Çerkes kadınları denince ilk aklıma Nenej’im gelir, yani babamın babaannesi… Torunlarına çok emek vermiş, köyümüzün kanaat önderlerinden, yetenekli ve bilge bu kadından hâlâ söz edilir. O öldüğünde 10 yaşındaydım ama gelini (nise babaannem) annem ve torunlarının dilinden düşmeyen Nenej’i daha fazla onların anlatımıyla tanıdım…
Benim kadın bilincine varmam kuşağıma nazaran daha geç oldu. Bunun nedenini sorguladığımda hâlâ doğru yanıtı bulabilmiş değilim. Böyle olmasında Çerkes geleneklerinin ve veya aile yapısının etkili olduğunu düşünüyorum.
Erkek-kadın ayrımını bariz bir şekilde hiç hissetmedim. Babam, amcalarım ve halalarım hep sülalenin kadınlarının kendi üzerlerindeki olumlu etkisini anlatıp dururlardı…
Hele Nenej bir efsane gibi anlatılırdı. Bütün torunlarına, erkekler dahil, dikiş dikmesini öğretmiş mesela. Yengem, kayınvalidesi için “Anam gelinleriyle biraz resmiydi ama Nenej güzel sözler söyleyerek benim saçlarımı tarar, örerdi” diye anlatırdı.
Çerkes halkı 150 yıldır bu topraklarda cins ayrımcılığı yapmadan, düğünlerde, eğlencelerde, tarlada, fabrikada, hatta ibadette bile erkek-kadın bir arada yaşamı örgütlemiştir. Benim tanık olduklarım da babaannemin eve gelen erkek konuklarıyla gece geç saatlere kadar kendi dillerinde sohbet etmesiydi. Kızların görücü usulüyle evlendirilmediği, başlık parasının olmadığı ve kızların sevgililerinin (kaşen) herkes tarafından bilindiği geleneklerimiz arasındaydı. Büyük/küçük hiyerarşisini saymazsak demokratik bir yapı vardı diyebiliriz. Zira cins ayrımcılığı yapılmaksızın, büyük kimse onun sözü dikkate alınırdı.
Şöyle bir anıyla bitireyim sözlerimi… İlk defa Türk köyüne birkaç günlüğüne arkadaşıma gitmiştim. Evdeki kızlardan küçük iki erkek çocuk evin reisi gibiydi. Her lafın başı “Oğlanlar duymasın, oğlanlar görmesin” idi. Hatta arkadaşım giysilerini, kot pantolonunu erkek kardeşlerinden saklıyordu. Şaşkınlık içinde “O senden büyük değil ki” dediğimi hatırlıyorum.