Herkesi kurtaran havai bir Çerkes kızı mıydı? Adigeler çiçek aşısını nasıl buldu?

0
1668

Tüm dünyanın koronavirüse karşı aşı bulmak için çırpındığı bugünlerde, bir zamanlar dünyanın başına bela olan diğer illetlere karşı nasıl tedavi yolları bulunduğu sorusu, ister istemez akla geliyor. Doğrudur, bunların ortaya çıkışıyla ilgili resmi tarihler her zaman gerçeğe uymuyor. Kısacası, her defasında tarih bize geçmişte olan şeyleri kanıtlıyor. Gerçekte çiçek aşısını kim kullandı, Çerkesler ve Kuzey Kafkas halkları salgınlarla nasıl mücadele ettiler, bütün bunları “Aif-Yug” adına, RAN (Rusya Bilimler Akademisi-ç.n.) Medeni ve Bölgesel Araştırmalar Enstitüsü kıdemli üyesi, tarih doktoru, Moskova Yerel Hükümeti Milliyetler Meseleleri Konseyi uzmanı Naima Neflyaşeva’ya sorduk.


Bilgi

Çiçek, ağır yürüyen bulaşıcı bir viral hastalıktır. Karakteristik özelliği vücutta iltihaplı döküntüler yaratmasıdır. Ağır vakalarda, oluşan papüller birleşerek, irinli iltihap geliştiren yekpare bir yüzey oluşturduklarında derinin üzeri geniş bir döküntü (eksantema) tabakasıyla kaplanır.

Çiçeğe dair ilk bilgiler MÖ 3700 yılına kadar gidiyor (Mısır, Hindistan, Çin). Avrupa’ya çiçek MÖ V. yüzyılda Yakındoğu’dan taşındı. Koyunlardaki çiçeğe dair ilk bilgilere 2. asırda rastlıyoruz. Rusya’da koyun çiçeği XVIII-XIX. yüzyıllarda çok yaygındı. SSCB’de bu hastalık 1969 yılında yok edilmiştir.

Mesela Çerkesler içme suyunu asla kapalı haznelerden almazlar, sadece akan suyu kullanırlardı. İkincisi, kuyuları ideal ölçüde temiz tutarlar ve evden ayrı bir yerde; tuvaletten, insanların toplanma alanından uzak yerlerde inşa ederlerdi. Her zaman kuyu ağzını bir kapakla kapatırlardı. Eğer evin içinde büyük bir su kabı varsa onun da üstü mutlaka kapatılırdı. Bir gün beklemiş suyu kullanmamaya gayret ederlerdi.

Ve tabii ki hijyene de uyulurdu. O zamanlarda Çerkesya’da bulunmuş birçok görmüş geçirmiş Avrupalı seyyah, insanların âlicenap karakterinden ve konutlarını, giysilerini, gıdalarını ideal ölçüde temiz tuttuklarından söz eden yazılar yazmışlardır.


‘Kara Ölüm’e karşı

-Naima, ilk çiçek aşısını 1796 yılında İngiliz doktoru Jenner’in yaptığı kabul edilir. Ama bazı kaynaklar, bu yöntemin Çerkesya’da (şimdiki Adigey, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes arazisini kapsardı) daha XVIII. yüzyıl başlarında bilindiğine tanıklık ediyor…

Çiçek ağır bir hastalık, Avrupa ve Amerika’da milyonlarca insanı öldürdü. Evet, ona karşı aşıyı, inek çiçeğine yakalanan ve ellerinde topu topu bir-iki kabarcık olan sağıcı kadınların asla çiçek hastalığına yakalanmadığını fark eden İngiliz Edward Jenner’in bulduğu kabul edilir. Bakın, bu konuda tanınmış internet kaynağı ne yazıyor: “Bir gün, inek çiçeğine yakalanmış olan köylü kadını Sarah Nelms’in elinde (Basılmamış notlarının birinde Jenner onu Lucy olarak adlandırıyor) birkaç tane cerahatli kabarcık belirdi. 14 Mayıs 1796 tarihinde Jenner bu cerahati sekiz yaşındaki James Phipps’in (1788-1853) vücudundaki bir sıyrığa sürdü. Çocukta birkaç gün sonra geçecek hafif bir kırgınlık görüldü. Bir buçuk ay sonra James’e doğal (insan çiçeği) çiçek zerk edildi, ama hastalık oluşmadı. Birkaç ay sonra, ikinci, beş yıl sonra üçüncü kez doğal çiçek zerk edildi ve aynı sonuç elde edildi.” Jenner çalışmasını 1798 tarihinde yayımladı. Ama başka tarihi kaynaklara bakılırsa, bu tarihten çok önce, 1711 yılında İsveç Kralı XII. Şarl’ın Fransız ajanı Aubry de la Mottraye, Kafkasya’yı ziyaret etti. Notlarında yazdığına göre, Degliad köyünde hasta bir Adige kızına çiçek aşısı yapılma prosedürüne şahit olur ve bu prosedürü ayrıntılı olarak not eder.

İlk defa kendisine çiçek aşısı yapılmasına cesaret eden havai Çerkes kızına ne kadar minnettar olsak azdır

Mottraye şöyle yazıyor: “Dağlar arasında ilerledikçe Çerkesleri daha da güzel bulmaya başladım. Çiçek izi taşıyan kimseye rastlamadığım için, birçok halkın sağlığını mahveden, güzelliğin düşmanı bu hastalıktan korunmanın bir sırrı olup olmadığını sormak aklıma geldi.”

Aslında çiçek hastalığı Çerkeslere de uğradı, bunun kanıtı lisandır. Lisan, acımasız bir ayna gibi gerçeği yansıttı: Adige dilinde “фэрэкl напэ” diye bir deyim vardır, “çiçek artığı surat”, ama bu deyim çok da yaygın değildir, Çerkesler çok eski çağlardan beri Avrupa’ya malum olmayan bir sırrı biliyorlardı. Ama bu sırrı Fransız konuklarından saklamadılar. Bakın nasıl yazıyor: “Aldığım cevap sorumu doğruluyordu. Bu tedavinin, hasta kişiden cerahati alıp iğne yapma yoluyla, korunmak istenen kişinin kanıyla karıştırılmasından ibaret olduğunu anlattılar.”

Yeri gelmişken söyleyelim, Mottraye bu uygulamayı gözüyle gördü: “…Bir Degliad köyünde, biz oradan geçerken dört veya beş yaşındaki bir küçük kıza aşı yapıldığını öğrendim… Kız çocuğunu bu hastalığı kapmış üç yaşındaki bir erkek çocuğunun yanına götürdüler. Çocukta çiçek kabarcıkları belirmeye başlamıştı. Yaşlı kadın birbirine bağlı üç iğne aldı, bunlarla önce küçük kızın göğüs boşluğunun altına, sonra kalbin üzerine sol göğse, ardından göbeğe, sağ avca, sol ayak bileğine kan gelene kadar beş defa batırdı ve çiçek kabarcıklarından çıkardığı irinle karıştırdı.”

Bu arada, “kara ölüm”ün galipleri olarak Çerkesleri ve onların sırlarını Avrupalılar yalnızca Mottraye’den duymadılar. Çerkeslerin bu buluşunu gerçekten herkese duyuran kişi, Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki elçisi Mary Wortley Montagu oldu. İyi eğitimli ve faal biri olan Lady Mary, Konstantinopol’de (İstanbul) genç bir Çerkes kızıyla tanıştı ve kız ona bu metottan bahsetti. Lady Mary altı yaşındaki oğlunu aşıladı ve ardından da bu Çerkes formülünü Avrupa’ya götürdü. Orada kendisine, hemen olmasa da bir süre sonra yeşil ışık yakıldı ve hatta Britanya kraliyet ailesine çiçek aşısı yapıldı. Tıp insanları ilk başlarda itiraz ettiler ama önceki %20-40 ölüm oranına karşılık %2’lik oran şüphecileri ikna etmeye yetti, tüm Avrupa aşıya hücum etti.

Yani, Çerkes metodu Avrupa’yı neredeyse yüz yıl boyunca salgından korudu. Tanınmış Fransız şairi, yazar ve filozof Claude Helvetius [Claude Adrien Helvetius (1715-1771), ç.n.] takdir duygularını şöyle haykırıyordu: “Kendisine ilk defa aşı yapılmasına cesaret eden o havai Çerkes kızına ne çok şey borçluyuz! Çiçek aşısı kaç çocuğu ölümün pençesinden çekip aldı! Herhalde manastır kurucusu rahibeler arasında bile dünyaya bu kadar hayrı dokunmuş ve dolayısıyla dünyanın minnettarlığını hak etmiş biri yoktur.”

 

Karantina eskiden beri uygulanırdı

-Naima, aşıdan başka salgınlarla mücadele yöntemleri var mıydı? Ve salgınlar Kuzey Kafkasya’da ne sıklıkla ortaya çıkardı?

Tarihi kaynaklar karıştırılırsa, evet, maalesef bulaşıcı hastalıkların Kuzey Kafkasya’da kanlı izler bıraktığı dönemler olduğuna dair kanıtlar bulunabilir. Mesela orada veba salgını XVIII. yüzyıldan itibaren tespit ediliyor. Tüm köy halkının öldüğü birkaç tane büyük veba patlaması olmuş. Hastalığın uğradığı birçok yerleşim yeri terk edilmiş, halk oradan ayrılmış. Veba patlamaları bugünkü Mozdok’ta, Vladikavkaz’da, Georgievsk bölgesinde tespit edilmiş. 1801-1805 yılları arasında vebanın Büyük ve Küçük Kabardey’i kasıp kavurduğu biliniyor. Yeri gelmişken, eğer tarihe daha derinden bakarsak, 1347-1352 yıllarında yaklaşık 50 milyon insanın ölümüne neden olan ve daha sonraları “Kara Ölüm” olarak adlandırılan veba salgınını hatırlayabiliriz. Bu salgın Avrasya’nın büyük kısmını etkilemişti. Bu salgın nedeniyle bu kıta birkaç asır geriye gitti. Fakat bu belanın bir dizi nedenden Çerkesya arazisinde o kadar tahribat yapmadığı bilinir.

Tarihçi Samir Hotko’nun araştırması, o dönemde Çerkesya’nın neden kitlesel ölüm ve nüfusun eksilmesi gibi felaketlere maruz kalmadığını tahmin etmeye yardım edecek bazı faktörleri ortaya çıkardı. Birincisi, Çerkesler karantinayı eskiden de biliyorlardı. Kitlesel hastalıklar başladığı zaman -ki bu her zaman veba olmayabiliyordu (humma, tüberküloz, malarya bile olsa)- prenslerin talimatıyla bütün bir köy kordona alınırdı. Eğer bu durum zirai işler mevsimine denk gelirse, bu işler yarıda bırakılırdı.

İkincisi, geleneksel tıp geniş ölçüde kullanılırdı. Yeri gelmişken, geleneksel otacıların birçok metoduna günümüzde de başvurulduğunu ifade edelim. Tabii, günümüzde siyah küllü bir karışımı kimse yapmaz, ama Adigeler daha o zaman çeşitli iksirler yapmayı biliyorlardı. Terletici çaylar, balgam söktürücü iksirler gibi… Akciğer hastalıklarında yağlı yiyecekler geniş ölçüde kullanılırdı. Kaynaklar, hastalara keçi yağı, tereyağı, ayı, kaz, porsuk yağlarının yedirildiğini gösteriyor.

Hastalıkları yenmede önemli bir başka faktör daha, önleyici tedbirler sisteminde temiz su kullanımına önemli bir yer ayrılmış olmasıdır. Adigelerin suya yaklaşımı çok akılcıydı, yalnızca su kaynağını ustalıkla bulmakla ve ırmak kenarına yerleşmekle kalmazlar, günlük yaşamlarında da suyun kalitesine dikkat ederlerdi. Kültürde suyla ilgili karmaşık standartlar üretilmişti. (https://aif.ru)

(Fatima Şewcen’in Naima Neflyaşeva ile 14.04.2020 tarihinde yaptığı röportaj…)

 

Çeviri: Uğur Yağanoğlu

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz