Düzce Çerkesleri (2. Bölüm)

0
2514

Düzce Kazası’na 19. yy’da Yapılan Göçler Sonrası Nüfus Değişimi ve Osmanlı’nın Son Dönemlerinden Günümüze Türkiye’nin Sosyo-Kültürel Değişiminde Düzce Çerkesleri” başlıklı bu makale, “Düzce: Sefine-i Nuh’un Çerkes ve Abazaları” adlı çalışma kapsamında Nejad Özsoy ve Şimal Özcan tarafından hazırlanmıştır.
Nejad Özsoy: Makine mühendisi, araştırmacı,
e-mail: gutej@yahoo.com
Şimal Özcan: İngilizce öğretmeni, araştırmacı,
e-mail: guteyenal81@hotmail.com

1896 Kastamonu Vilayet Salnamesi nüfus sayılarına göre bir değerlendirme
1896 Tarihli Kastamonu Vilayet Salnamesine göre Düzce Kazasının nüfusu 38.406’dır. Ermeni ve Rumlardan oluşan Gayrimüslim nüfus ise 255’dir. Aynı salnamede köyler bazında yapmış olduğumuz çalışmada, Düzce Kazası’ndaki (Yığılca dâhil, Akçakoca hariç) toplulukların nüfus sayıları ve bunun toplam nüfus içindeki oranları tahminlerimize göre şu şekildedir; 14667 Yerli Türk (%38,2), 12284 Çerkes (%32), 4627 Abaza (%12), 2562 Muhacir (%6,7), 1180 Laz (%3,1), 979 Kürt (%2,5), 582 Ordulu (%1,5), 550 Kıpti (%1,4), 565 Gürcü (%1,5), 410 Tatar (1,1) ve 84 Ermeni, 171 Rum.26 1896 yılından sonra Düzce’ye Ordulu, Gürcü ve Muhacir göçü devam etmiştir. 1900 yılına kadar devam eden Gürcü göçü 1915 yıllarında Rusların doğu cephesindeki ilerleyişi ile tekrar başlamış, Düzce, Adapazarı ve Bursa dolaylarına hatırı sayılır sayıda Gürcü göçmen yerleştirilmiştir. Balkan savaşı öncesi ve sonrasında meydana gelen göçlerle Düzce’de yeni Muhacir köyleri de kurulmuştur. Böylelikle 1896 yılından sonra Ordulu, Muhacir ve Gürcü nüfusu önemli oranda artmıştır. Ahmet Şerif Bey’in 1913 yılına ait vermiş olduğu nüfus bilgileri bunu doğrulamaktadır.27 ‘Son Teşkilat-ı Mülkiyede Köylerimizin Adları’ adlı 1928 yılı İçişleri Bakanlığı yayını kitapta Akçakoca dışında Düzce ovası ve bağlı birimlerdeki köy sayısı 207’dir.28 1896 Kastamonu Vilayet Salnamesi’nde 146 olan bu sayı büyük bir hızla artmıştır. Bunun en önemli nedeni; nüfusu yoğun olup geniş alana yayılan köylerden ayrılan yeni köyler oluşturulması ve yukarıda belirttiğimiz Ordulu, Muhacir ve Gürcü göçmenler tarafından kurulan yeni köylerdir.29

Osmanlı’da Çerkeslerin resmi yapılanmaları
Çerkesler ilk resmi yapılanışlarını Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in hemen sonrasında gerçekleştirdi ve İstanbul’da Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin kuruluşu, bir kültürel çoğulcu yapıyı etnisite açısından farklılık taşıyan; ama Müslümanlık ölçütünde birleşen bir kitleyi ifade eden Osmanlılık olgusunda diasporanın önemli bir dönemecini teşkil ediyordu.30 Cemiyet Çerkeslerin eğitim, ticaret ve tarım bakımından gelişmelerinin sağlanması ve herkesin güzel bulduğu, yasalara uygun bulunan ulusal geleneklerin korunması gibi hayırlı gayelere hizmet etmek amacıyla 17 Kasım 1908 tarihinde kurulmuştu. Cemiyet, öncelikli olarak kimsesiz ve fakir Çerkes çocuklarına talim ve terbiye vermek ve bunun dışında okulun toplam mevcudunun yarısını geçmemesi ve ders ücretlerini ödemeleri koşuluyla dışarıdan öğrenci kabul ederek 1 Mayıs 1910 tarihinde Çerkes Teavün Mektebi’ni kurdu. Okulda devletin resmi müfredat programı uygulanmaktaydı. Bu programa Çerkesçe alfabe, Çerkesçe okuma ve Çerkesçe konuşma dersleri de eklenmiştir.31 Düzce’de, cemiyetin ders programı ile eğitim veren özel okulların Kazukoğlu, Kirazlı ve Bataklıçiftlik köylerinde açıldığı yaşlılar tarafından söylenmektedir. Bu konuya ilişkin ulaşabildiğimiz resmi arşiv belgesi bulunmamaktadır. 1913 yılı Kasım ayında Düzce’yi ziyaret eden Ahmet Şerif Bey, Anadolu’da Tanin gazetesinde yayınlanan gözlemlerinde Düzce’de özel bir okul bulunduğunu ve Mısır’da yaşayan varlıklı bir Çerkes tarafından finanse edildiğini yazar.32 Bu okulların ilk mezunlarından birisinin Bataklıçiftlik Köyünden Sigortacı Merhum Ferit Güsar’ın babası Merhum Guser Kâmil Güsar olduğu bilinmektedir.33

Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin de katkıları ile Kafkasya’nın Kuban bölgesinde 9 köyde Çerkesçe eğitim veren okullar açılması sağlandı. Kafkasya’da bu okulların açılması ve orada eğitim verilmesi çalışmalarına Düzce’den Yusuf Suad Neğuç (1877–1930), Hıdzetl İbrahim (? —1960) Tletserıko Harun (1879–1938) ve birkaç aydın daha katıldı.34 2 Nisan 1911 tarihinde Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti tarafından yayınlanmaya başlanan Ğuaze gazetesinin sahibi ve başyazarı Yusuf Suad Neguç Kafkasya’da açılan bu okullarda eğitim verdi. Rusya Federasyonu Adigey Cumhuriyetinde yaşayan edebiyat tarihçisi Prof. Şhalakho Abu Adigey’in başkenti Maykop’ta yayınlanan ‘Fesıjapşi’ bülteninin 2000 yılı Temmuz sayısında yayınlanan ‘Milli Bilincin Yıldızları’ adlı makalesinde vatanı için her türlü fedakârlığa katlanan bu idealist aydınlar hakkında şunu söylemektedir. “…İnsan Hıdzetl İbrahim, Tletseriko Harun, Yusuf Suat Neğuç gibilerin taşıdığı ulusal bilincin yüksekliğine şaşmaktan ve onlara imrenmekten kendini alamıyor. O büyük sevgileri ve yüksek bilinçleri değil midir onlara halkları için böylesine çalışma gücünü veren? Onlar bu nitelikleri nedeniyledir ki milli tarihimizde yer aldılar. Bu yiğit ve canını esirgemeyen kurucuların adları, tarihimizin sayfalarına altın harflerle yazıldı”35

İstanbul’da 1918 baharında Şimali Kafkas Cemiyeti ve 18 Mayıs 1919 tarihinde de Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetlerin kuruluşlarında ve çalışmalarında Düzceli Çerkes ve Abazalar da görev almışlardır. Şimali Kafkas Cemiyeti’nin adı savaş sonunda “Şimali Kafkas Muhacirleri Cemiyet-i Hayriyesi” olmuştur. Bu cemiyetin öncülüğünde 24 Ocak 1919 tarihinde Osmanlı topraklarına göç etmiş Çerkesler adına 108 delegenin katıldığı bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda o günkü siyasi gelişmelere göre Çerkes toplumunun takınacağı tavır ve izleyecekleri politika tartışılmıştır. Alınan kararlardan Padişah da bilgilendirilecektir. Cemiyetin elemanları da bir müddet sonra, alınan kararlar doğrultusunda, özellikle güney Marmara ve İzmit – Düzce arasında Çerkes ve Abaza muhacirlerinin yoğun olduğu yörelerde memleketin rahatını bozan ve kanuna aykırı davrananlar ile ilgilenmek için çalışmalara başlamışlardır.36

Cumhuriyet’in ilanıyla Türk ulusal kimliğinin inşası ve Çerkesler
29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanından 1946 çok partili döneme kadar geçen süreç Çerkesler için sosyo-kültürel ve siyasi açıdan içi boş belirsiz yıllar olmuştur. 1920’li yıllardan 1945’li yıllara kadar sosyal ve siyasi alanda yaşananlara ilişkin Düzce’ye özel elle tutulur yazılı kaynak bulmak zor olup, sözlü anlatımlar da pek kayıt altına alınmamıştır. Kısacası Düzce’nin bu yıllarına ait pek çok şeyin ‘kayıtsız tarih’ olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin bu dönemine ışık tutan ve tarihi vesikalara dayanan pek çok kitap günümüzde basılmaktadır. Sanırız bu kitapları okuyup, süzerek edinebileceğimiz bilgilerle o yıllardan bugüne yaşanan sosyal ve siyasal gelişime ilişkin kendi kişisel yargılarımıza ulaşmamız pek de zor olmayacaktır.

Cumhuriyet’in ilanı öncesi 1922 yılında otoritesini güçlendiren Ankara Hükümeti, Balıkesir’in Gönen ve Manyas ilçelerinde bulunan Çerkes köylerini kapsayan ilginç bir kararın altına imza attı. Arşiv kayıtlarına ulaşılamadığından bugün dahi nedeni tam olarak anlaşılamayan ve 13 Çerkes köyünü kapsayan sürgün tebligatı sadece Balıkesir yöresinde değil diğer bölgelerde yaşayan Çerkeslerde de o yıllarda büyük tedirginliğe yol açtı. Sürgün edilen hanelerden birkaçının ana rotalarından çıkarak Düzce’ye kendilerini atmaları ve olayın duyulması ile Düzce’de de kısmi bir endişenin hâkim olduğu söylenir. Cumhuriyet’in ilanından sonra Çerkes toplumu kendini ifade edecek her türlü örgütlü yapıdan mahrum bir şekilde 1960’lı yılların kısmi demokratik ortamına kadar kendi kabuğunun içine çekildi. Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti kimliğiyle özdeşleşen Çerkesler siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan açık ve kapalı bir takım ayrımcı uygulamalara da maruz kaldılar. 1960’lı yıllarla birlikte, örgütlenme çalışmalarının başlaması neticesi folklorik ve kültürel aktiviteler ile bazı yayınlar ön plana çıktı ve Anadolu’nun çok kültürlü özelliğini yansıtan bu faaliyetler devlet tarafından da tolere edildi. Ancak, iş siyasi ve kültürel hak taleplerine geldiğinde, tolerans gösterilmesi elbette mümkün olmadı.37

1923-1946 tek parti döneminde Düzce’nin Çerkes ve Abazaları 1920 yılı içinde yaşanan olaylardan ötürü üzerlerinde hep örtülü bir baskı hissetmişlerdir. Bu baskı daha ziyade şehirdeki toplumsal hayatın her kademesinde kendini göstermiştir. Köylerde ise kapalı toplum yaşantısı içinde bu baskı daha hafif hissedilmiş olabilir. Türkiye’deki yeni yönetim anlayışı ve Türk ulusal kimliğinin oluşum sürecinin etnik kimlikler üzerinde olumsuz bir etkisi oldu ve Çerkesler herhangi bir siyasal faaliyette bulunamadılar. Türk Kurtuluş Savaşına önderlik eden Mustafa Kemal Paşa’nın silah arkadaşı olan kadroların içerisinde etkin kademelerde pek çok Çerkes ve Abaza vardı; fakat Düzce’de yaşanan ve Ankara Hükümeti karşıtlığı ile tarihteki yerini alan olaylar Düzce için toptan bir olumsuz kanaat oluşmasına neden oldu.

Millî Mücadele döneminde Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas kongreleri ile Misak-ı Milli gibi resmi belgelerde, milli topluluk Osmanlı ve Müslüman olma gibi geleneksel ölçütlere göre tanımlanmıştır. Üstelik bu topluluk, yekpare bir kütle değil, çeşitli etnik topluluklardan müteşekkil olarak düşünülmüştür. Bu toplulukların ortak paydası olarak, ‘saf kardeşlik, karşılıklı saygı ve fedakârlık duygusu, saadet ve felakette ortaklık ve aynı kaderi paylaşma iradesi’ gibi unsurlar sayılmıştır. Bütün bu belgelerde, muhtevaları net olarak söylenmemiş olsa da, etnik unsurların ‘ırki ve sosyal hakları’ ile onların ‘ortam şartlarına’ saygı gösterileceği vurgulanmıştır. Muğlâk da olsa, hukuki-kültürel düzlemde ‘çeşitlilik içinde birlik’ çerçevesinde, etnik haklar tanınmıştır. Milli birliğe çoğulcu yaklaşımı Mustafa Kemal Atatürk şöyle anlatıyor: Efendiler, bu hudut sırf askeri mülahazat ile çizilmiş bir hudut değildir, hudud-u millidir. Hudud-u milli olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu hudut dâhilinde tasavvur edilmesin ki anasır-ı islamiyeden yalnız bir cins millet vardır. Bu hudut dâhilinde Türk vardır, Çerkes vardır ve anasır-ı saire-i islamiye vardır. İşte bu hudut memzuç bir halde yaşayan, bütün maksatlarını bütün manasıyla tevhit etmiş olan kardeş milletlerin hudud-u millisidir…38 Millî Mücadele döneminde dini ve etnik grupların maddi-manevi kaynaklarını seferber edebilmek ve halife-sultan ile İstanbul Hükümetine bağlılığı süren halk katında kitlesel destek ve siyasi meşruiyet kazanabilmek için bu çoğulcu yaklaşım bir zorunluluk olarak kendisini dayatmıştır. Bu zoraki çoğulculuk sayesindedir ki Düzce, Bolu ve Marmara bölgesindeki ayaklanmalar, Çerkes Edhem komutasındaki birlikler tarafından bastırılmıştır.39 Bu dönemin siyasi söylemi olarak Türk milleti yerine Türkiye milleti deyimi kullanılmış ve Millî Mücadele sona erdiğinde bu söylemde radikal değişiklikler yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ile artık Çerkesler, yeni sosyal ve politik dinamiklerin bir parçası olmaktan uzaktırlar. Türk ulusal kimliğinin oluşturulması sürecinde, Çerkes ve Abazaların milli mücadelede oynadığı önemli rolü toplumsal hafızadan silmek için her yola başvuruldu. Yakın zamana kadar tarih kitaplarında tek istisna olan ‘Hain Çerkes Ethem’ teması ile hem ihanet hem de etnik kimlik vurgusu toplum hafızasına işlendi. Çerkes Ethem’in hatıralarındaki şu pasaj bu ithamlara cevap niteliğindedir; “Beni, babamın ırkı ile mahkûm etmek istediler. Bana Çerkes, ona Arnavut, şuna Arap, buna Kürt, diğerine Boşnak gibi tabirlerle milli vahdeti parçalamaktan bile çekinmediler. Ben, memleketimi terke mecbur edilinceye kadar kimse karşıma çıkıp da ismimin başına Çerkeslik ilave etmemişti. İsmimin öncesine muhili şeref ve namus bir isnat bulamayanların sadece bu ithama mecbur kalmalarının sebebini tarih bir gün elbet de araştıracaktır.”40

Yazar Ahmet Yıldız 1919 ile 1938 yılları arasındaki Türk ulusal kimliğinin etno-seküler sınırlarını değerlendirdiği kitabında, yeniden ulus inşasını şöyle açıklar: “Cumhuriyet döneminde Türk ulusal kimliğinin Kemalist inşasının etno-seküler mahiyeti, etnisizmin ve Türkleştirme politikalarının ulusal bütünleşmenin temel araçları olarak kullanılmasına yol açmıştır… Kemalist ulusçuluk, esas itibarı ile ırkçı değil, etnisittir; etno-seküler açıdan farklı kalmakta ısrar edenlere karşı açıkça ayrımcıdır. Ulusun etnik topluluk ekseninde tanımlanması, Kemalist ulusçuluğun etnisit kavranışına temel oluşturmaktadır. Kemalist ulusçuluk ulusal topluluğu etnik topluluk (Türklük) temelinde tanımlayarak, etnik farklılıkları tanımayı reddetmiş, yok saymayı tercih etmiştir. Ulusal kimliğin meşruiyet zeminini, etno-kültürel farklılıklar ve bunlara dayalı taleplerden bağımsız olarak inşa etmeye çalışmıştır. Kemalist ulus inşa pratiği, Türklük temelinde ulusal türdeşliği sağlamaya yönelen devasa bir siyasi mühendislik projesinin yansımasıdır.”41 Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlının çoğul kültürel mirasını kabullenen bir anlayışın Türk ulusal kimliğinin oluşturulmasına engel olacağını düşünmüştür. Durum böyle olunca etnik kimlikler açısından sessiz kalma, gizlenme, egemen kültüre doğru kültürleşme ve neticesinde asimile olma gerçeği kendini göstermiştir.

Cumhuriyet’in ilanı sonrası kurucu kadroların önünde iki büyük zorluk vardı. Çökmüş ve dağılmış olan bir imparatorluğu tamamen tasfiye edip yerine yeni bir ulus inşa etmek ve Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıkmış; fakat savaşın oluşturduğu iktisadi çöküntü içindeki bir ülkeyi sıfırdan ayağa kaldırmaya çalışmak. Cumhuriyet’in kurucuları azınlıklardan ve Türk olmayan Müslüman unsurlardan yüzyıllardan beri hiçbir müdahale görmeden sürdürmekte oldukları toplumsal hayatlarını terk edip hemen Türkleşmelerini talep etti. Bu durum günümüze kadar süren ve sosyo-kültürel olarak büyük olumsuzlukları bünyesinde bulunduran bir toplumsal gerçeği de beraberinde getirdi.42 Osmanlı döneminde İttihat ve Terakki Partisi’nin Türklerden oluşan bir Türkiye oluşturma hayalini Cumhuriyetin kurucu kadroları ele aldı. Bu kadroların ekserisi İttihat ve Terakki saflarından gelmekteydi. İttihat ve Terakki döneminde kurulan çeşitli Türkçü örgütler yeniden faaliyete geçti ve birçok yeni Türkçü örgüt kuruldu. Mustafa Kemal Atatürk, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi, Tekin Alp ve Şükrü Kaya gibi Türkçüleri yanına alarak, İttihat ve Terakki’nin yarım kalan projelerini hayata geçirmeye çalıştı. Bu örgütlerin en etkilisi Türk Ocakları’dır. Ocağın düzenlediği toplantılarda, Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki yanlış uygulamalar neticesi Marmara’da Çerkeslerin ve Kütahya’da Boşnakların yerleştirilerek buraların Bosna Hersek’e ve Çerkezistan’a dönüştüğü, bu unsurların beraber yaşamalarının engellenerek, ulusal dillerini ve giysilerini dahi kullanmalarına karşı çıkılması gerektiği üzerine konuşmalar yapılmıştır. Ocak Başkanı Hamdullah Suphi bu durumu ele alarak yaptığı bir konuşmada: “Türklerin Osmanlı devletinden beri, başta Yeniçeri Ocağı ve Enderun olmak üzere çok güçlü temsil kurumlarına sahip olduğunu ileri sürerek, küçük misaller üzerinde manen kuvvetimizi düçar-ı zaif edeceğiz diye korkarım. Evet, filan yerde Boşnak köyü vardır. Filan yerde Çerkes galebeliğine tesadüf ederiz. Bunlara karşı tatbik etmek istediğimiz arzu, lisanı hususiyetlerini izale etmekten ibarettir” değerlendirmesini yapar.43 Cumhuriyet’in ilk yılları ve tek parti dönemi, birçok aşırılığı ve hemen her konuda kesin bir dönüşümü bünyesinde bulunduran ilginç bir dönemdi. Özellikle etnik anlamdaki kültürel çalışma ve örgütlenmeler kesinlikle yasaklanmıştı. Bu bakımdan sayısı zaten çok azalmış bulunan Kafkasyalı aydınlar da bu dönemde aktivitelerini bütünüyle yitirdiler. 1924-1950 yılları arasında Türkiye’de, Kafkasya ve Çerkeslerle ilgili olarak tek bir monografi ve dergi bile çıkarılamadığını belirtmek, sanırız bu dönemdeki durumu anlamaya yeter. Bu dönemde yoğun siyasi ve kültürel baskı nedeniyle, özellikle kentlerdeki insanlarda önemli bir erime ve kültürel yabancılaşma süreci yaşandı. Ancak çoğunluğu zaten köylerde yaşamakta olan halk, olabildiğince içine kapanarak sosyo-kültürel yapısını bir ölçüde korudu. Ancak bu doğal olarak bazı konularda kültürümüzün çağdaş normların gerisinde kalması gibi bir sonuç da doğurdu.44 Cumhuriyetçi ülkü, ulusal ülkü uğruna aslını ve neslini inkâr ederek Türklüğe bağlanmayı belirleyici bir unsur olarak görüyordu. Bu ülküde hareket etmeyenler kaypaklıkla suçlanıyordu. 1930’ların Adalet Bakanı ve tarih profesörü Mahmut Esat Bozkurt bunu şöyle ifade ediyordu: “İhtilalcilerin müteyakkız ve dikkatli olmalarını icap ettiren noktalardan birisi de, eserlerin karşılaşması mukadder olan kaypaklıklardır. Bizim son zamanlar tarihimizde kaypaklık yapanlar ekseri yabancılarla Türk olmayan Müslümanlardır. Çerkes, Arnavut, Arap, ilâh gibi. Bunlara dikkat gerekir.”45

Düzce’de eğitim ve öğretimi sekteye uğratan gizli el
Cumhuriyet’in ilk yıllarında biri kız diğer ikisi erkek çocukların eğitimi için Düzce merkezde İsmet Paşa kız, Azmimilli ve Namık Kemal erkek ilkokulları bulunuyordu. Ayrıca müdürlüğünü Bolu Tarihi kitabının yazarı tarih hocası Zekai Konrapa’nın yaptığı bir ortaokul vardı.46 Nedense bu okul 1926 yılında kapatıldı ve 1933 yılına kadar kapalı tutuldu. Bu yıllar arasında çocuklarına daha ileri seviyede eğitim aldırmak isteyen aileler çocuklarını Düzce dışına göndermek mecburiyetinde kaldılar. Maddi külfeti olan bu durum nedeniyle Düzce’de pek çok çocuk eğitimsiz kaldı. Kafkasya Kültürel dergisinin Aralık 1973 sayısında yayınlanan Elli Yılın Işığında Göçmen Kafkas Toplulukları adlı araştırma yazısında Düzce Ortaokulu’nun (Rüştiye) bizzat okul müdürü tarafından düzenlenen gizli bir raporla Çerkes öğrencilerin okumaması için kapatıldığı belirtilmektedir.47 Okul Müdürü Zekai Konrapa Bolu Tarihi adlı eserinde bu konuya şu şekilde değinmektedir: “1923 – 26 ders yıllarında Düzce’nin ilk orta mektebinde müdür olarak bulunuyordum. Maarif Vekili Mustafa Necati Bey’in garip bir düşüncesi ile maalesef Düzce orta mektebi lağvedilmişti. Ben de Yalvaç ortasına verilmiştim.”48 Böyle bir kararın okul müdürü tarafından alınmış olması pek mümkün görülmemektedir. Yüksek ihtimalle Düzce ayaklanmaları sonrasındaki süreçte yakından izlenen Düzce’den Ankara’ya gönderilen gizli raporların değerlendirilmesi neticesi olmuştur. Dönemin Maarif Vekili olan Mustafa Necati Bey Ağustos 1921’de İstiklal Mahkemesi Başkanı olarak gittiği Kastamonu’da, bu görevinin yanı sıra Kuva-yı Milliye hareketini de organize ediyordu. Mahkemenin sorumluluk alanına giren Bolu, Düzce ve Adapazarı’nda da yargılamalar yapan Mustafa Necati Bey bölgeyi iyi tanıyan birisi olarak bu kararın alınmasındaki en etkili kişidir. Bu idari karar çocuklarını eğitmek için her türlü fedakârlığı gösteren Düzcelilere verilen anlamsız bir cezadır ve dönemin siyasi olayları göz önünde bulundurularak eğitim üzerinden verilen sakat bir karardır.
(Devam edecek)

26 Tarihçiler Düzce’yi Sefine-i Nuh’a benzetirler. Düzce’ye gelen göçmenler Çerkes (Adığe), Abaza, Tatar, Bulgaristan Muhaciri, Gürcü, Mohti Laz, Hemşinli, Arnavut, Boşnak, Pomak ve Ordulu idi. Gelen göçmenlerin geldikleri yıllar ve yerleştikleri mahallerle ilgili bilgilerin çoğuna ulaşmak mümkündür. 1896 yılı köyleri oluşturan unsurların çokça karışmadığı, her göçmen grubun ve Düzce’nin yerlilerinin kendi köylerinde yaşadığı yıllardır. Düzce’de bulunan 146 yerleşim birimine ilişkin yaptığımız çalışmada ulaştığımız bilgilerden derlediğimiz bu nüfus tahmininin o yıllardaki durumu yansıttığına inanıyoruz. Yararlandığımız kaynaklar üzerinden yaptığımız değerlendirmeyle o yıllara ilişkin tahmini yüzdelere ulaşılmıştır. Akçakoca kazası bu değerlendirmenin dışında bırakılmıştır. 1896 yılından sonra Bulgaristan Muhaciri, Gürcü ve Ordulu göçmenlerde dikkate değer şekilde artışlar olmuştur.
27 Mehmed Çetin Börekçi, Ahmet Şerif Anadolu’da Tanin 1. Cilt, Ankara 1999, s. 383, 384.
28 Köylerimiz 1928 – Son Teşkilat-ı Mülkiyede Köylerimizin Adları, İçişleri Bakanlığı Yayını, s. 469-472.
29 1896 yılından sonra Muhacirler; İhsaniye (Kapıcı), Karadere Hasanağa, İslâhiye (Taraş), Fevziye (Bostanlık), Üçyol (Sadova), Şaziye (Bekirler), Selamlar (İbrahimağa) vd. köyleri, Gürcüler; Çiftlikköy, Fındıklıaksu, Asar, Hızardere, Hamamüstü, Melenağzı, Çiçekpınar, Kirazlı köylerini, Ordulular; Kavakbıçkı, Dededüzü, Sırtpınar, Karadere, Kırkharman, Dokuzdeğirmen, Mısırlık, Üvezbeli vd. köyleri kurmuşlardır.
30 M. Aydın Turan, “Şimali Kafkas Cemiyeti”, Tarih ve Toplum Dergisi, Nisan 1998, s. 50.
31 Nuri Güçtekin, “Çerkes Teavün Mektebi (1910-1914)”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları Dergisi, Cilt:12, Sayı:23, 2013, s. 3, 4, 5.
32 Mehmed Çetin Börekçi, a.g.e, s. 394.
33 Merhum Kamil Güsar’ın okulda tutmuş olduğu ders notlarının bulunduğu defterini Hikmet Neğuç’un özel arşivinde gördüm. Arap alfabesi ile Adigabze tutulan notlarda öğretmenlerin verdikleri ödevleri kontrol ettiklerini onaylayan mühürleri sayfalarda bulunmaktaydı.
34 Sefer E. Berzeg, “Yusuf Suat Neğuç Hakkında Bazı Notlar”, Kafkas Vakfı Bülteni, Yaz 2001, s. 10-12.
35 Sefer E. Berzeg, a.g.e, s. 10-12.
36 Fatih Gide, “1911-1914 Yılları Arasında İstanbul’da Yayınlanan Ğuaze (Rehber) Gazetesi Işığında Osmanlı Devleti’nde Yaşayan Çerkesler’in Siyasi ve Sosyo-Kültürel Faaliyetleri”, Nevşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Nevşehir 2011, s. 44.
37 Ayhan Kaya, “Türk Siyasetinde Farklılığa Saygının Önündeki Engeller: Çerkesler”, European University Institute koordinatörlüğünde; ‘Hoşgörü, Çoğulculuk ve Sosyal Uyum: Avrupa’daki 21.yüzyıl tehditlerine karşı yanıt’ başlıklı projenin 2012 yılı 6 nolu bülteni – http://cadmus.eui.eu/bitstream/handle/1814/22034/ACCEPT_PLURALISM_POLICY_BRIEF_2012-06_Turkey_Turkish.pdf?sequence=2
38 Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türküm Diyebilene – Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919–1938), İstanbul 2001, s. 98.
39 Ahmet Yıldız, a.g.e, s. 99.
40 Cemal Kutay, Çerkes Ethem Hadisesi, Tarih Kütüphanesi Yayınları, İstanbul 1955, s. 3, 4.
41 Ahmet Yıldız, a.g.e, s. 18.
42 Rıfat N. Bali, Bir Türkleştirme Serüveni (1923 – 1945), İletişim Yayınları, 2000, s. 33, 34.
43 Gülçiçek Günel Tekin, Türkiye’nin Asimilasyon ve Dilkırım Politikaları – Beyaz Soykırım, Belge Yayınları, Haziran 2012, s. 75-80.
44 Sefer Berzeg, Kafkasya ve Diaspora Üzerine Söyleşiler, Ankara 2011, s. 14, 15.
45 Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet, Kırmızı Yayınları, İstanbul 2008, s. 331, 332.
46 Zekeriya Alpay, “Düzce ve Bölgemiz Tarihine Bir Bakış”, Yeni Düzce Gazetesi, Şubat 1982, Düzce’miz Milli Eğitiminin Öz Geçmişi, Bölüm 3.
47 İ. Baj, “Elli Yılın Işığında Göçmen Kafkas Toplulukları”, Kafkasya Kültürel Dergi, Aralık 1973, Sayı:39-42, s. 19.
48 Zekai Konrapa, Bolu Tarihi, Bolu 1960, s. 580. Düzce´de ilk ortaokul 1923 – 1924 yıllarında şimdiki Cedidiye Mahallesi Cedidiye Camii´nin güneyinde ahşap, tek katlı bir binada iki sınıfla açılmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz