Boğaziçililer anlatıyor: Direnmeyi sürdüreceğiz

0
2062

Prof. Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasına karşı akademik kadro ve öğrencilerden gelen itirazlar sürüyor. Bahar yarıyılı başlarken Boğaziçi öğrencileri yeni eğitim ve öğretim dönemine “6 tutuklu arkadaşları için 6 günlük boykotla” gireceklerini duyurdu. Boykotun ilk günü 22 Mart’ta 3 öğrenci “ev hapsi” kararıyla tahliye edilirken 3 öğrencinin tutukluluğu uzatıldı.


1 Ocak 2021 günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanan Prof. Dr. Melih Bulu’ya karşı kitlesel öğrenci protestoları devam ediyor. 38 ildeki eylemlerde 801 kişi gözaltına alındı, öğrencilerden bazıları kötü muameleye ve polis şiddetine maruz kaldı, tutuklandı ve ev hapsine mahkûm edildi.

Okulun lisans ve lisansüstü öğrencileri farklı eylemlerle protestolarını sürdürürken Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri de her gün saat 12.00’de cüppeleriyle birlikte sırtlarını rektörlük binasına dönerek Melih Bulu’nun istifasını talep ediyor.

Diğer yandan Bulu’nun atandığı günden bu yana ders boykotuna yönelik uzun soluklu tartışmalar yapılıyor. Son olarak öğrenciler 2020-2021 eğitim ve öğretim yılının bahar dönemine girerken boykotu örgütleyecek 6 günlük bir “direniş festivali” çağrısında bulundu.

Boğaziçi Üniversitesi’nin “kayyım rektörle” mücadelesini okulun araştırma görevlisi Oğuz Şavk, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erol Köroğlu, okulun lisans ve lisansüstü öğrencilerinden Bilgehan Tufan, Rümeysa Özüyağlı, Fuat Öztürk ve İsmail Gürler ile konuştuk.

“Melih Bulu’nun istifa etme ehliyeti yok”

Matematik bölümü yüksek lisans öğrencisi Bilgehan Tufan hocalarla öğrencilerin buluştuğu ortak paydayı “bu direnişten vazgeçmemek” olarak tanımlıyor. Tufan’a göre kararlılık bu eylemlerin sürdürülebilirliğinde esas. Yönetememe krizinin nihayetinde istifayı getirip getirmeyeceği ise belirsiz. Tufan, bu durumu “Melih Bulu’nun istifa edeceğine inanmıyorum çünkü istifa etme ehliyeti yok, kendi başına bu kararı alabileceğini düşünmüyorum” sözleriyle ifade ediyor:

“Bulu bu okulu yönetemeyecek. Bu belliydi. Yönetememe krizi ise tahmin ettiğimizden daha derin. Bunun çok örneği var. Bilimsel Araştırmalar Projeleri’nde (BAP) çeşitli araştırmalarda görev alanlar bir yönetememe ve imza krizi sebebiyle 3 aydır burslarını alamıyorlar. Projelerin nereye varacağı belli değil.”

Atanmış rektör tartışmasında sıklıkla gündeme gelen konulardan biri Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan ilk rektör olmaması. Prof. Dr. Mehmed Özkan 2016 yılında rektörlüğe atandığında aday listesinde adı bulunmuyordu. Seçimlerde Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu oyların %86’sını alarak Prof. Dr. Vedat Akgiray’la girdiği seçimi kazanmış, Özkan’ın listede adı yokken Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına tepkiler gelmişti.

Bugün Melih Bulu’ya yöneltilen istifa talebi ise Mehmed Özkan’ın rektörlük döneminden çok daha şiddetli. Öğrenciler bunu birbirinden farklı gerekçelerle açıklıyor.

Tufan bu durumu “Şartlar gittikçe sertleşiyor” diyerek ifade ediyor, birinci atamaya tolere etmenin ikincisine zemin hazırladığını belirtiyor. Tufan’a göre Özkan’ın Boğaziçi kültürüne aşina olması ve “içeriden biri” olması onu daha kabul edilebilir bir konuma getirmiş. “O dönemde ‘Birinci Geleneksel Kayyım Festivali’ düzenlemiştik ve bunu resmi olarak öğrenci kulüpleriyle yapabiliyorduk, en azından bugünkü gibi bir gecede öğrenci kulüpleri kapatılmıyordu” diye ifade ediyor ve ekliyor: “Şu an geldiğimiz noktada ne resmi olarak bir öğrenci etkinliğinin okulda düzenlenmesi mümkün ne de kayyım rektörün bir gecede tek başına karar verip öğrenci kulübü kapatmasının önüne geçecek bir mekanizma var.” Yine de Özkan’ın rektör olduğu dört yıllık sürecin sonunu başarısız ve Bulu’ya zemin hazırlar şekilde gördüğünü ifade ediyor.

“Artık kimse kendini güvende hissetmiyor”

Sosyoloji bölümü son sınıf lisans öğrencisi İsmail Gürler de bu kıyası “Mehmed Özkan kurum içinden, kurumun liberal çizgisini benimseyen bir isimdi, Melih Bulu ise iktidarın direkt olarak merkezileştirme politikasının bir sonucu” sözleriyle yapıyor. Burada altı çizilecek bir diğer farkın ise hocalar olduğunu belirtiyor: “Melih Bulu hocaların konfor alanını biraz daha zorlayacak bir isim. Özkan masaya oturup pazarlık yapılabilecek biriydi, şimdi ise bu pazarlık masası ortadan kalktı. Kimse kendini güvende hissetmiyor. Bugün artık barış için akademisyenlerin ihraç süreçlerinin başlayabileceğini düşünüyorlar.”

2018 yılında Boğaziçi’ndeki Afrin davasında bir grup öğrenci yurt baskınıyla gözaltına alınmış, 15 öğrenciden 9’u tutuklanmış, 6 kişi adli kontrol hükümleri uygulanarak serbest bırakılmıştı. Erdoğan’ın da sonrasında “Terörist gençlere bu üniversitelerde okuma hakkını vermeyeceğiz” diyerek açıklama yaptığı bu süreci anlatırken Gürler, Özkan’ın öğrencilerin yurtlarından alınmaları ve tutuklanmalarındaki payına da işaret ederek “Boğaziçi’ndeki rektörlerin seçilmiş olanlar dahil hepsinin geçmişinde hak ihlalleri ve gaspları var” diyor:

“Boğaziçi’nin alameti farikası ülke siyasetinde ne olursa olsun haksızlıklara karşı sesini kendi ‘liberal değerleri’ içerisinde gösterebilmesiydi. Türkiye’nin çoğu üniversitesine kayyım rektörler atanırken, ki bunların her biri AKP ile iltisaklı insanlarken, Boğaziçi’nde kayyımlara karşı yeteri kadar ses yükseltildiğini hatırlamıyorum öncesinde.”

Kayyım siyaseti: “İktidarın yönetemediği yerleri ele geçirme politikasının bir tezahürü”

Gürler’e göre bu krizi Türkiye’nin içinden geçtiği siyasi süreçten bağımsız olarak okumak yetersiz. Diyarbakır Belediyesi’ne atanan bir kayyımla Boğaziçi’ne atanan arasında fark gözetmediğini belirterek “Kayyım mekanizması, cumhur ittifakının demokratik yollarla yönetemediği yerlere, yani üniversitelere ve Kürt vilayetlerine, kayyımlar atayarak merkezileştirmesi projesi; yani bu, iktidarın yönetemediği yerleri antidemokratik yollarla ele geçirme politikasının bir tezahürü” ifadelerini kullanıyor.

Gürler, Melih Bulu’nun istifasına endekslenen bir direniş tahayyülünü de yine eksik gördüğünü belirtiyor. Gürler’e göre “Kayyımlar gidecek, biz kalacağız” söyleminin bir ajandası yok ve bu, Türkiye siyasetinin büyük bir problemi. Bu noktada anayasa tartışmalarının altını çiziyor. “Melih Bulu’nun atanması yasal, neden istifa etsin ki?” diyerek bu sorunun ancak “halkın yazdığı bir anayasa ile” mümkün olduğunu savunuyor:

“Kadınlarla, LGBTİ+larla, işçilerle, emekçilerle, tüm ezilenlerle yükselen bir halk hareketi var fakat bu harekete önderlik edebilecek merkezi bir cephe veya siyaset yok. Evet, Melih Bulu’yu ve kayyımları göndermek istiyoruz, demokratik bir anayasa istiyoruz, politik özneler olarak yönetmek, Cumhur İttifakı’nın her türlü antidemokratik siyasetine karşı gelmek ve zulümleri durdurmak istiyoruz fakat bu iki kutuplu siyaset artık bize bir çözüm sunamıyor.”

“Rektörlüğün önünde kurduğumuz çadır bir sivil itaatsizlik eylemi”

Rümeysa Özüyağlı, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğrencisi, halihazırda okulda her gün rektörlük binasının önünde çadır kurarak nöbet tutan öğrencilerden biri. “Sivil itaatsizliğin politik olarak en güçlü eylem biçimi olduğunu düşünüyorum, o yüzden nöbet çadırını önemsiyorum” diyor.

Çadır, zaman zaman öğrenciler ile okuldaki özel güvenlik görevlileri arasında tansiyonun yükselmesine de sebep oluyor. Daha öncesinde özel güvenliğin çadırın kurulmasına müdahale ettiği olmuştu. Özüyağlı, Boğaziçi’nde yapılan sergide kaybolan resimle ilgili olarak öğrencilerin rektörlüğe yazdığı dilekçenin fotoğrafını birkaç saat sonra karakolda polisin telefonunda gördüklerini belirtiyor. Bu, öğrencilerle güvenlik görevlileri arasındaki güvensizliği derinleştiren örneklerden biri.

Okulda verilen direnişin ise siyasi bir söz ürettiğine inandığını belirtiyor. Gezi dönemecinden ve 15 Temmuz’daki darbe sürecinden bu yana “tutarlı bir muhalefet üretemeyen partilere de alan açacak, onların muhalefetine de söz üretecek bir iş yaptıklarını” söylüyor. Özüyağlı “Kendi adıma Melih Bulu’nun istifa edip etmemesinden bağımsız olarak direniyorum çünkü biz bu direnişimizle bir reaksiyon kültürü sergiledik ve tarihe bir çentik attık” diyor. Bulu’nun istifa edeceğine dair inancını ise muhafaza ediyor.

“Kampüste sivil polislerle birlikteyiz”

Boğaziçi Üniversitesi çevresindeki polis ablukası hafifletilmiş durumda. Cadde boyu dizilmiş barikatlar kaldırıldı ve polis yoğunluğu azaldı; ablukanın hafifletilmesinin sebebine yönelik tahminler rektörlüğün Kandilli’ye taşınmış olması yönünde. 4 Ocak’tan bu yana kampüste sivil polisin varlığı sıklıkla tartışılıyor. Özüyağlı, kampüsteki polis mevcudiyetini “Polisler başlangıçta kampüste bizimle yemek yiyorlardı, yan masadan sohbetimizi dinliyor, fotoğrafımızı çekiyorlardı. Yalnızca sivil değil üniformalı polisler de mevcuttu” sözleriyle ifade ediyor.

Atatürk Enstitüsü yüksek lisans öğrencisi Fuat Öztürk yalnızca siyasi iktidarın ve Melih Bulu’nun öğrencilere yönelik sert tutumunun yanı sıra üniversitedeki polis ablukasının da direniş sürecini büyüttüğü kanısında. “Melih Bulu’nun adeta bir sömürge valisi olarak atanmasını kabul etmediğini” ifade eden Öztürk, bunu üniversitenin iradesini yok saymak olarak tasvir ediyor. Prof. Dr. Naci İnci’nin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne (SBE) vekâleten atanmasını da bu iradeyi tanımamak olarak görüyor.

Öztürk’e göre bu atamaların sebebi Bulu’nun olağan koşullarda işleyecek bir seçim sürecinde kendisine yardımcı bulamayacak olmasından kaynaklanıyor: “Atadığı insanlar da kendisi gibi kimse tarafından tanınmıyor. Bu, yalnızca kâğıt üstünde görünen fakülte temsilcileriyle veya bölüm başkanlarıyla bitecek bir süreç değil.” Öztürk bu süreci “Bulu’nun her antidemokratik adımı, karşısında direnen insanların sayısını artırıyor. Uzlaşma ya da yönetebilme kabiliyetinden uzak yönetilen bir süreç var, atılan her adım direnmeye teşvik ediyor” sözleriyle ifade ediyor.

Öztürk’e göre bu direniş yalnızca “neye karşı olduğunu” değil “ne istediğini” de anlatan bir tartışmaya işaret ediyor. “Nasıl bir üniversite istiyoruz?” sorusu öğrencilerin eylemlerinin ilk gününden beri geleceğe yönelik bir özerk bir üniversite tahayyüllü olarak konuşulageldi. Öztürk, bahar dönemine boykot festivaliyle giren öğrencilerin bu soru çerçevesinde de kafa yorduklarını belirtiyor.

“Okuldaki bürokratik süreçler fiilen işlemeye devam ediyor”

Matematik Bölümü Araştırma Görevlisi Oğuz Şavk okulun bürokratik ve idari mekanizmalarıyla ilgili olarak Üniversite Yönetim Kurulu ve Üniversite Senatosu’nun halihazırda fiilen işlediğini belirtiyor, akademisyenlerin öğrencilerin mağduriyet yaşamaması konusunda da yoğun bir çabasının olduğunu ekliyor. Bu çerçevede ikinci dönem için derslerin açılması, dilekçe, mezuniyet işlemleri gibi birçok idari süreç aksatılmadan yürütülmeye çabalanıyor.

Şavk’a göre rektörlük epey güçlü bir kurum olsa da şimdiye dek Boğaziçi’nde fiilen bu böyle değildi, bunu “Rektörlük hocalarla neredeyse eşit düzlemde olan bir kurumdu” sözleriyle ifade ediyor. Bugün gelinen noktada ise farklılıklar mevcut, “Melih Bulu’nun yetkisini tahayyül etmenin zor olduğunu” belirtiyor.

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erol Köroğlu da benzer şekilde “derslerden, araştırmalardan, lisans ve lisansüstü öğrencilerinin tüm idari işlemlerinin yürümesinden sorumlu olduklarını” ve bunun aksamaması için fazlasıyla efor sarf ettiklerini dile getiriyor. Köroğlu’na göre bu da ‘kabul etmeyişin ve vazgeçmeyişin’ bir parçası. “Bilimsel olarak özgür; akademik, mali ve idari olarak özerk, şeffaf ve hesap verebilir bir kamu üniversitesi” vurgusu nöbetler de dahil olmak üzere akademisyenlerin eylemliliğindeki temel çerçeveyi oluşturuyor. Köroğlu nöbeti “Yasal olarak hiçbir tehdit içermeyen, meşruiyeti tamamen sağlam zeminde kurulmuş bir eylemlilik” olarak tarif ediyor: “Biz burada ‘Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz’  diyoruz: Kabul etmediğimiz şey liyakat sınırlarının dışındaki bu atamadır, vazgeçmediğimiz şey ise akademik özgürlük ve kurumsal özerkliktir.”

“Biz değil bu sisteme uyanlar vazgeçecek”

Köroğlu, Melih Bulu’nun atanmasıyla ilgili olarak “Boğaziçi’nin Mehmed Özkan’a razı olmasının yanlışlığını” bugün gördüklerini şu şekilde ifade ediyor: “2016’da Mehmed Özkan’ı olağanüstü koşullarda kabul etmiştik. 15 Temmuz sonrasıydı ve korku verici bir ortam vardı, barış akademisyenlerine dönük soruşturmalar ve yargılamalar başlıyordu. Bir sürü yerde üniversite hocaları KHK ile işten çıkarılıyordu. Bugün şeffaf ve bürokratik olmayan yollardan üniversitelere rektör atanmasını kabul etmiyoruz.”

Nöbet, hocaların eylemliliğinde en gözle görülür pratik olsa da her hafta yüzlerce akademisyenin Zoom forumlarında bir araya geldiği, Boğaziçi’ndeki gelişmeleri gündem ettiği, komisyonlar ve haberleşme grupları üzerinden haftalık olarak bülten çıkardığı bir hareketlilik var. Temel vurgu ise öğrencilerin de altını çizdiği gibi bu meselenin Boğaziçi ile sınırlı olmadığı yönünde. Köroğlu “Türkiye’deki herkes bu üniversite meselesinin bir paydaşı, dolayısıyla hepimizi etkiliyor, kamuoyu bununla ilgilenmeli ve ısrarcı olmalı” diyor ve sistemin değişmesi gerektiğini belirtiyor.

Buna ek olarak Köroğlu “Doğru olan şeyi savunduklarını ve vazgeçmeyeceklerini” belirtiyor ve şu şekilde ekliyor: “Er ya da geç bize başka üniversiteler de katılacak. Biz vazgeçmeyeceğiz ama bu sisteme uyanlar vazgeçecek. Ben mücadelede olumsuz bir gelecek görmüyorum, güçlenerek ilerliyoruz. Ne zaman biter, sonu başarılı olur mu bilmiyorum ama gidilecek başka bir yol yok. Buradan gitmeye devam edeceğiz.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz