Çeçen-İnguşların arşivlerdeki sergüzeşti

0
873

Tarih, geçmişten günümüze ilgi alanı sürekli genişlemiş ve metodolojik, epistemolojik tartışmalarla hâlâ kendine yeni ufuklar açmaya devam eden bir disiplin. Bir diğer taraftan da 21. yüzyılda daha önce olmadığı kadar popüler alanın da içine sokulmuş vaziyette. Bu durum elbette pek çok sorunu da beraberinde getiriyor. Özellikle tarihçiler, bu kontrolsüz savrulmayla tarihin popüler mecrada araçsallaştırılmasından rahatsız oluyor gibi görünseler de, aslında içten içe bu disiplinin hayatın her alanında kendini daha çok gösteriyor oluşuna seviniyorlar kanaatindeyim. Hatta akademik hayatının yanı sıra, tarihin kitlelerle popüler anlamda buluşmasına öncülük eden bilim insanlarının da sayısı artıyor. Zira eğer alanınız olan disiplin, sizin kontrolünüz dışında büyüyüp kitleselleşiyorsa, en azından bu duruma yön vermek ve tarihin çarpıtılıp, siyasallaştırılmasına engel olmak gibi bir işlev yüklenebilirsiniz.

Tarih bilimi, niteliği itibariyle bir pozitif bilim değil. Onun laboratuvarı arşivler, arkeolojik alanlar ve kütüphaneler. Bu yönüyle de çok daha sıkı çalışmalar gerektiriyor. Çünkü her ne kadar objektiflik bu disiplinin olmazsa olmazlarındansa da, netice itibariyle elde ettiğimiz sonuçlar kimi zaman “kanaatlere” dayanabiliyor. Ancak bir sonucun bir kanaatten oluşması, onun bilimsel değeri olmadığı anlamına gelmez. Bu noktadaki ölümcül nokta, bu kanaatlerin bilimsel veri ve analizlerle desteklenip desteklenmediğidir. İşte tam da burada belgelerin önemi ortaya çıkıyor. Tarih araştırmalarında “arşiv” kaynakları birincil kaynaklar kategorisine girer ve her zaman bu alandaki bilimsel çalışmaların en önemli ayaklarından birini oluşturur. Yüksek lisans yaptığımız dönemde bizlere arşivde çalışmanın usul ve yöntemleri anlatılır, basit konular üzerine çeşitli arşivlerde çalışarak tecrübe kazanmamız sağlanırdı. Şu ana kadar pek çok arşive girip, hem orijinal hem de dijital arşiv çalışmalarına katılma olanağı bulmuş olmakla kendimi şanslı addediyorum. Günümüzde ise arşivlere, dijital ortamda yerinizden bile kalkmadan ulaşmak mümkün hale geldi. Açıkçası 10 sene öncesini düşündüğümüzde her şeyin büyük oranda kolaylaştığını söyleyebiliriz.

Bu ayki yazımızda siz kıymetli okuyucuları Osmanlı arşivlerinde küçük bir yolculuğa çıkarmayı ve bu yolculuktaki Vaynakh izleriyle buluşturmayı istiyorum. Öncelikle söylemeliyim ki bu konuda yapılan pek çok çalışma var. Vaynakhların Türkiye’deki emekçilerinden yazar kıymetli Ali Bolat’ın “Osmanlı Arşiv Belgelerinde Çeçen Göçü” çalışması, Osmanlı Arşivi’nde Çeçenlerle ilgili kimi belgelerin transkripsiyonlarını içeriyor. Yine Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün bir ekiple yayına hazırladığı “Osmanlı Belgelerinde Kafkas Göçleri” adlı iki ciltlik bir eseri bu alanda pek çok belge sunuyor. Ancak yine de tasnif edilmemiş, kıyıda köşede kalmış sayısız belgenin bulunmayı beklediğini söylemek gerek. Aşağıda ele alacağımız belgelerde herhangi bir kronoloji gütmeden, bağımsız örnekler üzerinden gideceğim.

İlk belgemiz 1905 (Rumi 1321) yılının ağustos ayına ait. İçeriği şöyle: “Şimali Kafkasya Çerkes kabilelerinden İnguşlar ile havali-i mezkure Kazakları arasında zuhur eden muhasemat ve müsademat ve bu babda hükümet-i mahalliyece ittihaz olunan tedabir bazı malumat ve İnguşların silahlanmakta oldukları hasebiyle ahvalin kesb ü … edecek gibi göründüğü Şimal Tiflis Başşehbenderliğinden alınan muhtıratın tercümesi Hariciye Nezaret-i Celilesine tezkiresiyle arz ve takdim kılınmıştır efendim.”1

Bu belge üzerinden yapacağımız okumaların ilki, günümüzün bol su götüren tartışmalarından “Çerkeslik” meselesine ilişkin. O zamanlar Osmanlı makamları adet üzere Kuzey Kafkasya’daki pek çok kavmi “Çerkes” olarak adlandırıyorlar. İnguşları da bir “Çerkes kabilesi” olarak tanımlamışlar. Başka belgelerde Çeçenler için de sık sık kabile tabirinin yapıldığını söylemek mümkün. Bu da aslında günümüzdeki “Çerkeslik” tartışmasına anlamlı bir pencere açıyor. Neden tüm Kuzey Kafkasyalıların Türkiye’de genelde “Çerkes” olarak isimlendirildiği sorusunun yanıtını, böylece tarih sayfalarında kısmen bulabiliyoruz. İkinci husus, belgenin doğrudan Osmanlı hududu içerisindeki halklarla ilgili olmamasına rağmen, Osmanlı’nın Şimali (Kuzey) Kafkasya ile yakından ilgili olduğunun anlaşılması durumu. Zira o dönemde Osmanlı içerisinde çokça Kafkasyalı muhacir çoktan yerleşmiş ve ikinci kuşaklarını yetiştirmiş durumda. Osmanlı da bu halklarla yakından ilgileniyor. İlaveten 1905 senesi Temmuz ayı, Rus-Japon Savaşı’nın Rusya’nın ardı ardına aldığı yenilgileri ile devam ettiği, 1905 Devriminin (Narodnik Hareket) yaklaştığı bir döneme tekabül ediyor. Bu açıdan Osmanlı Devleti, Rusya’yı yakından takip ediyor. Üçüncü husus da tabi ki belge içeriğine ait. Rus Kazaklarının bölgeye yerleştirilmeye başlandığı 1800’lü yıllardan beri bölgenin otokton halklarıyla yaşadığı sorunların doruk noktasında olduğunu, söz konusu çatışma haberleri ile bir kez daha görebiliyoruz. Bu da Rusya Federasyonu’nun Kafkas halklarını suni problemlerle bölerek, birbirine düşman etme refleksinin ne zamandan beri var olduğuyla ilgili bize harika bir ipucu veriyor. Görüldüğü gibi, günümüzdeki pek çok sorunun kaynağını tarih sayfalarında ayan beyan bulabiliyoruz.

İkinci belgemiz ise Türkiye’deki Çeçen köylerinden birisi olan Şarkışla-Bozkurt Köyü ile ilgili. Kısaca göz atalım: “Yunan Muharebesi’nde sevkıyat ve nakliye-yi askeriyenin tehiratına sebep olan yollarla köprüler hakkında taraf-ı vâlâ-yı seraskeriyeden vakı olan işar üzerine Şehirkışla kazasının Bozkurt karyesi civarında Kızılırmak üzerine bir köprü inşası lüzumundan bahisle hemen ameliyata mübaşeret olunmak üzere… bilahare evrakların esas nafia nezaret-i celilesinden izbar olunduğu ve … işbu köprünün kârgir olarak inşasına sekiz bin ve ahşap halinde bin lira masrafı kabul olabileceği anlaşılmış olsa da köprünün şoseler haricinde bu masrafın ne taraftan tayin olunması lazım geleceği bilinemediği ve mevzuun ehemmiyeti hasebiyle bir an evvel inşası elzem olduğu… o havali halkının taş vesairece muaveneti de görüleceği beyanıyla…2

Ticaret ve Nafia Nezaretine yazılan bu yazıda Bozkurt Köyü’nde Kızılırmak üzerinden geçen günümüzdeki köprünün yapımına dair 1899 Haziran ayına ait (Rumi Mayıs 1315) bir belge görüyoruz. 1897 yılı boyunca süren Osmanlı – Yunan Savaşı’nda lojistiğin önemi bir kere daha ortaya çıkınca, Osmanlı savaş sonrasında olası durumlara karşı önlem alma isteği duyuyor. Belgeden de anlaşılacağı üzere söz konusu savaşta Anadolu’nun iç bölgelerinden bile savaşa asker sevk edildiği anlaşılıyor. Bu noktadaki gecikmelerin bir daha yaşanmaması için Osmanlı yol, geçit ve köprülerin yapım-onarımına bilhassa eğiliyor. Belgede dikkat çeken bir başka hadise ise hem işgücü hem de yapı malzemesi olarak bölge halkının (Bozkurtlu Çeçenler) devlete yardım edeceğinin dile getirilmiş olması. Devlet, bölge halkıyla işbirliği içerisinde.

Üçüncü belgemiz ise Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına ait bir İrade-i Seniyye. Ağustos 1918’e ait. Savaşın sonu yaklaşıyor. Belgemize bakalım: “Rusya’nın Çeçen ve Kafkas Rus Gönüllü Fırkasına mensup İnguş süvari alayları zabitanından olup Ordu-yu Osmani’ye dehaletle Üçüncü Ordu Kumandanlığından Dersaadet’e izam kılınmış olan Yüzbaşı Ali İskender ve ihtiyat mülazımı Mehmet Sinan efendilerin talep ve arzularına ve kumandanlığın emirnamesine binaen mertebe-i aliyyeleriyle Ordu-yu Osmani’ye kayıt ve kabullerine müsaade edilmiştir.3

Daha önce çarlığın Kafkas Tümenine mensup biri yüzbaşı, biri mülazım (teğmen) iki İnguş süvari subayının, Osmanlı Ordusu’na rütbelerini muhafaza ederek katılma isteklerinin kabul edildiği bildirilmiş. Çarlık Rusya’sı, özellikle Kafkasya’nın istilası sürecinde ve sonrasında, Kafkasyalılardan oluşan askeri birlikler meydana getirerek bunları savaş meydanlarında kullanma yoluna gitmişti. Aynı usulü, Anadolu’ya göç eden Kafkasyalılardan askeri birlikler oluşturan Osmanlı’nın da uyguladığını biliyoruz. 1917’deki Bolşevik İhtilali ve peşi sıra gelen Rus iç savaşı sırasındaki kaotik ortamda, pek çok Kafkas asıllı subayın farklı yönelimlerde bulunduğunu görüyoruz. Bir kısmı Kuzey Kafkas Cumhuriyeti’nin oluşmasında rol oynarken, bir kısmının Beyaz Ordu’ya, bir kısmının da Kızıl Ordu’ya katıldığını görüyoruz. Bu belgede de görüldüğü gibi bir kısmı da Osmanlı ordusunda görev almak istiyor. Bu iki subayın isimlerinin Ali İskender ve Mehmet Sinan olduğu yazılmış. Bu isimlerin Osmanlı ordusuna katıldıktan sonra kendilerine verilen hüviyetlerdeki isimler olduğu mu yoksa asıl isimleri olduğu mu bilinmiyor. Ancak Vaynakh orijinli isimler olmadığı görülüyor. Kafkasyalıların hem Rusya hem de Osmanlı nezdinde askeri yetenekleri son haddine kadar kullanılıyor.

Örnekleri çoğaltmak, bu örnekler üzerinden hikâyelerin ardını aramak mümkün. Elbette bunlar daha kapsamlı çalışmaların konusu olacaktır. Ben bu yazıda, bu toprakların geçmişine dokunmuş atalarımızın Osmanlı arşivlerindeki bazı izdüşümlerine değinmek istedim. Yüzlerce belgenin arkasındaki hikâyeler, isimler, aileler, yaşanmışlıklar arşiv raflarında aydınlanmayı bekliyor. Bu alandaki araştırmalar arttıkça, geçmişimizi tamamlayan pek çok yeni belgeyle daha karşılaşmamız olası. Son tahlilde şunu söylemek gerek. Bizler bulunduğumuz coğrafyaların hep belirleyici unsurlarından olmuşuz. Ancak çoğunlukla nesneleştirilmişiz. Günümüzde ise nesne olmaktan sıyırılıp, özne olmaya doğru daha sağlam adımlar atmamız gerekiyor. Tarih, bu açıdan önümüzü aydınlatan bir disiplin. Öznesi olacağımız nice güzel hikâyeler yazmak dileğiyle…

 

1- Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y. A. HUS. (Sadaret Hususi Maruzat Evrakı) 493/91, 17 Ağustos 1321 (Rumi)

2- BOA, DH. MKT. 2210/24, 31 Mayıs 1315 (Rumi)

3- BOA, İ. DUİT 163/14, 3 Ağustos 1334 (Rumi)

Önceki İçerikJudo şampiyonları
Sonraki İçerik‘Otej Teoremi’
Mert Kalkan
Dokuz Eylül Üniversitesi, Tarih Eğitimi Ana Bilim Dalı’nı bitirdikten sonra lisansüstü eğitimine devam etti ve Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler üzerine hazırladığı iki sempozyum bildirisi yayınlandı. Ethem ve Milli Mücadele üzerine yaptığı akademik çalışmalarını sürdürüyor. İzmir’de ikamet etmekte ve 2013 yılından beri özel öğretim sektöründe tarih öğretmenliği yapmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz