Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Göç ve kadın: Bilinmeze kanat çırpanlar

Göçün insanın tecrübe edebileceği en büyük travmalardan biri olduğunu öğrendiğimde çok da şaşırdığımı söyleyemem. Gündelik dilde göç ve travma sözcüklerini bir arada kullanmaya alışkın olmakla birlikte akademik literatürde de bu iki kavramın birbiriyle ilişkili tanımlanabildiğini görmek yine de düşündürücüydü. Göç, fakat öncelikle zorunlu göç, sadece bir zamanlar üzerinde yaşanan toprakların terk edilmesini değil, onların kapsadığı dünyaların da geride bırakılmasını ifade ediyor. Göç eden ya da göçmen, o güne dek kurmuş olduğu tüm somut ilişkileri ardında bırakıp yeni, çoğu defa öngörülmez ilişkilere adım atıyor. Bu sürecin sancılı olmayacağını varsaymak pek de mümkün olmasa gerek. Yakın döneme dek, kadınlar, göçü tüm sancılarıyla göğüslemelerine karşın, göç literatüründe kendilerine yer bulamadılar. Kadının göç çalışmalarında görünürlük kazanması doksanlı yıllarla birlikte değişen siyasal bağlamda göçün kendisinin de farklılaşması ile ilintili. Önceki yüzyıllardan farklı olarak bu dönemde göçün siyasallaştığı ve kadınlaştığı ileri sürüldü*. Kadınların göçün görünür özneleri olarak tartışılabilmesini bu yazının başlığına da esin kaynağı olan Mirjana Morokvasic’in 1984 yılında yayımlanmış çığır açıcı çalışmasının tetiklediğini hatırlamak gerekir: Göçmen Kuşlar Aynı Zamanda Kadındır**. Yakın dönem çalışmalar, kadının göç sürecinde toplumsal cinsiyet rollerinin omzuna yüklediği sorumluluklar ve sorunlarla boğuştuğunu ve bu durumun toplumsal cinsiyet eşitsizliğini beslediğini vurgular. Göçmen kadın, sığınmacı ya da mülteci, omuzlarındaki yüklere yenilerini ekleyerek kendini daha güç koşulların içinde bulabilir ve dahası, toplumsal cinsiyet rolleri göç sürecinde yeniden fakat bu defa daha keskin biçimlerde inşa edilebilir.

Göçmen kadın ne yapar? Çatışmalardan, savaşlardan veyahut yoksulluktan kaçan kadınların önlerindeki ilk seçenek yoğun emek gerektiren çalışma alanlarıdır. Adım attıkları ülkedeki yasal çerçeve, işgücü piyasasının niteliği ve bunlara bağlı bir dizi etmen yeni sömürü düzeylerini beraberinde getirir. Pek çok göçmen kadın bakım hizmeti (çocuk bakımı, yaşlı bakımı) alanında kayıt dışı çalışmak durumundadır. En güvencesiz işlerde çalışan göçmen kadınlar, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın çeşitli biçimlerine maruz kalmaktadırlar. Göçmen kadınlar, göçmen olmaları hasebiyle, kayıt dışı kâr elde etmenin temel kaynağı olarak görülürken, göçmen kadın emeği çoğunlukla vasıfsız ve daha da düşük ücretlere tabi ve bu yüzden de itaat etmeye zorunlu sayılmıştır. İşte bu çerçevede, göçmen kadın, göç travmasına ilaveten düşük ücret, kötü çalışma koşulları, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına bağlı bir dizi istismarla hayatını sürdürmek durumunda kalır.

Türkiye’nin bu tablodaki özgüllüğünden de ayrıca söz etmek gerekiyor. Bölgesel konumu, çevre ülkelerdeki çatışma ve siyasi çalkantılar ve kayıt dışı sektörün yaygınlığı gibi bir dizi etmen göçmenler için Türkiye’yi cazip kılmaktadır. Özellikle doksanlı yıllarla birlikte çevre ülkelerden çalışmak amacıyla Türkiye’ye göç hızlanmıştır. Göçmen kadınlar, bakım hizmetinde, hizmet sektöründe veyahut imalat atölyelerinde ucuz işçiler olarak ve genellikle de kayıt dışı çalıştırılmaktadırlar. Yasal güvenceden yoksunluk başta olmak üzere bir dizi yoksunluk ve yoksulluk, kadın göçmenleri işverene bağımlı kılmakta ve bağımlılık ilişkisi, istismar ve sömürünün yeni veçhelerini doğurmaktadır. Oturma ve çalışma izni olmayan göçmen kadınlar, sınırdışı edilme korkusuyla, pek çok olumsuzluğu sineye çekmek mecburiyetinde bırakılmaktadır. Göçmen kadınlar üzerine çok değerli çalışmalara imza atmış bir dizi akademisyen, çeşitli çalışmalarında, işyerinde taciz ve ücretin ödenmemesinin yaygınlığını göstermişlerdir. Göçmen kadını zapturapt altına alan bu güvencesizlik çerçevesi, göçmen kadının resmi kurumlardan yardım ve destek alamayacak olması ve istismarın faillerinin cezasızlık durumu ile pekişmektedir. Böylesi bir tablo, istismar ve hak ihlallerinin sorumlulularını daha da cesaretlendirmektedir. İşyerleri başta olmak üzere çeşitli alanlarda istismara, tacize uğrayan ve şiddete maruz bırakılan göçmen kadınlar için sınırdışı edilme tehlikesini aşarak şikâyetlerini dile getirecekleri kurumsal yapıların inşa edilmesi bir gerekliliktir. İşte bu yüzden,“İstanbul Sözleşmesi yaşatır” şiarı göçmen kadınlar için de geçerlidir. Nitekim sözleşme, yasal statü farklılığı gözetmeksizin tüm göçmen kadınları kapsayacak biçimde cinsel şiddet ve ev içi şiddete ilişkin koruma ve önleme mekanizmalarından faydalanabilmeyi hükme bağlamaktadır.

Suriye’den bilinmeze yolculuk

Suriye’den Balat’ın yoksul sokaklarına uzanan yolculuğun ardından bu sancılı süreci deneyimleyen kadınlardan biri olan Haya ile 2014 yazında tanıştık. Haya’nın hikâyesi çalışmak için bu topraklara gelen diğer kadın göçmenlerinkinden hayli farklı. Üç çocuğu, eşi ve eşinin ailesiyle gelmiş Balat’a. İsmi Haya değil. Fakat kendisine Haya denmesini istiyor. En küçük çocuğu üç yaşında. Sınırı geçerken aracılara insan başı 1.500 Suriye parası ödediklerini söylüyor. Çocuklar toplamda bir kişi sayılmış. On küsur kişiyle bir arada yaşadıkları evde çocukların bakımından sorumlu. Gelecek planının ne olduğunu sorduğumda susuyor ve “Her şey belirsiz” diyor. İç savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin geçici de olsa bir korunma statüsü var aslında. Ancak görünen o ki göç, yoksulluklarını katmerlemiş ve büyük bir kesimi derin bir yoksulluğun pençesine itmiş. Haya’nın kız kardeşi de üç çocuğu ile onlarla aynı evde yaşıyor. Yakında bir bebeği daha olacak. Asıl olarak kayıt dışı sektörlerde çalışan sığınmacı kadınlarla görüşmek istediğimi, bana bu konuda destek olup olamayacaklarını öğrenmek istiyorum. Haya, kadınlar arasında çalışanların çok sınırlı sayıda olduklarını, söz konusu mahallede çalışan kadın bulamayacağımı söylüyor. Haya’nın kız kardeşi söze giriyor, “Bizim çalışma yerimiz ev, ama artık evimiz yok.” Suriyeli kadınlara ilişkin uzun uzadıya yazmak, bunu başka bir başlığa saklamak gerekiyor.

 

*Castles ve Mark, J. M. (2008). Göçler Çağı: Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri. (Çev. B. U. Bal & İ. Akbulut), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi

** Mirjana Morokvasic (1984), “Geçiş Kuşları da Kadın…” Uluslararası Göç İncelemesi 4:886-907.

Yazarın Diğer Yazıları

Gazze Gettosu direniyor

  Hamas’ın 7 Ekim sabahı İsrail’e karşı başlattığı saldırılar ve sonrasında İsrail’in misillemesiyle tetiklenen savaş, taraflar açısından bir katliamın ilk işaretlerini verirken komplo teorisyenleri kanaatlerini...

Dersim’i önceleyen ilk iç sürgün: Gönen-Manyas Çerkes sürgünü

“Gönen-Manyas sürgünü, rejimin kurucu unsurlarının ‘biz’ ve ‘ötekiler’ arasındaki sınırları net biçimde çizdiği ilk örnektir”  Gönen-Manyas iç sürgünü, Kurtuluş Savaşı süresince Kemalistlerle ittifak içinde savaşmış...

Direnişin inşa ettiği bir kimliklenme

İçimizi dağlayan bir sıcakta, 2 Temmuz günü, Eren Keskin’le ofisinde buluştuk. Eren Keskin, kimlik inşasının çetrefilli boyutlarından Türkiye siyasal tarihinin netameli başlıklarına uzanan pek çok...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img