Osetlerde kadim halk tıbbı ve geleneksel tedavi şekilleri – 1. Bölüm

0
1384

Bu sayımızla birlikte Zabitı Jarbeg’in (Дзабиты Зарбег) Oset Halk Tıbbı (Ирон Адæмон Хостæ) kitabının Badı Muammer Tekin tarafından yapılan çevirisini yayımlamaya başlıyoruz.


Bu konuda zaman zaman çeşitli yazılar çıktıysa da Zabitı Jarbeg’in (Дзабиты Зарбег) çalışmaları önemli yer tutuyor. Jarbeg, 1967 yılından itibaren konuyla ilgili bilgiler toplamaya başladı. Araştırmacı önceleri eski ilaçların yapımı, kullanılan bitki ve otlar, teknikler, hastalıklar, batıl inançlar gibi konuları araştırmayı gaye edindi. Tespit edilen ilaç ve tekniklerin bazılarına günümüzde de başvurulduğunu gören Jarbeg, önceleri kullanılan otları tespit etmeye başladı. Fakat eksik çalıştığını, ilaç yapımını ihmal ettiğini fark ederek çalışmasını genişletti. Bu nedenle Osetya’nın bütün köylerini gezdi, hatta cumhuriyet dışındaki Oset köylerine de gitti ve araştırmalar yaptı, bilgiler topladı. Yalnız insan değil, hayvan tedavileriyle ilgili bilgiler de derledi.

Daha önceleri, Oset medikal kültürüyle ilgili, Mışıkatı Æ.’nın çeşitli yazıları çıkmış olsa da meseleyi derinlemesine inceleyen yazılar değildi bunlar. 1968 yılında Totratı Bæşæ (Тотраты Бæсæ), Mah Dug (Мах Дуг) dergisinde konuyu ele aldı. Daha sonra aynı dergide Jarbeg’in yazılar yayımlandı.

1988 yılında bir dönem Güney Osetya’nın devlet başkanlığını da yapan Tsıbırtı Ludvik (Цыбырты Лудуик) bir kitabında konuya değinmişti. Totratı Bæşæ’nın “Sağlığa Yolculuk” adlı kitabı, tıp uzmanı modern doktorların bilgi ve tavsiyelerini içeriyor, Oset halk ilaçlarından yeteri kadar bahsetmiyordu. Hatta Osetya dışı bilinen ilaç bilgilerini de veriyordu. Kadim Oset halk ilaçlarından yeteri kadar bahsetmese de, halk bilgilerden istifade etti.

Jarbeg’in araştırmalarının amacı Osetlerin ilaç yapımında kullandıkları otlar, yapılan ilaçlar, hangi ilaçların ne tür hastalıklara iyi geldiği, hastalıkların isimleri, kullanılan bitkilerin isimleri, yapılış ve uygulama şekilleri gibi bilgileri derleyip gün yüzüne çıkarmaktı.

Bu nedenle 250 civarında ot ve çiçek ismi tespit etti. Osetçe isimlerini bulamadığı bitkilerin eşdeğerde olanlarını aldı. Bulamadıklarını devre dışı bıraktı.

Osetlerin faydalı olduğunu zannettikleri fakat hiçbir işe yaramayan ilaç bilgilerini de derledi. Tedaviyle ilgili batıl inançlar gibi… Örneğin, nazar ve tedavisi, dualar, şifalı saydıkları hekimlerin tükürükle tedavi şekilleri ve benzeri bilgiler… Konuyla ilgili kullanılan terimler, inançlar, hastalıklara sebep olduğunu zannettikleri koşullar vb.

Evet, modern tıp yaygınlaşmadan önce her ülkede olduğu gibi Osetya’da da halkın geliştirip uyguladığı tedavi şekilleri vardı ve günümüzde dahi bazı bilgilerden istifade edip faydalanılmaktadır.

Herodot’a göre bu tip ilaç ustası hekimler İskitler zamanında da vardı ve faaliyet gösteriyorlardı. Dönemin hekimleri dini inançlardan da istifade ediyor, hastaları dua ve telkin yöntemiyle tedavi etmeye çalışıyorlardı.

Çocuk hastalıkları için çocukların ilahı Alardı’ya (Аларды) dua ediliyor, çocuklara musallat olan hastalıkları yok etmesi için yardım isteniyordu. Hastalıkların Tanrı’dan geldiği ve yine onun yok edeceği gibi telkinler veriliyordu. Evinde hasta yatan hastalar için temkinli davranılıyor, gürültülü-tartışmalı konuşmalardan kaçınılıyor, aile bireyleri hastanın duyacağı şekilde birbirlerine kırıcı davranmaktan sakınıyorlardı.

Evlerinin dışına kırmızı ipler bağlayarak hastalığı bu iplerin uzak tutacağına inanılıyordu. Bağırarak konuşmak inanışa göre hastalığa davetiye çıkarmaktı. Bu nedenle hasta iyileşene kadar bağırmak çağırmak yasaktı.

Hasta öldüğü zaman “Tanrı indinde gereksiz hale geldi, bu nedenle öldü” deniyordu. Bu durumda ağlamanın da gereksiz olduğuna dair inançlar hâkimdi. Cenazelerde hekimler devreye girerek yol gösteriyor, bu tarz telkinlerde bulunarak acılarını hafifletmeye çalışıyorlardı.

Dönemin hekimleri genellikle kendi yaptıkları ilaçlara başvururken, bugün batıl saydığımız inanç şekilleri de yöntemler arasındaydı. Hekimlerin birçoğunun kullandığı, şifalı olduğuna inanılan, “tsıkurayı færdıg” (цыкурайы фæрдыг) diye bilinen, boncuk şeklinde, güvercin yumurtası büyüklüğünde parlak taşlar kullanılıyordu. Bu taşa sahip olanlar iyi hekim muamelesi görürdü. İnanışa göre bu taşlar yılanlardan temin ediliyordu. Yılanların bazıları böyle bir taşa sahipti ve ağzında taşıyordu. Yılan yaralandığı zaman, hatta ikiye bölündüğü zaman parçalarını uç uca getirip taşı oraya sürüyor ve eski haline geliyor. Bu inançlar ışığında tarif edilen taşlara sahip olan hekimler bu taşları hastalarına sürerek tedavi etmeye çalışıyorlardı. Hatta bu taşlar Nartlar tarafından da kullanılıyordu ve ölüyü dahi canlandırdığına inanılıyordu. Taşların çeşitli renkleri vardı ve renklerine göre hastalıklarda kullanıyorlardı. Hekimler bu taşları dualar eşliğinde hastalarına sürerek şifa veriyorlardı. Eğer taş hastanın yanında nemlenip terliyorsa kötüye işaretti. Hasta ölecek deniyordu. Diğer yandan bu taşa sahip olanların tükürükleri de şifa sayılıyordu.

Hekimler tedavi aşamasında hasta sahiplerine başka şeyler de öneriyorlardı. Örneğin, kedi ve köpek tüylerini sarımsak yapraklarıyla karıştırıp sabah-akşam yakmaları, yakarken de “Bu yakılanlarla hastamızın dertleri, musibetleri de yansın” diye dua etmek gerekiyordu.

Yedi çeşmeden su getirip, yedi kapının altından alınan toprak ve su değirmeninin altından alınan su karıştırılıp hastanın vücuduna sürülüyordu. Bez parçalarına sarılan etler üç yolun birleştiği kavşaklarda gömülüyordu. Siyah keçi yavrusu kesilerek dış kapıya asılıyordu. Eğer keçi ölüsü kaybolursa hastanın iyileşeceğine inanılıyordu.

Bazı hekimler bu tip tedavi şekilleri uygularken komşuları da birbirine düşürüyorlardı. “Sizin hastalığınızı eğri bacaklı, mavi gözlü veya beyaz saçlı biri bulaştırdı” şeklinde falcılar gibi tarifler verip hasta sahiplerinin tarif edilen tipleri aramalarına sebep olarak insanları birbirine düşman ettikleri oluyordu. Hatta cinayetler dahi işleniyordu.

Dönemin insanları ağzı burnu yamulmuş, konuşması tuhaf (Bizim Keto gibi) hekim ve falcılara daha çok inanıyor; öyle tiplerin cinlerle ilişkili oldukları, daha çok şey bildikleri zannıyla itibar ediyorlardı. Ayılıp bayılan, tuhaf hareketler yapan medyumlar çok revaçtaydı. Onlar kendinden geçtiği zaman ruhlarının göğe çekildiği ve tamir edilip tekrar yere indirildikleri inancı vardı. Çoğu sahte numaralarla halkı kandıran böyle tipler iyi iş yapıyorlardı. Amaçları meşhur olmak ve çok para kazanmaktı. Bu tür kişiler dünyanın her yerinde görüldüğü gibi ülkemizde de halen mevcuttur. Cinlerle evli olduğunu ve onlardan bilgi aldıklarını söyleyip halkı inandıranlar çok kazanıyorlardı.

Bu üfürükçülerin en meşhurlarından biri, karısını da cinlerdendir diye tanıtan, Keku (Кеку) аdında bir adamdı. Bilgilerini karısından aldığını söylüyor ve çok rağbet görüyordu. Çok şımarıp kendini naza çekmeye, fiyatını artırmaya başlayan Keku, karısıyla kavga edince karısı bilgi vermemeye başlıyor ve gücü zayıflıyor. Sonra bilgi almak için karısını dövüyor, işkence ediyor. Halk yine de ona gitmeye devam ediyor. Zamanla medeniyetin de ilerlemesiyle bu tür kişiler iyice azaldığı gibi cinlerin de ağır ateşli silahların sesinden korkup kaçtıkları inancı yayılıyor. Fakat falcılar, büyücüler hiç bitmedi, hâlâ faaliyetteler.

Karı-kocayı ayırma, aralarını bozma, genç kız ve erkekleri birbirine sevdirme büyüleri gibi faaliyetler bugün de olduğu gibi yürütülüyordu. Bu tip büyüler için kurt yağı veya idrarı kullanıldığı biliniyor. Bu maddeler büyü yapılanın elbiselerine sürülüyordu. Evlenme yaşını geçmiş kızların evlenmesi için güvercin yumurtaları, çocuğu olmayanlara veya çok çocuk isteyenlere domuz dışkılı yiyecekler, domuz rahmi yediriliyordu.

Bela ve kötülüklerden uzaklaştıran medyumlar, falcılar daha çok sevilirdi. Bu işleri yapan büyücüler, büyülerini kaya diplerine gömerdi. Bu kayalardan parçalar koparak düştüğü zaman belaların da sahiplerinden uzaklaştığı inancı yaygındı. Bu tip kayaların yanından insanlar korku içinde geçerdi. “Cinlidir, çarpar” korkusu vardı.

Çocuklara nazar değdiği zaman, buna, toplumda var olduğuna inanılan, nazar eden insanların sebep olduğu düşünülürdü. Genellikle bu tip insanlardan, çocuğa nazar etti diye şüphelenilirdi. Nazar durumunda tükürük tedavisi uygulayanlara başvurulurdu. Nazar tükürükçülerinden teni esmer, dilinde siğil veya çapaklar olan kadınlar daha çok makbul sayılırdı. Ayrıca nazara gelmiş olanları, yedi çeşmeden sabahın erken saatinde konuşmadan alınan sular ile banyo yaptırırlardı.

Uyku sırasında kimi insanlarda, genellikle inlemeyle başlayan, REM denilen uyku safhasında meydana gelen “gece terörü” görülebilir. Anadolu’da “Uykuda üstüne Alkarı oturdu” diye tarif edilir. Osetlerde bu olay “pıjjı” (пыззы) diye bilinir. Böyle durumlarda uykusundan zor uyananların yanına köpek yavrusu getirilerek viyaklatılırdı. İnanışa göre bu olayı göklerde yaşayan bazı güçler meydana getiriyordu. Köpeğin sesiyle korkutup kaçırmak gerekiyordu. Bir de bu olayı yaşayanların yanında cevizi kabuklarıyla birlikte yakıyorlardı. Bunda amaç, çıkan hoş kokunun hastalığı meydana getiren gücün hoşuna gitmesi ve hastalığı yok etmesiydi. Bu tür hastalar yapılan tedavilere rağmen iyileşmediğinde, “İlahların birinin yanında küfürlü konuştu ki iyileşmiyor” denirdi.

İnsanlar yaşadıkları bölgede bulaşıcı hastalık yayılması durumunda ağırlıklarını bırakıp götürebildikleri eşyayla dağlara, ormanlara kaçıyorlardı. Hastalardan yürüyebilenler ihtiyaç duyacakları eşyayı alarak köy dışında bulunan ve “jeppaz” (зæппаз) adı verilen, yerüstündeki kulübe şeklindeki mezarlara gidip yatıyorlardı. Ölünceye ya da iyileşinceye kadar da oradan çıkmıyorlardı. İyileşen olursa köyüne dönüyordu. “Ölüler Şehri” diye bilinen Dærğevş (Дæргъæвс) Vadisi’ndeki mezarlar bunlara iyi bir örnektir.

Bu tip mezarlara gidemeyip kalanlar sağda solda sahipsiz bir şekilde ölürlerdi. Bu konuda bir hikâye anlatılır: Bir ailenin 7 yaşındaki kızı bulaşıcı hastalıktan ölür ve cesedi jeppaz’a bırakılır. Birkaç saat sonra kuzularını otlatan çoban ağlama sesi duyarak o tarafa gider ve yakından bakar. Gerçekten çocuk sesi olduğunu anlayınca mezar sahiplerine haber verir. Çocuğun babası inanmasa da annesi dayanamaz ve Kaki isimli haberi getiren çobanla mezarlığa gider, kızının tabutun içinde oturmuş ağladığını görür. Çocuğu alıp eve getirirler. İyileşen çocuk büyür ve çok güzel bir kız olur. Çok isteyeni olur ama babası, “Ben kızımı kurtarana vereceğim” diyerek çobanla evlendirir. Çiftin 4 erkek, 4 de kız çocukları olur.

Batıl inançlardan ayrı, gerçekten tedavi edici ilaçlar üreterek halka yardımcı olan hekimler de çoktu. Bulundukları bölgenin şifacıları olan bu insanlar seviliyor, saygı görüyordu. Para kazandıkları gibi hastalıklardan halkı korumayı da görev edinmişlerdi. İnsanlara hastalık ve mikroplardan korunmak için senede 6 dikiş yüksüğü dolusu kül yutmaları tavsiye ediliyordu. Fındık dallarının külü en iyisiydi. Kül bağırsakları mikroplardan, olası hastalıklardan temizler, deniyordu. Bu yöntemler yüzlerce yıldır denenmiş, olumlu etkileri görülmüştü ve tavsiye ediliyordu.

Şıveçov adlı bir araştırmacı Osetlerin kırık ve çıkık tedavisinde son derece ilerlemiş olduklarını yazdı. “Bu nedenle de Osetlerde kemik problemi olan sakat, topal insan yok gibidir” diyor. Osetleri tıp konusunda araştıranlar da aynı şeyleri hayretle müşahede ettiler. Günümüzde de Osetlerin kemik hastalıkları konusundaki bilgilerinin ileri olduğu bilinmektedir. Kemik konusunda haklı bir şöhrete ulaşan hekimler biliniyor, tanınıyordu. İsimleri Osetya’nın bütün vadilerinde anılıyordu. Qıgatı Dablet (Хъыгаты Даблет) ağır kemik kırık ve hasarlarını ameliyat edebiliyordu. Henıkatı Giş (Хæныкаты Гис) genç bir kızın çarpık dişlerinin üstüne fırından yeni çıkmış sıcak ekmek bastırarak, kızın çırpınmalarına aldırış etmeden dişlerini düzeltmeyi başarmıştı. Giş ölmesine yakın kendisinden ilaç ve tedavi konusunda bilgi isteyenlere şöyle demişti: “Bana Niko isminde biri var, onu getirin, her şeyi öğreteyim. Size öğretirsem iyileştirme yerine hastalarınızı öldürürsünüz.” (Devam edecek)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz