Merhaba!
Neredeyse bütün önceki yazılarımı yazdığım kasvetli şehir ortamından uzakta, bir Çerkes köyünün sakin, nezih, nemli ama huzurlu ortamından yazıyorum. Biraz sağımda geniş bir çayırda atlar dinleniyor. Taylar, hayatın çayırdan büyük olduğunun farkında çitlere koşup geri geliyor. Uzaktan bir yerlerden bir kayıttan ya da canlı bir icradan bir mızıka veya akordeon sesi. Evlerin önünden geçerken kalabalık bahçeler ve kapı önleri görüyorsunuz; bir uğurlama ya da karşılama, herkes ayakta. Kapı önlerinde, son ya da ilk sohbetlerin kırık Türkçe seslerini ya da Çerkesçe akışını duyuyorsunuz. Ev sahibi ayrılmadan arabaya binemeyenlerin ve misafir arabaya binmeden eve dönemeyenlerin sessiz, sevimli, sadece dışarıdan hissedilen düellosu yüzünüzü gülümsetiyor.
Bahçeler temiz ve çimler Çin ordusu gibi saygılı bir disiplin ve intizamla sizleri karşılıyor. Evlerin bahçelere oranla mütevazı küçüklüğü, bu insanların atalarının kadim tanrılarıyla ilgili ipuçları veriyor; tabiatları, sahip oldukları her şeyden büyük. Kedili veya köpekli veya kedili köpekli bahçelerde, öyle tedirgin edici seçimler yok; bildik, çocuklara pek alışkın, büyüklerle tanışmaya yatkın köpekler görüyorsunuz. Şehirde olduğu gibi hayvanların da statükoyu gösteren türleri, kimsenin umurunda değil.
Uzun tanıştırmalar… “Hani Abaza Nimet’in oğlu yok mu! İstanbul’a giden, bu işte onun…” Sonu, bulunan bir ortak dostla biten tanışmalar, laf olsun diye sorulmayan ve bir görevmiş gibi yapılıp geçmeyen hal hatır sormalar…
“Hiç garip ya da zor bir durum yok mu?” diye sorarsanız, elbette var. Sivil hayatta zamanla ve anlık mekânla sınırlı; dernek içi, düğün içi Çerkesliğiniz, burada gün boyu, günler boyu devam ediyor. Bir binada, odada -girip çıktığınız- sınırlı bir zamana alışkın kültürel refleksleriniz burada bitmiyor, kahvaltıdan akşam yemeğine, kalkıştan yatışa, bir ritüelin tüm gerekleri geniş bir coğrafyada devam ediyor. Kimliğinizin ‘part-time’ idmansızlığı yüzünüze nezaketle çarpıyor. Kendinize bir şey sormak istiyorsunuz ama soruyu bulamıyorsunuz.
Yazı, akla ziyarettir ve kısa olanı makbuldür.
Herkese, hepinize “sevinme, sevindirme, bir araya getirme ve kucaklaşma” kimliğini umursayarak sağlıklı mutlu bir bayram dilerim. Cesaretinizi, metanetinizi, servetinizi, kıymetinizi ve asaletinizi yedi kapıya paylaştırmayı unutmayın.
Not: Barış Güven’in “bitmese” dedirten öyküleri, “Kör Dilenciler” adlı ilk kitabında bir araya geldi. Her öykü bittiğinde onlarca öykülük haz almayı seviyorsanız tavsiye ederim.