Cenevizliler Çerkesya’da (1266-1475) (2. Bölüm)

0
964

Grek tacirleri piyasadan çıkaran İtalyan tacirler, 1266 yılından itibaren Zih tahıl ticaretini tekelleştirdiler. Özellikle İtalyanlar zamanında Karadeniz havzasında tahıl ticareti büyük boyutlara ulaştı.⁶ᵒ Zihya’dan Venedik tahıl ihracatı, Aziz Marko Cumhuriyeti’nin Karadeniz’e girebilmeye başladığı 1265 yılından itibaren kayıtlara girmeye başlar.⁶¹ İlk başlarda Venedik ihracatı sadece Venedik’e dönüktü. Devlet seviyesinde düzenleniyordu ve üçüncü alıcılara yönelik değildi.

1268 yılında İtalya’daki büyük açlık zamanında, buğday tam da Karadeniz’den geliyordu. ‘Venedik Vakayinamesi’nin yazarı Martino Kanale’nin (Martin de Canal) anlattığına göre “Venedik Docu ve Venedik eşrafı, buğday satın alıp Venediklilere getirsinler diye gemileri her yere, hatta Tatarlara ve birçok diğer sahil ülkesine gönderdiler”.⁶²

Tahıl ticareti özellikle, Zih limanlarından gelen yüklerin toplandığı bir çeşit depolama noktası olan Kefe’de yoğun bir hal aldı. 1289-1290 yıllarında Kefe’de çalışan Ceneviz noteri Lamberto di Sambuçeto’nun, Sorbon’dan tarihçi Mişel Balar’ın yayınladığı notları, ticaretin boyutlarına tanıklık etmektedir. Mesela, 1289 sonbaharı-1290 ilkbaharı dönemine ait tutanaklara göre, Kefe’den Trabzon’a yollanan 1303,6 ton tahıl veya bir konşimento yükü olarak 81,5 ton.⁶³ XIV-XV. yy’larda Zihya bölgesi, hem İtalyan deniz cumhuriyetleri ve hem de, özellikle Trabzon ve Konstantinopolis için bir tahıl ambarı olmaya devam etmiştir.⁶⁴ Bazı seneler, Cenova’nın kullandığı toplam tahılın %10-15’i Zihya’dan getirilmişti.⁶⁵ Uzmanların çoğu bu mesele ile ilgili olarak Zih buğdayının XIV-XV. yy’larda Karadeniz bölgesindeki Ceneviz ticaretinin ana komponenti olduğu yönündeki tahmini kabul etme eğilimindedir.⁶⁶ Bu ticaretin boyutları ve uluslararası karakteri göz önüne alınırsa, bu tahmin abartılı görünmemektedir. XIV. yy’da Avrupalıların, hazırlanan Haçlı seferine katılacakların buğday ve gıda tedarikini tam kapasiteli ve istikrarlı olarak sağlayacak kaynağın, tam da kuzeybatı Karadeniz sahili ve özellikle Zihya olduğunu düşünmeleri dikkate değer.⁶⁷ Tüm bunlar Zih buğday pazarının ne kadar büyük olduğuna işaret eder.

Zihya’dan (Çerkesya) başka, Alanya’dan ve Karadeniz sahil Tataristan’ından da büyük miktarda buğday alıyorlardı. Bizans vakanüvisi Nikifor Grigorias’ın yazdığına göre, 1343 yılında Altınordu, Cenova ve Venedik arasındaki ihtilaf dolayısıyla Kefe ve Tana ticareti neredeyse tamamen durma noktasına geldiğinde, Bizans bir gıda krizine girmişti. Buğdayı ancak büyük zorluklarla Anadolu’nun bazı bölgelerinden temin edebilmişlerdi. Bu durum Çerkesya ve Tataristan’da tarımın önemli ölçüde bir meta vasfı taşıdığına ve dış pazarlara yönelik olduğuna işaret ediyor.⁶⁸

Zih buğdayı da dahil olmak üzere ithal buğdaya bağımlılık ve buğday fiyatları Trabzon halkını endişelendiriyordu: 1336 yılında bu şehirde yapılan bir burç haritasında, buğday alımlarına, fiyat hareketlerine “fiyat tahminlerine” geniş yer ayrıldığı görülüyor. 1386 yılında Kefe’nin Tatarlar tarafından kuşatılması sırasında, yetmiş bin nüfuslu bu şehrin yönetimi tüm gerekli gıda maddelerini Zihya’dan satın alabilmişti. 1421 yılında Zihya’dan satın alınan buğday bir kere daha Kefe’nin, Altınordu ile yaşadığı anlaşmazlıkta ayakta kalmasını sağlamıştı.⁶⁹

Ceneviz yerleşimlerinin yerli halka olan gıda bağımlılığına tanıklık eden birçok belge mevcuttur. Mesela Kefe konsolosu ve muhasebecilerin (massari) San-Corcio Bankası reasürans kuruluna yazdığı 6 Eylül 1455 tarihli mektupta “Şehrimiz gıda kıtlığı çekmekle kalmıyor, gerçek bir açlık çekmektedir… Buğday o yerlerde (Monkastro ve Likostomo) ölçüsü 50 ve 55 asper ediyor ve daha da pahalanacak. Kampanya’da (Kefe civarında-S.H.) kaldırılan mahsul, ekim yapmaya bile yetmez ve zaten biz onu neredeyse yiyip bitirdik. Zihya’ya ve Türkiye’ye güvenmek söz konusu bile değil (çünkü bu devletler bize düşman)”.⁷ᵒ

Belge ceridesini “Codice Tauro-Ligura”, hazırlayan Vinya (Vigna), Ceneviz yerleşimlerinin karakteriyle ilgili olarak şöyle yazıyor: “Cenevizlilerin hükmü şehir surlarının ötesine uzanmıyordu. Surların ötesinde yerlilerin işlediği topraklar vardı, kolonistlere bu amaç için ayırdıkları topraklar da çoğunlukla dağlık ve verimsiz yerlerde bulunuyordu”.⁷¹ Karadeniz havzasında XIII-XV. yy’lar boyunca Ceneviz ve Venedik mevcudiyetini karakterize eden husus, gıda bağımlılığıdır. Y.S. Zevakin şu tespitte bulunuyor: “İtalyanların Karadeniz’e nüfuz etmeye başladıkları sırada, koloniler, ev ve depo gruplarından ibaretti. Cenevizliler buğdayı yerlilerden almak zorundaydılar. Bu vaziyet kolonilerin düşüşüne kadar böyle devam etti. İtalyanların buğday tedarikinde tamamen yerlilere bağımlı olduğunu gösteren belgelerde bu açıkça anlaşılıyor. Buğday nakliyatının kesilmesi kolonilerde açlığa sebep oluyor. Kolonilerin varlığının son döneminde, bazılarının etrafında zirai yerleşimler ortaya çıkmıştı. Ama bunların fazla bir ekonomik önemi yoktu ve yalnızca ticari bir karakter taşıyan kolonilerin genel tipini değiştirmiyordu.”⁷² Bratianu da Vigna ve Zevakin’le aynı tonda konuşuyor.⁷³ 1474 yılında son derece avantajlı bir görev olan tudun makamını (yani, Kırım hanının Kefe’deki temsilcisi-S.H.) alamayan Şirin-beg Eminek, Kefe ile ticareti yasakladı. Neticede Kefe yönetimi mavnaları Monkastro’ya (Akkerman-Moldova’da bir liman) göndermek zorunda kaldı. Konsolos Antonietto Gabella, San-Corcio reasürans kuruluna şöyle yazıyordu: “Vosporo’da (Kerç) ve Zihya’da mebzul miktarda buğday olmalı, oradan da düzenli olarak tedarik ederiz”.⁷⁴ Benzer bir habere konsolos Ciovanni Custiniani Longo’nun 21 Ekim 1454 tarihli mektubunda da rastlıyoruz: “…Üstüne üstlük çevredeki kıtlık sebebiyle gelecek yıl açlık çekmekten korkuyoruz”.⁷⁵

Karadeniz havzasının buğday ticaretindeki genel sıkıntı Osmanlı’nın yayılma dönemine denk gelir ve ciddi şekilde onunla bağlantılıdır.

Batı Kafkasya’da ileri düzeyde yapılan arıcılık ve yabani bal toplayıcılığından, ihracat için bal ve özellikle balmumu elde ediliyordu.76 Zihya ve Kırım’da Ceneviz ve Venedik ticari yerleşimlerinin varlığı, bunların yerli halk tarafından siyasi ve ekonomik olarak desteklenmesiyle mümkün olmuştu. Son derece verimli bir arazi üzerine kurulu Tana’nın halkının öncelikle Zihya’dan, bilhassa Kuban’da bulunan Kremuk vilayetinden gelen gıda maddeleriyle beslendiğini biliyoruz. Kremuk’taki buğday, et ve bal bolluğunu Yosafat Barbaro’dan okuyoruz.77 1453 yılı, Akdeniz havzasının ve Kafkasya’nın yaşamında bir dönüm noktası oluşturdu. O yıl Osmanlılar Konstantinopolis’i zapt ederek bir anlamda Doğu Roma İmparatorluğu’nu canlandırdılar. Osmanlıların Balkanlar ve Anadolu’daki yayılması yeni bir enerji kazandı. 1458-1463 yıllarında Balkanlar’daki tüm eski Bizans vilayetleri Osmanlı’ya geçti; 1461 yılında Trabzon; 1463 yılında Bosna zapt edildi. Y.Ç. Skjrinskaya, İtalyan yerleşimlerinin 1453’ten sonra varlıklarını sürdürmelerini “ömrünün son günlerini geçirmekten başka bir şey olmadığıyla” açıklıyor.78 Daha 1454 yılında Osmanlılar, Kırım’a ilk seferlerini düzenlediler ve Kefe’yi kuşattılar. Bu kuşatma şehrin alınmasıyla sonuçlanmadı ve Nekrasov’un kanaatine göre “Daha çok bir askeri gösteriş karakteri taşıyordu”.79 1454’ten 1457’ye kadar Osmanlılar, Kırım’da ve Kafkasya’da geniş kapsamlı askeri harekâtlara girişmediler. Bu dönem Kırım Tatar Hanlığı’nda şiddetli bir iç karışıklık dönemi olarak nitelendirilir. Tatar “fetret devrinde” Cenevizliler ve Çerkesler aktif olarak yer aldı. 1468 yılında devrik han Nur Devlet, Çerkesya’ya sığındı.80 Zihlerin desteğine dayanarak taht mücadelesine devam etti, fakat başarısızlığa uğradı ve Cenevizlilerden yardım istemek zorunda kaldı, ama Cenevizliler onu Kefe Kalesi’ndeki bir kuleye hapsettiler.

1475 yılında nüfuzlu Şirin sülalesinin başı, Eminek adlı bir Tatar prensi daha Zihya’ya kaçtı.81 Eminek, Kırım politikasında başrol oynuyordu ve II. Mehmed’le yazışıyordu. İşin aslı, Kefe’ye karşı Osmanlı seferini kışkırtan o idi. Sultan, 300 gemiden oluşan muazzam bir filo topladı. Filonun başına Sadrazam Keduk (Gedik) Ahmed Paşa tayin edildi. Büyük bir ordu, karadan Kırım’a yürüdü. Eminek’in müttefikleri de Kefe’ye karşı harekâta katıldı. Yozef Hammer, eserinin 3. cildinde Kefe’nin fethi için sevk edilen ordunun mevcudunu 40.000 kişi gösteriyor, ki, kanaatimize göre abartılı bir sayı olduğu açıktır.

1 Haziran 1475 tarihinde Osmanlı filosu Kefe’ye yanaştı. Bir mukavemetle karşılaşmayan Keduk Ahmed Paşa sahile çıkartma yaptı ve kuşatmayı başlattı. Osmanlılar dört gün boyunca Kefe’yi topa tuttular. 6 Haziran’da Kefe yönetimi teslim olmaya karar verdi. Keduk Ahmed Paşa, konsolos Antoniotto Gabella’nın hayatının bağışlayarak bir galyotta tayfa olarak görevlendirdi. Oberto Skvarçiafiko, Konstantinopolis’e gönderildi, orada işkence ile öldürüldü.82 Osmanlılar, tüm mallara, gemilere ve diğer eşyalara el koyarak Kefe’yi tamamen yağmaladı. Şehrin her sakininden 15 ila 100 asper arasında para alındı. Kefe’den alınan tazminat muazzamdı. “…Bu bahtsız zamanda Kefe’de yaşayan tüm İtalyanların, Greklerin, Ermenilerin, Ulahların, Rus tacirlerin, Çerkeslerin, Mingrellerin, Trabzonluların ve Skutarililerin (Üsküdar.-ç.n.) toplamı yetmiş bine ulaşıyordu”.83 Çerkeslerin Kefe’deki mevcudiyetine dair bir ifadeye, meçhul bir Toskanalının mektubunda rastlıyoruz: ‘Haziran ayının 7 ve 8’inde bütün Ulahlar, Polonyalılar, Gürcüler, Zihler ve Latinlerden başka tüm diğer Hıristiyan milletler yakalanıp elbiseleri soyuldu, bir kısmı köle olarak satıldı, bir kısmı da zincire vuruldu”.84

O dönemin Türk vakanüvisi İbn Kemal de Kefe’deki Çerkeslerden söz ediyor: ”Karşı sahilde harika bir liman şehri var; karadan ve denizden, bozkırlardan ve dağlardan tacirler gelirdi, orada çok sayıda Kırım Tatarı, kâfir Çerkesler ve Ruslar ticaret yapardı”.85

Kefe’nin düşüşü, Ceneviz’in Karadeniz havzasındaki saltanatının sonu anlamına geliyordu. Kefe’nin zaptından sonra Osmanlılar, 1475 yazı ve güzünde, Çerkesya’ya bir saldırı başlattı. Tana’yı, Matrega’yı, Kopa’yı ele geçirebildiler. Kopa’da şehrin savunması sırasında yerel Çerkes (Zih) beyi öldü.86 Osmanlılar, Çerkes sahillerindeki kalelerde tutunamadılar.

1479 yılında, İbn Kemal’e göre Osmanlıların Kopa ve Anapa gibi kaleleri yeniden zapt etmeleri gerekmişti.87 İbn Kemal’in satırlarındaki muzaffer tona rağmen, Osmanlıların seferi burada da pek o kadar başarılı olamamıştı. Ülkenin içlerine ilerleyemediler. Çerkesya’ya yaptıkları sefer, mahiyeti itibariyle bir korsanlık eylemi idi. Osmanlıların Kopa ve Anapa’da garnizon bırakıp bırakmadıkları de belli değildir. Kefe’nin düşüşünden hemen sonra Osmanlıların Çerkesya’ya düzenledikleri seferlerin sebebi Batı Kafkasya topraklarını ilhak etmekten ziyade Ceneviz yerleşimlerine zarar verme isteği idi. Ayrıca, bu seferleri Osmanlı-Memluk ilişkileri bağlamında değerlendirmek gerekiyor.

Konstantinopolis’in ve Trabzon’un zaptından sonra Osmanlılar Memluk İmparatorluğu’na meydan okuyabilecek bir hale geldiler. Anadolu arazileri için (Elbistan, Kapadokya, Kilikya) girişilen rekabet 1485-1491 yıllarında açık bir silahlı ihtilafla sonuçlandı. Dm. Kantemir’e göre Osmanlılar, Memluk Mısır’ına demir, kereste ve diğer önemli malzemelerin sevkiyatını önlemeye çalıştılar. Düşmanı zayıflatmak için, savaş arifesinde, 1484 yılında Çerkesya üzerine bir sefer daha yaptılar ve oradaki Memluk seferberlik merkezlerini dağıttılar.88

Gene de Kefe’nin düşüşü, Karadeniz havzasındaki Ceneviz ve İtalyan mevcudiyetinin tamamen sona ermesiyle neticelenmedi. Birçok Cenevizli, Çerkesya’da sığınak buldu. Kefe’yi terk edip Çerkesya’ya geçenlerin içinde, daha önce sözünü ettiğimiz gibi, Adigeler arasında çeyrek asır yaşayan Giorgio İnteriano da vardı. Çok sayıdaki Ceneviz-Çerkes evlilikleri, daha XV. yy’da kendilerini Frenk-Çerkes olarak adlandıran özel bir etnokültürel grubun ortaya çıkması sonucunu doğurmuştu. Çift etnonim (iki etnik isim-ç.n.), bu kaynaşmış topluluğu oluşturan süreçlerin karmaşıklığını yansıtır. Din bakımından Frenk-Çerkesler Katolik idiler, kültür ve lisan bakımından Çerkeslerden hemen hiç farkları yoktu. Bu topluluk en az XVII. yy. ortalarına kadar varlığını sürdürdü. Emillio d’Askali 1634 yılında onları şöyle anlatıyor: “Tüm bu törenler, kendilerine Çerkes-Frenkler diyen, Feççiale’deki bizim Latin Hıristiyanlar arasında hâlâ devam ediyor. Yaklaşık 180 yıl önce Türkler, Cenevizlilerden Kefe’yi aldıklarında eşraftan birçok kişiyi Konstantinopolis’e götürdüler, onlara oturmaları için bir sokak ayırdılar. Diğerleri de Çirkas karıları nedeniyle Çirkasya’ya gitti, yani onlar günümüzde Çirkaslardan, Frenkkardaş adını aldılar; bu ifadenin anlamı, Frenkler bizim kardeşimiz demektir. Bazıları Kefe’de kaldı, bazıları da, kendilerine sivri taş anlamına gelen Sivurtaş adlı bir köy bağışlayan hanın sarayında kaldı. Bu köy hâlâ varlığını sürdürüyor. Han onlara aynı milletten Sivurtaş Bey adlı bir de bey verdi. Han onlara çok değer verirdi ve onları Polonya ve diğer Hıristiyan hükümdarlarına elçi olarak gönderirdi; hepsini sipahi, yani saray asilzadesi yaptı; öşür vesair gibi vergilerden muaf tuttu. Zaman içerisinde bey, Muhammed dinine geçti, diğer birçokları da onu takip etti. Çirkaslarla eşit seviyede ayrıcalıklardan yararlanırlar ve aynı âdet ve geleneklere sahiptirler, ama İtalyanca değil, Türkçe, Tatarca ve Çirkasca konuşurlar. Latince ‘Göklerdeki Babamız’ ve ‘Bakire Meryem’ dualarını iyi bilirler. Han’a savaşta refakat eden erkekler, onun yanından ayrıldıktan sonra Tatarlarla birlikte soyguna çıkarlar, esirleri ve çocuklarını, kendilerinin dönüp bakmadıkları tarlalarında çalıştırırlar. Ne öğüt, dinlerler, ne tekdir, ne de emir… Oranın kadınları, Çirkas kadınları gibi evlenince ortada görünmezler (sakınma geleneği-S.H.) ve hatta daha kötüsü, tüm yaşamları boyunca akrabalarıyla karşılaşma endişesiyle kiliseye gitmek istemezler (yani kaynata ve onun kardeşleriyle-S.H.)”.89

Cenevizlilerin anısı Çerkesya’da XIX. yy’a kadar muhafaza edildi. Üzerine yazı ve armalar kazınmış muhteşem kılıçlar kuşaktan kuşağa devredildi ve Kafkas savaşı dönemine kadar ulaştı.90 Çerkesya sahilini 1818, ardından 1823 ve 1824 yıllarında ziyaret eden Taitbout De Marigny, Ceneviz izleri üzerinde özellikle duruyor. Natuhay Çerkeslerinin dilinde bazı Ceneviz kelimelerine rastlama ihtimalinin yüksek olduğuna işaret ediyor. Bundan başka Natuhayların, selamlaşmada başlıklarını çıkarması da Marigny’ye göre Ceneviz dönemiyle alakalıdır. Londra Times gazetesinin muhabiri J. Longworth, taştan yapılara dair sorulan tüm sorulara standart bir cevap alıyordu: “Bu, Ceneviz yapısıdır”.92 Çerkesler yukarı Kuban ve Zelençuk’taki kuleleri, Humara’daki istihkâmları Cenevizlilere atfediyorlardı.93 Şebj ırmağı kenarında, Thamakhinskaya tepesi bölgesinde Şapsığların Ceneviz adını verdiği bir kurgan vardı. Şapsığ söylencesine bakılırsa, burada kıymetli eşyalarıyla birlikte gömülmüş Gena adlı birisi yatıyor. 1830-1840’lı yıllarda bu kurganın üzerinde halk toplantıları yapılıyordu. XIX. yy’ın 60’lı yıllarında Novorossiysk’in 15 km güneyinde Nelyat dağında bir kale kalıntısı hâlâ görülebiliyordu. Natuhay söylencelerinde bu kale Cenewez-qale olarak geçer.94 Çerkeslerin Ceneviz’le alakalı her şeye karşı besledikleri sempati, büyük bir Rusya taciri olan Cenevizli Rafael de Skassi misyonunun başarısını sağlayan anahtar idi. O, Çerkeslerle barış içinde bir arada yaşama fikrinin neredeyse yegâne taraftarı idi.95

Bitirirken, Ceneviz-Çerkes ilişkilerinin tamamen aydınlatılmış olduğunu söylemekten uzak olduğumuzu not etmek isteriz. Bu makale, Çerkesya’daki Ceneviz mevcudiyetinin temel veçhelerini yeniden kurma denemesinde bulunduğumuz bir ön eleştirel çalışmadır. (www.aheku.org)

(Bitti)

 

Çeviri: Uğur Yağanoğlu

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz