Savaştan, ölümden, açlıktan uzaklaşmak için ülkemizin kıyılarında ağır bedeller ödeyen bu insanları, hep acı dolu öykülerle birlikte dinledik gözlerimiz dolu dolu. Derken 2020 yılına girdiğimizde pandemi günleri başladı, bir karabasan gibi dünyanın üzerine çöküveren bu felaketin gölgesinde tamamen gündemin dışında kalıverdiler birden. Oysa onları Yunanistan-Türkiye sınırında ara bölgede öylece bırakmıştık en son haber bülteninde. Ne geri dönebiliyorlar, ne ileri gidebiliyorlardı hani, empati yapmaya çalışmıştım da, bu kadarı bile yüreğimi kanatmaya yetmişti, ama ben bile koronanın şokunu atlatmaya çalıştığım günler içinde unutuvermiştim onları işte… Ta ki, arkadaşım Anıt Baba telefon sohbetimizde bahsedinceye kadar. “Mülteciler” diyordu Anıt, kurduğu www.refugeenewsturkey.org sitesinde neler yaptıklarını anlatıyordu, “belgesel” dedi sonra “Artık Onlar Bizim Rengimiz” olacaktı adı. Bu isim hatırlattı birden, sınırda, açık arazide unuttuk onları dedim, kendi güvenli evlerimize kapandık hastalık korkusuyla, ne yaptılar günlerdir? Sordum, anlattı. “Belgesel için ben de bir şeyler yapsam mı?”, “Çok iyi olur” dedi. Bir adım attım ve kendimi mülteci göçmenlerin, bildiğimden, duyduğumdan bambaşka dünyasında buluverdim.
Burada acılarını boynuna asıp gezen, karanlık bakışları yerde, kendilerine uzanan elleri bekleyen umutsuz insanlar yoktu. Pırıltılı gözlerini gökyüzüne kaldırmış, dik omuzlarına vücutlarının bir parçası gibi asıverdikleri gitarları, kameraları, utları, çantalarıyla, şarkılara hayat veren cıvıl cıvıl enerjik sesleriyle, geleceğe güven özlemi içinde, rengârenk, dimdik adamlar, kadınlar vardı baktığım yerde. Her biri özveriyle, karıncalar misali ordan oraya koşturarak bir şeylerin ucundan tutan emektar ekiple tek vücut halinde, hayat öykülerini, umutlarını anlattıkları film çekimleri yapmışlardı. Ardından muhteşem bir müzik festivalinde binlerce izleyiciye kendi ülkelerinin ezgilerini dinleten star şarkıcılar olmuşlar, sonrasında bir dizi yeni belgeselde bu defa başrol oynamışlar, bir kaç gün önce de (17 Nisan) belgeselin gala gecesinde canlı yayında kırmızı halıda boy göstermişlerdi. Onlar artık sadece bizim kahramanlarımız değil, Türkiye’de, Avrupa’da ve kendi ülkelerinde de belli bir hayran kitlesinin imrenilen mülteci yetenekleri oldular. Şimdi ise yeni vatanları Türkiye’de, uzun süreceği belli olan korona günlerinde yıkılmadan, dayanışma içinde çalışarak üretmenin başarı hazzını, Refugeenewsturkey çalışma ekibiyle omuz omuza birlikte paylaşıyorlar…
Tüm bu projelerin mimarı, koordinatörü, İnsan Hakları Hukuku ve Mülteci Hukuku uzmanı olarak ekibin belkemiği aynı zamanda, moral hocası, toparlayıcısı, her şeyi olan arkadaşıma sordum olan biteni. “Ben duygularımı, gözlemimi anlatırım, sen neler olduğunu benim pek de bilmediğim gerçek yönüyle anlat lütfen, yazayım” dedim. Kırmadı beni Anıt Baba, şunları söyledi:
“2020 Kasım ayında bir projeye başladık. Kamuoyundaki kara propagandadan olumsuz etkilenen mülteci algısının olumlu yönde desteklenmesi için hayata geçen bir projeydi. Bu çerçevede, mültecilerin toplum için yük oldukları, çalışmadıkları, üretimlerinin olmadığı şeklindeki yaygın algıların doğru olmadığını, gerçeklerin başka olduğunu gösterecek bir çalışma yapalım dedik, bunu projelendirdik, AB fonu Sivil Düşün tarafından projemiz desteklenmeye uygun bulundu. Çalışmalara başladık, bu sayede çok sayıda mülteci müzisyen sanatçı ile tanışma fırsatımız oldu. Biz bu projeyle ilgilenirken, 2017’den bu yana mültecilerin sesi olmaya çalışan, editörü olduğum www.refugeenewsturkey.org web sitesi üzerinden, Mülteci ve Göçmenlerin Yerel Entegrasyonu Derneği’nin (MÜGYED) İngiltere temsilcisi Cansu Denef Busun bize ulaştı. İngiltere’den (Mavi Production adlı şirketin yetkilisi) Eda Çatalcam’ın bir mülteci film festivali önerisinde bulunduğunu iletti.
Hemen ardından bir süredir çalışmaları devam eden, altı bölümlük “Artık Onlar Bizim Rengimiz” belgeselleri tamamlandı. Bir online gala gecesiyle bunu duyurmak istediler, ne de olsa artık online yayın konusunda hayli yol alınmış, teknik aksaklıklar büyük ölçüde giderilmişti. Bu defa Refugeenewsturkey ve MÜGYED baş başaydı bu çalışmada. Yine gönüllü ekiple, geceli gündüzlü hummalı bir çalışmayla 17 Nisan Cumartesi gecesi muhteşem bir galaya imza attılar. Galada her biri 12’şer dakikalık altı bölüm halinde çekilen belgeseller, arka arkaya gösterildi. Her biri bir loganla özdeşleştirilerek anlatılan;
“Halep’ten Gitarıyla Gelen Çocuk” Omar’ın,
“İstanbul’a Âşık Bir Cezayirli” Wassim’in,
“Gönül Adamı” Alaa’nın,
“Kabil’den Gelen Ödüllü Bir Sinemacı” Vega’nın,
“Küçükyalı’da Bir Kral” Enzo’nun,
“Lensin Ardındaki Kadın Gözü” Sareh’in
mücadele ve umut dolu hikâyelerini, kendi samimi sözlerinden öğrendik. Ardından yönetmen ve belgeselde tanıtılan sanatçıların bazıları ile kısa sohbetler yapıldı, heyecanla yeni projelerini, hayallerini anlattılar. AB programı Sivil Düşün yetkilisi Orhun Bayraktar ve çalışmaları yakından izleyen yazar Adnan Özveri de farklı iki bakışla belgesel izlenimlerini aktardılar.
Hepsi güzel çalışmalardı, emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum buradan. Kendi adıma çok bilgilendiğimi, bakış açımı geliştirdiğimi söyleyebilirim bu sayede, umarım herkese böyle olmuştur. Çünkü gerçekten ihtiyacımız var barışıklığa, birbirimizi kucaklamaya… Mülteci sanatçılarımızdan Enzo İkah’ı anlatan başka bir röportajı izlemiştim, Enzo’nun orada dikkatimi çeken bir sözü aklımdan hiç çıkmadı; “Bir ağaçtan kuşlar, yapraklar, insanlar, böcekler ve daha birçok canlı aynı anda beslenirler, bir ağaç hepsini hayatta tutar, kendisi de onlar sayesinde yaşar. Biz insanlar neden böyle olamıyoruz…”
Mülteci-Göçmen Online Müzik Festivali: https://bit.ly/3grrkpU
Belgesel izleme linki: https://bit.ly/3dgr62O
Belgesel galasını izleme linki: https://bit.ly/2Q9hbn3
Yukarıda kısa ve öz anlatmaya çalıştığım bu süreç boyunca, konuya daha hâkim olabilmek adına karıştırdığım kaynaklardan yararlanarak sizinle paylaşmak istediğim bazı tespitlerim şöyle:
Bunun dışında, iletişim kanallarının sunduğu fırsatlar aracılığıyla zamana ve mekâna ilişkin algıların hızla yer değiştirdiği çağımızda, insanların dünyanın her köşesinde neler olup bittiğinden hemen haberdar olması, hızlı, ucuz ve rahat seyahat seçeneklerinin ortaya çıkması, yaşanan hareketlilikte belirleyici olmaya başlamış, insanları bazen tek tek, bazen gruplar halinde kendi istekleriyle bir yerden bir yere sürükleyebilmiştir. Hatta bazı uzmanlara göre bu durum yer değiştirmeyi bazı toplumların karakteri haline getirmiş, mülteci hareketlerinin sürekli tekrarlanmasına neden olmuştur. Öyle ki günümüze gelinceye kadar kullanılan, sınırları güçlendirmeye, kabulü zorlaştırmaya yönelik tüm engellemelere rağmen, günümüzde küresel ölçekli insan hareketliliği geçmiş dönemlerden daha yoğun bir biçimde gerçekleşmeye devam ediyor.
Gelinen noktada, günümüzdeki göç ve mülteci hareketlerini sadece belirli sınırlar içerisinde değil, belli yönleri olmayan, dünyayı küresel kapsayan hareketler olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.
Ancak bu yerleşmiş döngüye rağmen günümüzde yine de göç ve mültecilik kavramının, yüzleşilmesi gereken bir gerçek olarak kabul edilmediğine, muhatabı olduğu taraflar açısından kriz durumu gibi görüldüğüne tanık oluyoruz. Elbette çoğunlukla ekonomik, ikincil olarak da politik nedenlerle, daha çok bu haklar konusunda azgelişmiş bölgelerden, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere doğru yoğunlaşan mültecilik-göçmenlik olgusunun, günümüzde birçok ülke için nedenleri, sonuçları ile tarafların en az zarar, hatta daha çok fayda göreceği şekilde yeniden masaya yatırılması zorunlu bir konudur. Bu zorunluluğu birkaç rakamla daha net anlatacağımı umuyorum:
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin son verilerine göre 2019 yılı sonu itibarıyla dünyada 79.5 milyon insan zorla yerinden edilmiş, 45.7 milyon insan kendi ülke sınırları içinde göçe zorlanmış, 26 milyon insan mülteci durumunda ve sığınmacı insan sayısı ise 4.2 milyon. Bu rakamlara iş, eğitim ve benzer nedenlerle yer değiştirme şeklindeki gönüllü göçler dahil değildir.
Dünya nüfusunun 2021 yılı itibarıyla 7 milyar 837 milyon kişi olduğunu düşünürsek ve bu satırlarda sadece birer rakam olarak gördüğümüz her bir insanın, göç hareketiyle etkide bulunduğu diğer insanları hesaba katarsak, rakamların aslında ne kadar yüksek kayıplara karşılık geldiğini görebiliriz…
Öyleyse gelin şöyle düşünelim bir an; dünya hepimizin ortak evidir, odalarımız da sınırlarını kendimizin koyduğu ülkelerimiz olsun. Odalarımızı konuklarımızla ne kadar çok paylaşırsak, tüm dünya o kadar kocaman bir aile olur.
Unutmayalım ki aynı gökyüzü altında bizler, birbirimizi ötekileştirmediğimiz kadar insanız.