde sorulardı bunlar. Ve cevap da; ne yazık ki, neredeyse yok denecek kadar az! Niye mi? Çünkü, Çerkeslerde öyle şeyler olmaz! Bu nedenle de, gerek yoktur!

Evet, sevgili okur, buraya kadar bu yazıyı okuduysanız size bir hatırlatma daha yapmak isterim, çünkü en ‘rahatsız edici’ yere geldik. Ola ki Narcissus’un aynası hala elinizin altında bir yerlerdeyse, onu usulca kenara koymanın tam zamanıdır. Çünkü, her yerde ve her kesimde olduğu gibi, Çerkes toplumunda da kadına yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddet ve taciz vardır!

Eğer içinde yaşadığımız sosyo-kültürel evrende büyük bir isyan ve hak mücadelesi yaşanıyor ve ‘bizim mahalle’de yürekleri sağır eden büyük bir sessizlik varsa, o sessizliği iyi dinlemek gerekir. O sessizlik bize ne anlatıyor diye.

Evet, haklısınız; kamusal alanda öznenin kendisini var etme ve ifade etme aracı konuşma, ses çıkarma ve sesini duyurmadır çoğu zaman. Ne var ki, sessizliği sözün ve sesin yokluğu ve buradan hareketle de kabul, rıza, itiraz etmeme olarak ele almak oldukça yanıltıcı bir indirgemedir. Çünkü sessizlik, var olan kendini ifade biçimlerinin ve araçlarının kurallarını ve işleyişini yetersiz/sorunlu bulmaktan kaynaklı bir reddediş ve hatta başlı başına bir ifade biçimi olarak da karşımıza çıkabilir (Göker, 2013). Hele ki söz konusu kadın olduğunda “hakkında konuşmanın güç olduğu deneyimler ve şiddet karşısında, kişiyi “kelimesiz bırakan” durumlarda, var olan iletişim kanallarının yetersiz kaldığı ya da daha fazla tartışmanın anlamını yitirdiği noktada devreye giren sessizlik anlamlı olur” (Göker, 2013).
Toplumsal yaşamın bu sessizlik iklimi aynı zamanda kadına, kolektif bir dayanışma olanağının olmadığını fısıldar. Karaca’nın (2020) altını çizdiği üzere kadının kendisini kamusal alanda ifade etmesinin toplumsal, ekonomik ve psikolojik bir maliyeti vardır çünkü. Bu maliyeti tek başına ödeyeceğini ve mağdur kendisi olmasına rağmen günün sonunda yine kendisinin değersizleştirileceğini, itibarsızlaştıracağını ve yalnızlaştırılacağını sezgisel de olsa bilir kadın.

Bırakın toplumsal bir dayanışmadan güç almayı; ailesinin, yakın çevresinin bile desteğini alabileceğine güvenemez çoğu zaman. “Kötü kadın”, “hak etmiştir o”, “millet ne der” gibi sözleri o kadar çok duymuş ve içselleştirmiştir ki kadın hukuki bir süreç başlatmaya dahi cesaret edemez. O kadar ki kamusallaştırmanın toplumsal, ekonomik ve psikolojik maliyetini ödemektense, yaşadıklarının sonuçlarını ve bedelini tek başına, kendi içinde yaşamayı, ödemeyi seçmek zorunda kalır kadın.

Bu arada, fail ne yaşar derseniz; hiçbir şey!

Diğer yandan, diasporik bir toplum olan Çerkes toplumu da ‘aman kamusal kimliğimiz halel görmesin’ diye, daha pek çok konuda olduğu gibi, ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ der. Ne de olsa ‘asaletin ve nezaketin timsali’yiz! Ne de olsa ‘Çerkeslerde karısını öldüren, karısını bıçaklayan, karısını döven erkek yoktur’! Ne de olsa ‘bilge Çerkes kadını, Setenay Guaşe örneğini izleyerek, erkeğin egemen görüntüsünü bozmadan, onu yönetir ve yönlendirir’! Ne de olsa Çerkes kadını terbiyeli, asil, naziktir!

Hasılı kelam, sevgili okur, kadının benliği ve hakikat, Çerkes imgesine ve kamusal kimliğine armağan olmasın! Tadımız kaçsın! Narcissus’un aynasını bırakalım ve yüzleşmenin o dayanılmaz ağırlığını hepimiz iliklerimize kadar hissedelim! Kol kırılıp yen içinde kalmasın! Yani, sevgili okur, biraz da bizim uykularımız kaçsın!

Kaynak: KAFFED Değişim Hareketi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz