Hafızamda Kalanlar – Pşevu Ali Bey – Mayıs 2021

0
1729

80’li yılların sonunda Amerika’da ortak bir tanıdığın evinde tesadüfen karşılaşan halam ve Çerkes Ethem’in abisi Reşit Bey’in torunu Reşit ile Kolombiyalı eşinin bulunduğu bu fotoğraf, Rauf Orbay’ın anılarında anlattığı, Milli Mücadele dönemine dair okuduğum tüm yazılar arasında beni en çok etkileyen kısa bir ‘an’a götürdü.

Okuduğumda, bu yazının öznesi Pşevu Ali Bey’in, aile bireylerinin birkaç yıl sonra başlayacak ve uzun yıllar sürecek talihsiz serüvenlerine tanık olacak kadar yaşamamış olduğunu dilediğim o kısa zaman dilimi…

Mondros Mütarekesi imzalanmıştır ve İstanbul işgal altındadır (Kısa süre sonra, 15 Mayıs’ta da Yunan ordusu İzmir’e çıkacaktır). Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali Fuad Cebesoy ve Rauf Orbay, bir süredir gizlice yürüttükleri hazırlıkları tamamlayarak, Milli Kurtuluş Mücadelesi’ni başlatmaya karar verirler. Mustafa Kemal harekete liderlik etmek üzere Anadolu’ya geçecek, Kâzım Karabekir 15. Kolordu’nun, Ali Fuad Cebesoy 20. Kolordu’nun başındaki görevlerine daha sonra Anadolu’da buluşmak üzere dönecekler. Rauf Orbay, önce hükümetteki etkisini kullanarak Miralay Bekir Sami Bey’in 17. Kolordu’nun başına atanmasını sağlayacak, ki bu ordular ileride harekete askeri destek olacak, daha sonra askerlikten istifa ederek, Batı Anadolu’dan başlayarak Milli Mücadele’nin örgütlenmesi için görüşmeler yapacaktır. Daha sonra o da Anadolu’da paşalarla buluşacaktır.

Mondros Mütarekesi şartları gereği Osmanlı ordusu dağıtılmış, evlerine dönen askerler ile bir halk hareketi örgütlemek gereği doğmuştur.

Kafkasya’dan gelip İstanbul’a yerleşen, Abaza bir sülaleye mensup olan eski Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Rauf Orbay’a Anadolu’da “Hamidiye Kahramanı” olarak çok saygı duyulması ve Çerkes toplumunda da sözü geçen bir büyük olarak bilinmesi, ilerleyen tarihlerde görüleceği gibi örgütlenmenin hızla kurulması açısından büyük avantaj sağlayacaktır.

Rauf Orbay, yanında kız kardeşinin eşi, Çerkeslerin Şapsığ boyuna mensup Deniz Binbaşı Aziz Bey ile beraber İstanbul’dan ayrılırlar. Bu amaçla ilk gittikleri yer, oğullarının Milli Mücadele’ye katılması için babalarından izin alacağı bir ailenin Bandırma limanının karşısındaki geniş bahçeli, Rauf Bey’in anılarındaki ifadeyle şato gibi evidir.

Evin sahibi, Kafkasya’nın Şapsığ Bölgesi’nden göç etmiş, 90 yaşlarında Pşevu Ali Bey’dir. Pşevu Ali Bey’in beş oğlundan dördü Kafkasya’da, Çakır diye seslendiği 1886 doğumlu küçük oğlu ise Osmanlı topraklarında doğmuştur. Pşevu’lar Kafkasya’dan geldiklerinde ilk yerleştikleri Emreköy’de büyük arazileri ve işlettiği değirmenler olan, hali vakti yerinde bir Çerkes ailesidir. Pşevu Ali Bey’in beş oğlundan ikisi İlyas ve Nuri daha önce şehit düşmüştür.

Rauf Orbay ülkenin genel durumunu anlatıp Milli Mücadele’yi başlatmak için yaptıkları planları açıklayınca, Pşevu Ali Bey, eli tutan herkesin Yunan’a karşı koyması gerektiğini söyleyip şehit düşen oğullarından geriye kalan üç oğlunu göstererek “Bunlar ne güne duruyor? Benim de elim silah tutar… Millet çaresiz, yol göstermek gerek… Buranın halkından yüzünüzü kara çıkaracak namert çıkmaz. Yeter ki gerçekleri anlatan, doğruyu eğriyi gösteren kişiler öne geçsin” der.

İşte ‘o an’ı ben adeta odanın bir köşesinden izlemiş gibiyim.

İki oğlunu şehit vermiş, 90 yaşlarındaki bir babanın diğer oğullarını da vatan savunmasına hiç tereddüt etmeden göndermesi, bunları söylerken askeri geçmişlerini önemsemiyor görünerek, onların olduğu tarafa bakmadan eliyle oğullarını işaret etmesi bana o kadar tanıdık gelen ‘Çerkesvari’ bir duruş ki…

Oysa ‘Bunlar ne güne duruyor?’ diyerek eliyle işaret ettiği, konuşulanları sessizce dinleyen oğulları Osmanlı ordusunun subayları, Teşkilat-ı Mahsusa’nın en çetin adamlarıdır…

Onlar, Rauf Orbay’ın “1911’de Trablusgarp Harbi’nde ikisi de yüzbaşı olan Reşit ve Tevfik Beylerle beraberdik. Ethem ise Irak-İran-Afgan Heyet-i Seferiyesi’nde (Rauf Orbay’ın komuta ettiği sefer) Akıncı Müfreze kumandanlarındandı. Üçü de Teşkilat-ı Mahsusa kadrosu içinde yetişmişlerdi. Gerilla savaşında tecrübeli ve mahirlerdi. Ethem, Tebriz’den Hemedan’a Ali İhsan Paşa’nın talimatıyla sadece gidiş için kabul edilen zamanda gidip gelmiş, at üstünde alınabilecek erişilmemiş bir rekorun sahibiydi” diye anlattığı Pşevu kardeşlerdir…

İki Balkan Harbi’nde de savaşan kardeşler, çok kısa ömürlü olsa da, tarihe ilk Türk ‘Cumhuriyet’i olarak geçen Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni 1913 yılında kuran, başında yine bir Çerkes olan Kuşçubaşı Eşref’in yanında, Teşkilat-ı Mahsusa birliklerinin içindeydiler.

İşte ‘o kısa an’ aslında hem başlayacak direniş hareketinin Milli Mücadele’ye katkısı açısından bir ülkenin, hem de sonradan yaşanacak gelişmeler açısından bir ailenin kaderinde dönüm noktası olacak kadar önemli bir andır.

Pşevu Ali Bey, o an kendisini ikna için gelen Rauf Orbay’ı “Ben iki oğlumu bu ülke için şehit verdim. Diğerlerinin başına bir şey gelmesin” diye reddedebilirdi, etmedi. “Bu topraklara geleli dün bir, bugün iki… Vatanı kurtarmak bize mi düştü?” demedi.

Peki, oğullarının, özellikle küçük oğlu Ethem’in Milli Mücadele’nin ilk yıllarında büyük başarılar sağlayacağını, daha sonra ise çoluk çocuk tüm ailenin henüz 30-35 yıl önce gelip vatan bildikleri ülkeyi terk etmek zorunda kalacaklarını bilse evet der miydi?

Hiçbir Çerkes, ‘O kısacık an’da tanıdığımız Pşevu Ali’nin yine de ‘Evet’ diyeceğinden hiç şüphe etmez, çünkü hepimizin çocukluğumuzdan hatırladığımız Pşevu Ali’ler vardır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz