Sevgili dostlarım; niçinini, nedenini bilmediğim ve hatta neyi amaçladığını anlamadığım bir kısım dinsel inanç içerikli yazılar okuyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, bazı kavramların ısrarla sunulması rahatsız edici. Örneğin, “Kavmiyetçilik”. Bu, farklı kültürlerin mevcudiyetini gösteren bir kavramdır. Bunu reddetmek tanrısal tanzimi reddetmekle eş anlamlıdır. Kavmiyetçiliğin “Şirk” olduğu söylemi ise “Göksel İnanç” buyruklarını içeren kitapları kabul etmemek anlamına gelmez mi? Bu arada, çeşitli isimler adı altında gezegenimizde mevcut kavimleri reddedebilir miyiz? Bu kadar somut olan varlıkların korunması, “düzenleyicisine” hizmet olmaz mı? Aksi ise insan inancına ve aklına terstir.
Sevgili dostlarım; ister kavim, ister millet, ister ulus, isterse halk, ne ad koyarsınız koyun, her biri varlığı ile övünme, aidiyetlerini koruma ve onu yüceltme hakkına sahiptir. Birbirlerine üstünlük anlayışı içinde olmak, bir başka kavmi “Yok” saymak ve onu küçültücü davranışlar gayriinsanidir. Hele gücüne ve çokluğuna dayanarak diğerlerini ezmek çok daha gayriinsanidir. Bugün maalesef pek çok topluluk bu vahşi anlayışın pençesi altında inlemektedir. Birilerine ders olabilir mi amacıyla “Uygur Türkleri”ne uygulanan haksız davranışlar için isyan eden insanlar acaba bir başka halk için de aynı duyarlılığı gösterebiliyorlar mı?
Sevgili dostlarım, insan doğa yasalarının dışında bir varlık mıdır? Bu anlamda çeşitlilik ve farklılıkların inkârı mümkün mü? “Kuşlar” denildiğinde sadece karga veya kartaldan ibaret mi anlaşılmaktadır? Daha nice benzerleri ibret olmuyor mu? Biliyorum onlar için “HAYVAN” diyeceğinizi. Ben onlara insan dışı canlılar veya varlıklar diyorum. İnsan kavramı odaklı düşünen (varsa), konuşan ve insan aklı sahibi canlı türü de kendi içinde yaşadığı coğrafya ve iklim koşullarına göre çeşitlenmiştir. Bu TANRISAL bir tanzimdir. Dahası, aynı coğrafya ve koşullara tâbi canlılar bile çeşitlidir. Örneğin aslan, çakal, sırtlan, tavşan, köstebek ve daha niceleri. Şayet insan “PUŞT” türünden değilse, mutlaka bir kavme mensuptur.
Dostlarım, bunlardan kuşkusu olan varsa inandığı Tanrısal (Göksel) buyruklu kitapları okumalıdır. İnanınız, GÖKSEL İNANÇ buyruklarını içeren üç kutsal kitabın Türkçelerini hıfzettim. Bunu söylerken lütfen bilgiçlik tasladığım sanılmasın. Dinlemeden, okumadan ve icra etmeden bir şeyin öğrenilmesinin mümkün olmadığını arz etmek istiyorum. Her üç kitabın içinde öylesine sözcük ve kavramlar vardır ki açık olarak anlamı, daha doğrusu mevcut dünya dillerinden hangisine ait olduğu ya bilinmemektedir ya da yakıştırma harflerle eşleştirilip bir mana üretilmektedir. Biliyorum, yine diyeceksiniz ki “Ali Çurey, senden başka bunları bilen insan mı yok?”. Elbette vardır. Ancak bilmek isteyenler bilebilir. Örneğin:
-“NİSA-Нысэ”, Hz. Adem’in hanımının adıdır (Hava ismi böyle değişti). Şayet, bu isim günümüzde manalandırıldığı şekilde ise, yani “Kadın” veya “Kadınlar”, o tarihte Arapça bir sözcüğün mevcudiyetinden ve bunun Tevrat’ta geçtiğinden nasıl emin olabiliriz? (Kaynakça: Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, Bap 2, Ayet 23)
-“MAZA-Мазэ, eski Kafkas dillerinde AY anlamına gelirdi, ihtimal ki AMAZON kelimesi buradan kaynaklanmaktadır.” (Anadolu Efsaneleri, Halikarnas Balıkçısı)
– “Oreadlar (WERED- Уэрэд) ulu dağların, yüksek dorukların ve derin mağaraların, Nereidler ise denizlerin perileri idi. Bu peri kızları türkü çağırırlar tanrı PAN ile, bazen de yalnız raksederlerdi…” (Anadolu Efsaneleri, Halikarnas Balıkçısı)
-“NİOBE (Ныуабэ-Kimsesiz veya Dul Kadın anlamındadır), güzel saçlı Niobe’nin de yemek geldi aklına. Oysa on iki çocuğu ölmüştü sarayında, altı kızı, ergen altı oğlu. Apollon öfkelenmişti Niobe’ye, öldürmüştü oğullarını gümüş yayıyla, kızlarını da okçu Artemis öldürmüştü… Niobe gerçekten taş kesilmiştir. Efsanesi bugün de yaşar. Manisa’da kadın yüzü biçiminde bir kaya vardır… Ağlayan kadın anlamında…” (Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat, Syf. 237,238)
Değerli dostlarım, kavmiyetçiliğin “kötü” veya “şirk” olduğunu sana söyleyen veya öğretenlerin aidiyetlerini ve anadillerini hiç merak ettin mi? Bak kardeşim, onların aidiyetleri için hoşlarına gitmeyecek tek söz söyleyebilir misin? Gözünü oyarlar alimallah.
Sevgili dostlarım, bugün Küçük Asya ve Mezopotamya coğrafyasında bu kavramların günümüzde mevcut Çerkesçede aynı anlamda kullanılması düşündürücü değil midir? Bunları yazmak, sunmak, araştırmak “Kavmiyetçilik” midir? Nasıl bir anlayıştır ki insanın kendi tarihini araştırması ırkçılık veya kavmiyetçilik olabiliyor? Daha nice sözcük ve kavramlar kitapçıklarımda mevcuttur. Her biri dilbilimsel açıdan Çerkesçeyle örtüşmektedir.
NOTLAR:
1- Gezegenimizde mevcut farklı insan topluluklarının var oluş nedeni, Tanrı buyruklarına veya doğa yasalarına aykırı mıdır? Tamamı bilgi ve belgeye dayanan bu çalışmaları yok sayıp, tüm insanlığı “Dinsel İnanç” özelinde “Ümmet” adıyla ‘tek’e indirmek, doğru mudur?
2- Kıl ile çulu kutsallaştırıp, boncuk dizileriyle görünmek maalesef inancımızın kendisi haline geldi. Okuduğu veya okuduğunu zannettiği Tanrısal buyrukların anlamını hiç araştırmadan, Arap Kabile kültürü diliyle tekrarlanması dine hizmet midir? Burada asla niyetim birilerine din dersi vermek veya inançlarını sorgulamak değildir. Sadece, Tanrının bir armağanı anadilimizi her alanda yaşamayı ve yaşatmayı arzuladığımı sunuyorum.
3- Ben, Kitab-ı Mukaddes’in içeriğini ve nasıl okunması gerektiğini rahmetle andığım Sn. Berç Hovalıgilyan Ağabeyimden öğrendim. Bunu bana öğretirken, kendisi “Bilgi sevginin kaynağıdır. Sevgi ise Tanrı’dır” tümcesini hep tekrarlardı.
-YALAN SÖYLEMEYECEKSİN
-ÇALMAYACAKSIN
-ÖLDÜRMEYECEKSİN
-KOMŞUNU KENDİN GİBİ SEVECEKSİN maddeleriyle başlayan, Hz. Musa’nın on emrini örneklerdi. Bu maddeler için, “gerekmedikçe” tabirini reddederdi. “Çünkü gerekçeler her insana göre bir haklılık kaynağıdır” derdi. Buna en acı örneklerden biri kök, köken meselesine tahammülü olmayan bazı meczupların kendilerince yarattıkları bir gerekçe ile Agos Gazetesi sahibi ve yazarı, rahmetli Hrant Dink’in katledilmesidir. Tanrıdan rahmet diliyorum.
4- Bir kralları vardı HATTİLERİN, iki baş parmağı olmayan. Halk merak ederdi “Acaba ne oldu?” diye. Kimse soramazdı korkudan. Ancak, yarı deli biri sordu. Kral, onada kızdı. Ama, deliye ne diyebilirdi?
-Kurt kaptı.
-Nasıl yani?
-Evcilleştiğini sandığım kurda kaptırdım. Biraz sevmek istedim. Başıma bu iş geldi. Kısaca, kandım.