Bir Alman gezgin olan Adolf Mützelburg da “Konak-Yahut Şeyh Şamil’in Kafkasya Muharebelerinden Bir Garip Hikâye” (Asil Kafkasya) adlı, küçük hikâyelerden oluşan eserinde Çerkes halkının Osmanlı yönetimi karşısında verdiği direnişi, yabancı topraklarda kalma mücadelesini yazar. Hağur Ahmet Midhat bu seriyi Osmanlıcaya tercüme eder (1880). Osmanlıcayı halkın anlayabileceği şekilde kaleme alır, sadeleştirir. Fransızca, Almanca ve Adigece bilen yazar, roman ve hikâye kahramanlarının isimlerini, özel isimleri genellikle Kafkasya’da kullanılan isimlerden seçmiştir. Çerkeslerle ilgili ilk hikâyesi olan “Esaret”, sürgün sonrası Osmanlı topraklarına zorlu şartlarla Kafkasya’dan gelen iki gencin acı hayat hikâyesini anlatır.
Hağur Ahmet Midhat hiç görmediği Kafkasya’yı, Çerkesleri, kendisine anlatılanlara his ve düşüncelerini katarak kaleme alır, en ince ayrıntısına kadar anlatmayı başarır ve böylece o döneme ışık tutar. Bu katkıları da göz önünde bulundurularak, yukarıda sözü edilen eserlerinin edebiyat yönünden karşılaştırmalı analizi Dijin Çurey tarafından 2003 yılında yapılmıştır. Yüksek lisans tezine konu olan ve üç yılda tamamlanan çalışma, Nalçik’te “Hağur’un Çerkes Dünyası” başlıklı kitapçık olarak da yayımlanmıştır.
Abhazya’da okurla buluştu
Abhazya Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü Filoloji Bilimleri doktoru Dijin Çurey tarafından Osmanlıcadan Latin alfabe esaslı Rusçaya çevrilen “Esaret” de 21 Mayıs 2021’de Abhazya’da okurla buluştu. Abazacaya da tercüme edilmekte olan “Esaret”in redaktörlüğünü, Nalçik’te yaşayan, Türk dili edebiyatı öğretmeni, Türkolog Fatima Gelestanova üstlendi. Kapak resmi, Abhaz Devlet Sanatçısı, ressam Batal Djopua’ya ait. Bilgisayar düzenlemesini Abhaz Devlet Halk Kütüphanesi Yazıişleri Bölümü’nden Layina Çerkesia gerçekleştirdi.
Çeviriyi sürgünü yaşamış ve diasporada yaşamak zorunda olan halklara ithaf eden Dr. Dijin Çurey şunları söylüyor:
“Hiçbir halk bu acıları, ayrılıkları, ölümleri, vatansızlığı, sahipsizliği yaşamasın. Hiçbir çocuk ağlamasın. Hiçbir halkın var olma, yaşama hakkı elinden alınmasın. Çerkes halkı, binlerce yıldır kültür ve gelenekleri ile yaşamış ve yaşamaktadır. Topraklarını terk etmek zorunda kalan Çerkesler, vardıkları topraklarda asla ihanet etmeden, uyum içinde yaşamış, tüm görevlerini yerine getirmişlerdir. Kendilerinden çok şey gitmesine rağmen (dil, anavatan, bayrak, kültür erozyonu, asimilasyon, psikolojik baskı ve direniş) hepsine karşı durmaya ve yaşamaya çalışmışlardır. Umarız her birey onu bekleyen anavatanına bir gün gelebilir, görüp koklayabilir, çocuklarını gönderebilir, yeniden kök salabilir. Küllerimizden yeniden doğabilmek… Hasretle yanan yürekler… Acı görmeyin, vatan sizsiz kalmasın.”
Haber: Gül Yılmaz