Aile anılarını yazmaya başlamadan önce savaşlar benim için tarih kitaplarında veya filmlerde anlatıldığı haliyle sebep ve sonuçları olan toplumsal olaylardı. Elbette okuduğum veya izlediğim hikâyelerden etkilenir, hüzünlenirdim ama bireylerin, ailelerin ve toplumların yaşamlarında yarattığı kuşaklar boyunca süren etkisi ile çok da ilgilenmezdim. Bugünlerde ise, cepheden cepheye koşanları, gidip de dönemeyenleri, geride kalanların yaşamlarının o kayıplardan nasıl etkilendiğini dinleyip, öğrendikçe, okuduklarım ve izlediklerim beni daha fazla etkiliyor. Bazen Sarıkamış cephesine üstlerinde yazlık giysilerle gönderilen askerleri düşünüp, sıcacık odada üşürken, bazen her köyden seferberlik döneminde askere gidip geri dönemeyen gençlerin sayısını toplarken buluyorum kendimi. Bazen ailesiyle ilgisi olmadığı halde Yemen Türküsü’nü her duyduğunda şehitler için ağlayan annemi düşünüp, hüzünleniyorum. Bazen, sıkça anlatılan hikâyeyi hatırlayıp, Rus- Osmanlı savaşlarında her iki cephede birbirlerine karşı savaşmak zorunda bırakılan Çerkes gençlerinin gündüz savaşıp, akşam bulundukları siperlerden birbirlerine Çerkesçe hal hatır sorduklarını duyar gibi oluyorum.
İnsanlık tarihi boyunca dini, milli, siyasi, ekonomik nedenler öne sürülerek ama temelde hükmettikleri alanı genişletmek için ‘muktedirler’ tarafından başlatılan savaşların, toplumun sıradan insanlarının yaşamlarında yarattığı yıkımlar gerçekten çok acı. Muktedirler seviyesinde taraflardan biri kazanmış gibi görünse de, sıradan insanların dünyasında savaşın kazananı yok.
Bu yüzden bir süre sonra savaşın nedenleri, kahramanlık hikâyeleri, yarattığı vahşet veya sebep olduğu dramlar gibi konulardan uzaklaşıp, ‘anlamsızlığı’ üzerine yoğunlaşıyorum.
Ve ‘savaşın anlamsızlığı’ üzerine beni en çok etkileyen iki sözün sahiplerine kulak veriyorum. Biri; 1934 –1996 yılları arasında yaşayan, popüler bilim kitaplarıyla ve yazımında yer alıp sunduğu televizyon dizisi “Kozmos” ile dünya çapında tanınan, ünlü Amerikalı gökbilimci, astrobiyolog Profesör Carl Edward Sagan.
Diğeri ise 1904’teki Rus-Japon Savaşı’na katılan babamın dedesi Kuşuk Mısostov.
Carl Sagan savaşın anlamsızlığını vurgulayan sözlerini, Voyager 1 uzay gemisi tarafından çekilen ve dünyayı, uçsuz bucaksız uzayın derinliklerinde 0.12 piksel büyüklüğünde küçücük bir nokta olarak gösteren ‘Soluk Mavi Nokta’ ismi verilen bu fotoğrafa bakarak, fotoğrafla aynı isimdeki kitabı için yazmıştır:
“Uzayın derinliğinden bu resmi çekmeyi başardık. Eğer bu resme dikkatlice bakarsanız, orada bir nokta göreceksiniz.
Dünya, dev bir evrensel arenada yer alan çok küçük bir sahnedir. Bütün o komutan ve imparatorların akıttıkları kan göllerini düşünün… Şan ve şöhret içerisinde, bu noktanın küçük bir parçasında kısa bir süre için efendi olabildiler. Bu noktanın bir köşesinde yaşayanların, başka bir köşesinde yaşayan ve kendilerinden zar zor ayırt edilebilen diğerleri üzerinde uyguladıkları zulmü düşünün… Anlaşmazlıkları ne kadar sık, birbirlerini öldürmeye ne kadar istekliler, nefretleri ne kadar yoğun!
Bu soluk ışık noktası, bütün o kasılmalarımıza, kendi kendimize atfettiğimiz öneme ve evrende öncelikli bir konuma sahip olduğumuz yolundaki yanlış inancımıza meydan okuyor. Gezegenimiz, çevremizi saran o büyük evrensel karanlığın içerisinde yalnız başına duran bir toz zerreciğidir. İnsan kibrinin akıl dışılığını, küçük dünyamızın uzaktan çekilmiş bu görüntüsünden daha iyi gösterebilecek bir şey yoktur. ‘’
Kuşuk Mısostov ise, Carl Sagan’ın söz ettiği savaşlardan birinin tam içinden, bu kez o ‘Soluk Mavi Nokta’nın üzerinden bir gece vakti, yine uzay boşluğuna bakarak başka kelimelerle ifade etmiş savaşın anlamsızlığını.
Yazar O.B. Gurtuev’in “Aziz George Nişanı Sahibi“ kitabında anlatıldığına göre, 1904 yılında memleketinden 6.000 küsur kilometre uzaklıktaki Mançurya Bölgesi’nde devam eden Rus-Japon savaşının ortasındayken hissettiği hüznü, Kabardey Bölgesi’nden birlikte geldikleri arkadaşı Taubiy (Balkar prenslerine verilen ad) Kanşoubi Kelemetov’a şöyle aktarmış.
“Şu an Misostovo Köyümde olmak isterdim. Büyük oğlum Alhas’ın delikanlılığa yeni adım attığı, yedi yaşındaki Mahometgeri’nin okula başlayacağı, baba sevgisi arayan Kaplangeri’nin yeni yeni yürümeye başladığı yerde, Misostovo’da huzur içinde yaşamak isterdim. Ama ne oldu? Rusya ve Japonya, her ikisine de ait olmayan topraklar için kavga ettiler. Ne Rus Çar’ına, ne Japon İmparatoru’na, hele bana hiç ait olmayan topraklar için. Ve benim, kendi tebaamın prensi ve de çarın bir tebaası olarak örnek olmam, bu savaşa gönüllü gelmem gerekti. Biz kendi toprağımızda pşı ve taubiy idik, ama şimdi yâd ellerde sadece 100 atlıyız.’’
Son çar II. Nikolay’ın, büyük dedeme bu sözleri söyleten Rus-Japon Savaşı’na katılma kararını vermesi, hem Romanov ailesi, hem de Çarlık Rusya’sında yaşayan halklar için trajik gelişmelere yol açtı. Rus ordusunun ülkelerinden çok uzaktaki topraklarda katıldıkları savaş, çok sayıda askerin ölümüne ve özellikle Rus donanmasında büyük kayıplara neden oldu. Birçok kaynağa göre bu savaş, zaten uzun yıllardır yaşanan sonu gelmez savaşlar nedeniyle büyük bir yoksulluğun hüküm sürdüğü Rusya’da yakında başlayacak halk hareketini ve Bolşevik İhtilalini tetikleyen en somut nedenlerden biri oldu. Aslında Çar II. Nikolay bu savaşa katılarak yüzyıllardır süren Romanov Hükümdarlığı’nın ve kendi ailesinin de sonunu hazırladı.
Rus Çarı, Japonya ile savaşa girme kararı aldığında, İmparatorluk sınırları içinde yaşayan halklardan da diğer savaşlarda olduğu gibi asker göndermelerini istedi. Uzun yıllar süren direnişlerinde yenilgiye uğrayan ve toprakları Ruslar tarafından işgal edilen Kabardey Bölgesi, bu savaşa tarihte ‘Kabardey 100 Atlısı’ adıyla anılan birlikle katılmak zorunda kaldı. 47 yaşındaki Kuşuk Mısostov da, Kabardey Bölgesi’nin yönetici ailelerinden birinin mensubu olarak, kâğıt üstünde ‘gönüllü’ ama belli ki gönülsüz olarak Mançurya’ya gitmek zorunda kaldı.
Kuşuk’un sözleri daha sonraki gelişmeleri bilen bizler için daha da anlamlı ve üzücü.
Savaşın tarafı iki ülkeye de ait olmayan, hele kendisi ve halkıyla hiç alakası bulunmayan topraklara gönülsüz gelişini sorgulayan ve sadece çocuklarının büyüdüğüne tanık olmak isteyen Kuşuk Mısostov memleketine sağ dönecek, 57 yaşındayken bu kez I. Dünya Savaşı’na katılmak zorunda kalacak ve bu savaşların yarattığı olumsuz koşulların neden olduğu Bolşevik İhtilali, Romanovlar gibi kendi ailesi için de yıkım getirecekti.