2015 Eylül’ünde Bodrum kıyılarına vurmuştu üç yaşındaki Aylan bebeğin cansız bedeni. Görüntülerin tüm dünya gibi bizi de derinden sarstığı günlerde, daha ilgiyle takip eder olmuştuk mülteci ve göçmen haberlerini.
Savaştan, ölümden, açlıktan uzaklaşmak için ülkemizin kıyılarında ağır bedeller ödeyen bu insanları, hep acı dolu öykülerle birlikte dinledik gözlerimiz dolu dolu. Derken 2020 yılına girdiğimizde pandemi günleri başladı, bir karabasan gibi dünyanın üzerine çöküveren bu felaketin gölgesinde tamamen gündemin dışında kalıverdiler birden. Oysa onları Yunanistan-Türkiye sınırında ara bölgede öylece bırakmıştık en son haber bülteninde. Ne geri dönebiliyorlar, ne ileri gidebiliyorlardı hani, empati yapmaya çalışmıştım da, bu kadarı bile yüreğimi kanatmaya yetmişti, ama ben bile koronanın şokunu atlatmaya çalıştığım günler içinde unutuvermiştim onları işte… Ta ki, arkadaşım Anıt Baba telefon sohbetimizde bahsedinceye kadar. “Mülteciler” diyordu Anıt, kurduğu www.refugeenewsturkey.org sitesinde neler yaptıklarını anlatıyordu, “belgesel” dedi sonra “Artık Onlar Bizim Rengimiz” olacaktı adı. Bu isim hatırlattı birden, sınırda, açık arazide unuttuk onları dedim, kendi güvenli evlerimize kapandık hastalık korkusuyla, ne yaptılar günlerdir? Sordum, anlattı. “Belgesel için ben de bir şeyler yapsam mı?”, “Çok iyi olur” dedi. Bir adım attım ve kendimi mülteci göçmenlerin, bildiğimden, duyduğumdan bambaşka dünyasında buluverdim.
Burada acılarını boynuna asıp gezen, karanlık bakışları yerde, kendilerine uzanan elleri bekleyen umutsuz insanlar yoktu. Pırıltılı gözlerini gökyüzüne kaldırmış, dik omuzlarına vücutlarının bir parçası gibi asıverdikleri gitarları, kameraları, utları, çantalarıyla, şarkılara hayat veren cıvıl cıvıl enerjik sesleriyle, geleceğe güven özlemi içinde, rengârenk, dimdik adamlar, kadınlar vardı baktığım yerde. Her biri özveriyle, karıncalar misali ordan oraya koşturarak bir şeylerin ucundan tutan emektar ekiple tek vücut halinde, hayat öykülerini, umutlarını anlattıkları film çekimleri yapmışlardı. Ardından muhteşem bir müzik festivalinde binlerce izleyiciye kendi ülkelerinin ezgilerini dinleten star şarkıcılar olmuşlar, sonrasında bir dizi yeni belgeselde bu defa başrol oynamışlar, bir kaç gün önce de (17 Nisan) belgeselin gala gecesinde canlı yayında kırmızı halıda boy göstermişlerdi. Onlar artık sadece bizim kahramanlarımız değil, Türkiye’de, Avrupa’da ve kendi ülkelerinde de belli bir hayran kitlesinin imrenilen mülteci yetenekleri oldular. Şimdi ise yeni vatanları Türkiye’de, uzun süreceği belli olan korona günlerinde yıkılmadan, dayanışma içinde çalışarak üretmenin başarı hazzını, Refugeenewsturkey çalışma ekibiyle omuz omuza birlikte paylaşıyorlar…
Tüm bu projelerin mimarı, koordinatörü, İnsan Hakları Hukuku ve Mülteci Hukuku uzmanı olarak ekibin belkemiği aynı zamanda, moral hocası, toparlayıcısı, her şeyi olan arkadaşıma sordum olan biteni. “Ben duygularımı, gözlemimi anlatırım, sen neler olduğunu benim pek de bilmediğim gerçek yönüyle anlat lütfen, yazayım” dedim. Kırmadı beni Anıt Baba, şunları söyledi:
“2020 Kasım ayında bir projeye başladık. Kamuoyundaki kara propagandadan olumsuz etkilenen mülteci algısının olumlu yönde desteklenmesi için hayata geçen bir projeydi. Bu çerçevede, mültecilerin toplum için yük oldukları, çalışmadıkları, üretimlerinin olmadığı şeklindeki yaygın algıların doğru olmadığını, gerçeklerin başka olduğunu gösterecek bir çalışma yapalım dedik, bunu projelendirdik, AB fonu Sivil Düşün tarafından projemiz desteklenmeye uygun bulundu. Çalışmalara başladık, bu sayede çok sayıda mülteci müzisyen sanatçı ile tanışma fırsatımız oldu. Biz bu projeyle ilgilenirken, 2017’den bu yana mültecilerin sesi olmaya çalışan, editörü olduğum www.refugeenewsturkey.org web sitesi üzerinden, Mülteci ve Göçmenlerin Yerel Entegrasyonu Derneği’nin (MÜGYED) İngiltere temsilcisi Cansu Denef Busun bize ulaştı. İngiltere’den (Mavi Production adlı şirketin yetkilisi) Eda Çatalcam’ın bir mülteci film festivali önerisinde bulunduğunu iletti.
Ancak çok yakın zamanda Göç İdaresi tarafından bu içerikli bir film festivali yapılmıştı. Ayrıca bir film festivalinin bizim düşündüğümüz coşkuyu, kardeşlik ortamını yaratmasının pek mümkün olmadığını düşündüğümüzü söyledik. Bunun yerine bir müzik festivali önerdik, isminin de ‘Aynı Gökyüzü Altında-Under The Same Sky’ Mülteci-Göçmen Online Müzik Festivali olmasını önerdik. Mavi Production da isim önerimizi kabul etti. Bizim o sıralar çekimlerine devam ettiğimiz ‘Artık Onlar Bizim Rengimiz’ belgesel projesinde birlikte çalıştığımız mülteci müzisyen arkadaşlardan oluşan hazır bir çevremiz vardı. Mavi Productions da Türkiye’de çok sayıda sanatçıyla ilişki içindeydi. Bu iki ekibin birlikteliğinden güzel bir enerji çıktı ortaya. Bu enerjiyle, çok ufak tefek katkılar dışında, hiçbir sponsor olmadan projemizi başarıyla gerçekleştirebildik. Bahsettiğim, Türkiye ve İngiltere’den yapılan mütevazı katkılar da giderlerimizi karşılama konusunda yeterli oldu, bu anlamda onlara da çok teşekkür ediyoruz. Bunun dışında herkes gönüllü çalıştı, mülteci müzisyenler, konuk sanatçılar, çevirmenler, teknik ekip, hepsi büyük bir ciddiyetle ve özveriyle işlerini yaptılar projenin sonuna kadar. Yaklaşık üç ay süren çalışma sürecimizde ekipten korona olanlar nedeniyle işimiz bir miktar yavaş ilerledi, neyse ki hepsi iyileşti. Daha sonra oldukça zor bir teknik aksaklık süreci yaşadık, bunun haricinde provalarımızda umutsuzluğa kapıldığımız zamanlar da oldu… Ama hep ileriye baktık, hatalarımızı tek tek belirleyip onlara odaklanarak, düzelterek sistematik bir çalışma yürüttük. Zamanında ve doğru müdahaleler yapıldı. Sonunda 27 Mart 2021 Cumartesi gecesi, sayıları 30’u aşkın mülteci ve konuk sanatçının müzikleriyle ve canlı röportajlarıyla katıldığı, altı saatlik bir maraton temposunda süren etkinliğimizi gerçekleştirdik. Canlı yayınımızı 3 bin 500’ün üzerinde kişi izledi. Etkinliğimize ünlü pop ve caz sanatçımız Sibel Tüzün’ün de aralarında olduğu, İngiltere’den, Amerika’dan konuk sanatçıların yanı sıra hem Türkiye’den, hem Abhazya’dan Çerkes ve Abaza sanatçılar da katıldılar (Hibla Mukba, Tamara Raven, Tambi Cimuk). Onların katılımı Çerkes-Abaza diasporasının da ilgisini çekti, festivalin izlenme oranını artırdığı gibi, etkinliğe büyük bir renk kattı, bu arada kısa bir slaytla Abhazya’nın tanıtımını da yapma imkânı bulduk…”
“Aynı Gökyüzü Altında” müzik festivalini canlı yayın ve sonrasında çok sayıda insan izledi, basın ilgiyle karşıladı, sayfalarında yer verdi. Çalışan, üreten mülteci sanatçılara yalnız olmadıklarını, yaptıklarını takdir ederek gösterdik, umut verdik.
Hemen ardından bir süredir çalışmaları devam eden, altı bölümlük “Artık Onlar Bizim Rengimiz” belgeselleri tamamlandı. Bir online gala gecesiyle bunu duyurmak istediler, ne de olsa artık online yayın konusunda hayli yol alınmış, teknik aksaklıklar büyük ölçüde giderilmişti. Bu defa Refugeenewsturkey ve MÜGYED baş başaydı bu çalışmada. Yine gönüllü ekiple, geceli gündüzlü hummalı bir çalışmayla 17 Nisan Cumartesi gecesi muhteşem bir galaya imza attılar. Galada her biri 12’şer dakikalık altı bölüm halinde çekilen belgeseller, arka arkaya gösterildi. Her biri bir loganla özdeşleştirilerek anlatılan;
“Halep’ten Gitarıyla Gelen Çocuk” Omar’ın,
“İstanbul’a Âşık Bir Cezayirli” Wassim’in,
“Gönül Adamı” Alaa’nın,
“Kabil’den Gelen Ödüllü Bir Sinemacı” Vega’nın,
“Küçükyalı’da Bir Kral” Enzo’nun,
“Lensin Ardındaki Kadın Gözü” Sareh’in
mücadele ve umut dolu hikâyelerini, kendi samimi sözlerinden öğrendik. Ardından yönetmen ve belgeselde tanıtılan sanatçıların bazıları ile kısa sohbetler yapıldı, heyecanla yeni projelerini, hayallerini anlattılar. AB programı Sivil Düşün yetkilisi Orhun Bayraktar ve çalışmaları yakından izleyen yazar Adnan Özveri de farklı iki bakışla belgesel izlenimlerini aktardılar.
Hepsi güzel çalışmalardı, emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum buradan. Kendi adıma çok bilgilendiğimi, bakış açımı geliştirdiğimi söyleyebilirim bu sayede, umarım herkese böyle olmuştur. Çünkü gerçekten ihtiyacımız var barışıklığa, birbirimizi kucaklamaya… Mülteci sanatçılarımızdan Enzo İkah’ı anlatan başka bir röportajı izlemiştim, Enzo’nun orada dikkatimi çeken bir sözü aklımdan hiç çıkmadı; “Bir ağaçtan kuşlar, yapraklar, insanlar, böcekler ve daha birçok canlı aynı anda beslenirler, bir ağaç hepsini hayatta tutar, kendisi de onlar sayesinde yaşar. Biz insanlar neden böyle olamıyoruz…”
Bu güzel, anlamlı çalışmaların birçok yüreğe dokunduğunu düşünüyorum ve aynı enerjiyle yenilerinin yapılmasını umuyorum. “Aynı Gökyüzü Altında” Mülteci-Göçmen Online Müzik Festivali ve “Artık Onlar Bizim Rengimiz” belgesel çekimlerini ve gala gecesini izlemek isteyenler için link vermek isterim:
Mülteci-Göçmen Online Müzik Festivali:
Belgesel izleme linki:
Belgesel galasını izleme linki:
Yukarıda kısa ve öz anlatmaya çalıştığım bu süreç boyunca, konuya daha hâkim olabilmek adına karıştırdığım kaynaklardan yararlanarak sizinle paylaşmak istediğim bazı tespitlerim şöyle:
Göçmenlik, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Bu anlamda “hepimiz göçmeniz” dersek yanlış olmaz kanısındayım. Kendi aile tarihimizin derinlerine indiğimizde çoğunluğumuz atalarımızın, kendileri ve sonraki soylarının daha iyi, daha güvenli bir geleceğe sahip olması uğruna vatanını terk ettiğini, yer değiştirdiğini görürüz. Genellikle, bir gün vatana geri dönme özlemini hayatı boyunca içinde yaşatmak pahasına yapılan bu terk edişin, tüm insanlığa yayılan bir eylem olduğunu göz önüne alırsak, dünya üzerinde her dönemde ve sürekli olarak, büyük bir göç hareketliliğinin var olduğunu ve çoğunlukla zorunlu yer değiştirmeler şeklinde yaşandığını görürüz.
Bunun dışında, iletişim kanallarının sunduğu fırsatlar aracılığıyla zamana ve mekâna ilişkin algıların hızla yer değiştirdiği çağımızda, insanların dünyanın her köşesinde neler olup bittiğinden hemen haberdar olması, hızlı, ucuz ve rahat seyahat seçeneklerinin ortaya çıkması, yaşanan hareketlilikte belirleyici olmaya başlamış, insanları bazen tek tek, bazen gruplar halinde kendi istekleriyle bir yerden bir yere sürükleyebilmiştir. Hatta bazı uzmanlara göre bu durum yer değiştirmeyi bazı toplumların karakteri haline getirmiş, mülteci hareketlerinin sürekli tekrarlanmasına neden olmuştur. Öyle ki günümüze gelinceye kadar kullanılan, sınırları güçlendirmeye, kabulü zorlaştırmaya yönelik tüm engellemelere rağmen, günümüzde küresel ölçekli insan hareketliliği geçmiş dönemlerden daha yoğun bir biçimde gerçekleşmeye devam ediyor.
Gelinen noktada, günümüzdeki göç ve mülteci hareketlerini sadece belirli sınırlar içerisinde değil, belli yönleri olmayan, dünyayı küresel kapsayan hareketler olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.
Ancak bu yerleşmiş döngüye rağmen günümüzde yine de göç ve mültecilik kavramının, yüzleşilmesi gereken bir gerçek olarak kabul edilmediğine, muhatabı olduğu taraflar açısından kriz durumu gibi görüldüğüne tanık oluyoruz. Elbette çoğunlukla ekonomik, ikincil olarak da politik nedenlerle, daha çok bu haklar konusunda azgelişmiş bölgelerden, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere doğru yoğunlaşan mültecilik-göçmenlik olgusunun, günümüzde birçok ülke için nedenleri, sonuçları ile tarafların en az zarar, hatta daha çok fayda göreceği şekilde yeniden masaya yatırılması zorunlu bir konudur. Bu zorunluluğu birkaç rakamla daha net anlatacağımı umuyorum:
Şöyle ki; kesin bir rakam belirtemesek de eldeki kaynaklara bakarak bugün dünya üzerinde 10 milyondan fazla insanın, doğdukları topraklar dışında yaşamlarını sürdürdüklerini söyleyebiliriz. Özellikle mülteci hareketinin, dünya genelinde güney ülkelerinden kuzey ülkelerine doğru gerçekleştiği (mülteci statüsünde olanların yaklaşık % 90’ı üçüncü dünya ülkelerinden gelmekte), Türkiye bağlamında ise deniz kıyıları ile doğu ve güney kara sınırları ekseninde gerçekleştiği bilinen bir gerçektir.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin son verilerine göre 2019 yılı sonu itibarıyla dünyada 79.5 milyon insan zorla yerinden edilmiş, 45.7 milyon insan kendi ülke sınırları içinde göçe zorlanmış, 26 milyon insan mülteci durumunda ve sığınmacı insan sayısı ise 4.2 milyon. Bu rakamlara iş, eğitim ve benzer nedenlerle yer değiştirme şeklindeki gönüllü göçler dahil değildir.
Dünya nüfusunun 2021 yılı itibarıyla 7 milyar 837 milyon kişi olduğunu düşünürsek ve bu satırlarda sadece birer rakam olarak gördüğümüz her bir insanın, göç hareketiyle etkide bulunduğu diğer insanları hesaba katarsak, rakamların aslında ne kadar yüksek kayıplara karşılık geldiğini görebiliriz…
Öyleyse gelin şöyle düşünelim bir an; dünya hepimizin ortak evidir, odalarımız da sınırlarını kendimizin koyduğu ülkelerimiz olsun. Odalarımızı konuklarımızla ne kadar çok paylaşırsak, tüm dünya o kadar kocaman bir aile olur.
Unutmayalım ki aynı gökyüzü altında bizler, birbirimizi ötekileştirmediğimiz kadar insanız.