Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

‘83 yaşındayız, bu yaşta yine vatanımıza gideceğiz, gençlerin koşması lazım’

Ömrünü kültürüne, kimlik mücadelesine adayan Hatko Aslan Arı’yı kaybettik.
Ailesine, yakınlarına sabır diliyoruz.
Yaşamının kalan bölümünü anavatanında geçirmek isteyen Aslan Arı ve eşi Suzan Arı, 3 Ağustos’ta Maykop’a kesin dönüş yapmışlardı. Kendisiyle Türkiye’deki son röportajı, yolculuklarından önceki akşam evlerini ziyaret ederek gerçekleştirmiştik.
Anısına saygıyla…
JINEPS

-Sohbete Toğuzata Metin Bozkurt tarafından yayına hazırlanan “Zor Yıllar” adlı kitabınızla başlamak istiyorum. Bu kitabın yayına hazırlanması esnasında hatırladığınız, kimliğe dair çalışmalarınız sırasında yaşadığınız veya sizde anısı kalan anılardan neleri anlatırsınız okurlarımız için?

-Anılarım çok. Çocukluğumda hep Adığabze oldu konuşmalarım. Hiç Türkçe de bilmezdim okula gittiğim zaman. O ortamda anlatılanlar da hep Kafkasya’ya ait hikâyelerdi. Nartlar, Sosrokua… O ortam içerisinde büyüdüm.

İlkokula gitmek için Karaman’a getirdiler, halamın yanına. Büyük halam (Çamile Hala) bir Tatarla evliydi, orada kalıyordum. İlk dört senem orada geçti, kendi başıma da okula gidip gelemeyeceğim için, dil de bilmiyorum zaten, bana o çevredeki arkadaşları tanıttı, onlarla gidip gelirsin diye. Günün birinde Çamile Halam bir yere gidecekti, Katibe Halam da Karaman’daydı, ona bıraktı beni. Evden çıkmışım oynarken, biraz merkeze yakındı onun evi, evi bulamıyorum. Salya sümük ağlıyorum “Halamın evi nerede, halamın evi nerede?” diyerek. Soruyor adam “Necisin, neredesin?”; ama anlamıyor lafımı, ben de anlamıyorum gerçi ya, daha ilk günden ne olacak! Nihayetinde Çerkes Ramazan vardı o zaman bizim şehirde, onu biliyorlardı, oraya götürdüler beni. Onunla biraz konuşturdular, anlattım hikâyemi, derdimi. Çerkes Ramazan’ın Karaman’ın orta yerinde bir satış yeri vardı. Bizim köyden, her taraftan gelen Çerkesler orada birleşir, görüşürlerdi. Unutmuyorum o çocukluk anımı.

Dedim ya, anılarım hep Kafkasya üzerine. Hacet Nenej beni gezdirirken bir yaşlı adam geçiyorsa duruyor, o geçiyor. Adam iniyor gerçi atından. Duruyoruz, yaşlı adamın geçmesini bekliyoruz, ondan sonra yürüyoruz. Yaşlı adam da 7-8 adım ileride atına biniyor tekrar. Bu şekilde oluyordu. Yani tam bir Çerkes ortamında, Xabze ortamında büyüdüm. Bizim köydeki herkes Adığabze konuşurdu. Anılarım çok…

“Gelecekten umudum var, toparlanacağız”

 

-Kimlik mücadelesi uzun ve zorlu bir süreç. Deneyimleriniz ışığında şimdiki gençlere tavsiye ve önerileriniz neler olur?

-Şimdiki gençlere tavsiyem, dillerini öğrensinler, Xabze’yi öğrensinler, en mühimi o. Köyümde benim yaşımdakiler zaten Türkçe bilmezdi ya, hep Adığabze konuşurlardı fakat şimdi bilen kalmadı. Bu evlilikler var ya, köye yabancıların gelmesi dili unutturdu gençlere. Şimdi evet, benim kardeşlerimin hepsi Adığabze biliyor ama küçükler bilmiyor, bunu mutlak suretle halletmek lazım. En mühim problemimiz o.

Köylere yabancılar geldi, onlar anlasınlar diye Türkçe konuşuyorlar, Adığabzeyi iyice bıraktılar. Ancak benim yaşımdakiler dil biliyor, biraz da aşağıdakiler. Dil maalesef yok. Dil bitti mi zaten, Xabze de gitti mi tümü gidiyor. Burada biraz daha kalacak olursak tamamen asimile olacağız. Ve Kafkasya’daki insanların durumları başka, bizimkilerin durumu başka diasporada. Ama şu anda umudum var, gelecekten umudum var, toparlanacağız; çünkü televizyonu açsan orada oyun oynuyorlar yahut da program yapıyorlar, Adığabze ama; anlıyoruz. Kitaplar, mecmualar çıkıyor, yine okuyoruz. Son zamanlarda artık halk kimliğine sahip çıkmaya başladı ama tabii bu iş gençlerde. Ve eğer böyle devam edecek olursa maalesef buradakiler yok olacak.

 

“Anavatana dönüşten başka çaremiz yok”

 

-Peki, siz anavatana birçok kez gitmiş ve bundan sonra da tamamen anavatanında yaşayacak biri olarak anavatana dönüş konusuna nasıl bakıyorsunuz? İnsanlar diasporada bu mücadeleyi verebilir mi; yoksa anavatana dönme imkânlarını kullanarak orada daha mı iyi olur sizce?

-Anavatana dönüşten başka çaremiz yok çünkü hiçbir şekilde var olmamıza imkân yok. Ben oradayken Psınef Kafe’de yaşlı bir adama rastladım. “Ben Bağdat’tan geliyorum, nasıl yapacağız”, ne yapacağını bilmiyor yani. Bağdat’ta da Adige var.

Sonra yine İsrail’den gelen birisiyle de karşılaştım. İsrail’den gelenlerle daha evvel de çok karşılaştık. Antalya’dayken geliyorlardı, denize giriyorlardı, orada karşılaşıyorduk, evimize de geldiler. İsrail halkı eskiden çok dağınıktı, şu anda toparlandı ve devlet oldular. Ona da şunu dedim: “Bizim insanımızın toparlanması nasıl olacak? Bizim öncelikle onu halletmemiz lazım.” İsrail’deki Adigeler buna biraz önem versin diye rica ettim.

Biz 125. yılı anarken gelemediler İsrailliler. Ama mektuplar geldi. Bizi davet ettiler. Çok mektup, fotoğraf geldi. Evlenecek çocuğu olan aileler çocuklarının fotoğraflarını gönderdiler. Tabii bizim o zamanlar dergi çıkıyordu, oradan öğreniyorlardı.

Şimdi bizim Adigeler hakikaten artık kimliklerini kaybetmemeye çalışıyorlar. Eskiden ülkücüler savaşarak Kafkasya’yı fethetmeyi düşünüyorlardı, bir kısmımız da solculukla bir şeyler yapmaya çalışıyordu ama biz dönüşçüydük. Dönüşle ancak bu mümkün dedik, ısrarla üstünde durduk. Ankara’da bu konuda yayınlarımızın hemen hemen hepsi dönüş üzerine oldu. Bütün dergilerimizde iyi kötü yazılarım da çıktı.

-KAFDAV’da uzun süre yayıncılık yaptınız, onun dışında dernek başkanlığı yaptınız, hatta KAFDER kurucu başkanısınız. Dil, Xabze öğrenme konusunda, görevde bulunduğunuz bu süreci nasıl yürüttünüz?

-Daha çok aktivite yaparak, folklor gösterisi, toplantılar yaparak, yani halkı biraz aydınlatmaya çalıştık. Ve halk da artık eskisi gibi değil. Git Maykop’a, Nalçik’e, fark etmiyor; orada millet durmadan şarkı söylüyor meydanlarda. Benim evim tam operaya bakıyor. Bir de meydan var orada, şarkı söyleniyor, oynanıyor. Yani halk durmuyor, bilinçlenmiş. Buradaki insanlardan da orada çekilen filmleri seyreden oluyor. Kitaplar da… Kiril’le yazıldığı için, biz unutuyoruz; yaş ilerlediği için çabuk da öğrenilmiyor ama mutlaka öğrenmek lazım. Kitapları ancak tercümelerle okuyoruz.

Ama ben halkıma güveniyorum, toparlanacak. Kalkıp koca Rusya ile dövüşmeye kalktığında hakkından gelemezsin, öyle bir şey düşünmüyorum. Ancak dostça… Oradaki insanlarımızın yaşam tarzını çok iyi biliyorum, hiçbir eksikleri yok, yani Adigelik her şeyiyle orada yürüyor.

 

-Orada yaşayan insanlar için bir siyasi baskı söz konusu mu?

-Hiçbir siyasi baskı yok şu anda. Vaktiyle olmuş çarlık devrinde ama şimdiki devirde hiçbir şey yok, rahat, her şey serbest. Filarmoni var, folklor da yapıyorlar, tiyatro da oynuyorlar, konuşma da yapıyorlar, yani hiçbir baskı yok, orada öyle bir sıkıntı yok.

 

“Türk vatandaşıyım ama Çerkesim dediğim için iki kere tutuklandım”

 

Burada hele benim gençlik devrimde “Herkes Türk olacak” diyordu bazı ülkücüler. “Çerkesim” deyince “Hayır sen de Türksün” diyorlardı. “Türk vatandaşıyım ama Çerkesim.” Sırf bu laflar yüzünden iki kere tutuklandım. Birincisinde götürdüler, 18 gün durmadan sordular ve o tutuklanışımda ilk gittiğimizde yatacak yer de yok, kilimlerin üstünde, öyle yerlerde yattık. 18 gün sonra bıraktılar. Ondan 25 gün sonra da yine tutuklandım, 105 gün yattım, o zaman biraz daha iyiydi. İlk tutuklanışımızda 400 kişi bir salonda ve ot yataklarda yatıyorduk, tuvalet de yoktu. Ama ikinci tutuklanışımda Konya’da ikili-üçlü karyolalar vardı, orada yattık, nispeten daha iyiydi fakat sorgu bu.

Her tutuklanışımda “Çerkes misin Türk müsün?” diye soruyorlardı. “Efendim ben Çerkesim, annem Çerkes, babam Çerkes ama Türk vatandaşıyım.” Bütün ailemin içerisinde harplere girmeyen yok. Dedem Balkanlar’da, onun kardeşi Hüseyin Çavuş Çanakkale Savaşı’nda, daha küçüğü Hasan Emmi Yemen’de, Mısır’da kaldı 18 sene. Yani bütün ailemiz, bütün Çerkesler bu vatan için çalıştı. Zaten Çerkesin yaşadığı ülkenin aleyhine olmasına imkân yok, yapısı öyle. Kendi vatanı gibi korur. 1974’te Kıbrıs Harekâtı’nda askerler geçerken babam kurban kesti sağlıkla dönsünler diye. Biz bu ülkeyi seviyoruz, bu ülkenin iyi olmasını istiyoruz. Oraya gitmek istesek de yine burayı seviyoruz ama orası da bizim vatanımız, herkes gitmek ister.

Tutuklanışımın esas sebebi o ülkücülerin ikide bir bana “Çerkes misin Türk müsün” diye sormalarıydı. Tutuklanışımda evime, işyerime geldiler, Çerkeslikle ilgili bir şey var mı diye her tarafı aradılar. Buradaki kamayı aldılar. “Bu kama nerden geldi” dediler, “Nereden gelecek, Kafkasya’dan getirdik” dedim. O tür anılarım çok…

İkinci tutuklanışımda da aynı şeyi sordular. Kitapta da bahsettim, “Senin gibi Çerkesler var burada ama senin gibi ayrımcılık yapan yok” dediler. Ben burada ayrımcılık yapmıyorum, ülkeye zarar vermiyorum ama kendi vatanımı da özlüyorum, sırf oraya gitmek istiyorum, başka bir şey istemiyorum, anayurdumuza dönelim.

Anadili öğrenmek için pek çok şeye müsaade etmelerine imkân yok Türkiye’de. Halbuki Kafkasya’da herkes diliyle konuşuyor. İlkokula giden de herkes dilini biliyor. Burada imkân yok, vermiyorlar o müsaadeyi.

 -O dönemde dışarıda eğitime izin verilmiyordu fakat dernek bünyesinde bunu yapabiliyor muydunuz?

-Dernek içerisinde yapılıyordu ama millet korkuyordu tutuklanacağız diye. Benim hastalıklarımın temelinde o yatıyor. Tutuklandım, ondan sonra bırakmıyor ki… Dernek başkanı oldum, çalışmam süresinde hep takip edildim. O takipler sırasında sağlığını da yitiriyorsun.

 

-Kitabı okumayan birçok arkadaş da var. Kitaptan biraz bahsetmenizi isteyeceğim.

-Küçüklüğümden itibaren yaşlılardan duyduklarımı not ettim ve onların toplanışıdır kitap. Buna esas ulaşan da Metin Bozkurt, onları okuyan, düzenleyen… Dergilerde çıktı yazılarım, onlarda da yine Metin uğraştı, sağ olsun.

 

-Anavatanla ilişkilerinizden söz edersek…

1989’da Sovyet Elçiliği’ne başvurduk, Albert Çernişev sağ olsun, hep ilişkimiz oldu. Çeşitli toplantılarda “Döneceğiz. Anavatanımız orası. Çifte vatandaşlık istiyoruz”, onun propagandasını yaptık ama Rusya’nın aleyhine de konuşmadık.

Rusya’ya davetli olarak gittik. Rus Elçiliği’ndeki her türlü toplantılarına bizi davet ederlerdi. Toplantılara katıldık, arkadaşlarımızı götürdüğümüz de oldu. İyi ilişkimiz vardı Albert Çernişev’le. Bizi Moskova’ya davet ettiler, Kafkasya’ya da gidecektik.

Süleyman Yançatoral rahmetli, eşiyle birlikte… Fahri Huvaj, eşiyle birlikte… Ve ben eşimle birlikte o toplantıya katıldık, o Kafkasya toplantısına. Fevkalade güzeldi. Nasıl karşılanıyorduk! Hadağatle Asker… Bizi köylerde gezdirdiği zaman yaşlı bir adam şarkılar söylüyor, buyur da ediyor, konuşmalar yapılıyor, yemeklerde hele çok güzel konuşmalar yapılıyordu, Adığabze olarak tabii.

Oradakilerin şimdi Rusça olarak bir etkileri yok, kendi dillerini öğreniyorlar. Folkloru istediğin kadar öğren, o konuda hiç sorun olmadı. Kaç kere gittim. Taa Moskova’ya da gittik. Bir günden bir güne bütün o gittiğimiz yerlerde sorgu sual olmadı. Türkiye aleyhinde olsun, yaşadığımız ülkeyle ilgili bir propaganda da yapmadık, hiç öyle bir şey sormadılar, gayet demokrat bir yapıları var.

 

-Anavatanda bulunduğunuz dönemde “Siz bizi terk ettiniz” diyenler oldu mu?

-O tarzda konuşanlar olmadı. Nasıl çıkarıldığımızı biliyorlar, onlar da üzgün. Anavatandan nasıl çıkarıldığımızı, nasıl sağa sola dağıtıldığımızı onlar bizden iyi biliyorlar. “40 ülkede yaşıyorsunuz” diyorlar. “Kavğazej” diye şarkı söyleyen sanatçıyı buraya da davet etmiştik. 80’lerde gelmişlerdi. Bir şarkı söylediği zaman ağlardım; “Kavğazej”, yani “Dönün artık” diyor. Fevkalade güzel çalışmalar var.

-Bu yaşadığınız tecrübeyle gençlere, genç olmayanlara, herkese anavatan, Xabze ve dil hakkında söyleyecekleriniz var mı?

-Ülkeye dönmeyen asimile olacak, anayurdunu da dilini de unutacak. Mısır’a görevli olarak giden arkadaşlarımız oldu, onlara “Nasıl oralar” diye sordum. Çerkes soyadları olan var ama Çerkeslik bilen pek kalmamış. Halbuki vakti evvelde Memluklar orada devlet kurmuşlar, başlarında bizimkiler var, ordu desen bizden ama yaşayamadılar. Genel kültürlerini muhafaza edemediler.

 

-Şimdilik anavatanına dönme imkânı olmayanlar burada ne yapabilirler sizce?

-Burada ancak dernekler vasıtasıyla kültürümüzü muhafaza edebiliyoruz. Dernekler aktif çalışacak, çalışanlar hiç yorulmayacak. Bir gelişme var, bizim çocukluğumuzdaki gibi bir dışarda kalma yok, şimdi halk uyandı. Bu dönüş olacak, ama kim dönecek? Çoğunluk dönemeyecek ama bir kısmı hiç olmazsa dönecek. Dönenler de var. Adigey’e herhalde 1.500 kişi civarında döndü.

Dönenler olarak ilk gittiğimizde çok iltifat gördük. 1989’da Rusya’ya davet edildiğimiz zaman önce Moskova’ya indik. Ürdün büyükelçisi ve hanımı bize yemek verdi. Çok güzel ilgi gördük orada. Cuma namazına gittik, kıldık, kimse bir şey söylemedi. Çok heyecanlı günlerdi, çok duyguluydum, gençtim tabii.

Moskova’da bir hafta kalıp Çeçenya’ya geldik. Nasıl bir ilgiydi, görsen! Hüseyin Menge rahmetli, bizi gezdiren oydu. Hanımı yaşıyor herhalde, benim tercümanımdı. Tiyatro dağıldığı halde tiyatro oynadı bizim için. Çeçen köylerine gittik. Çeçenya’da bir hafta kaldık, sonra Kabardey’e geldik. Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin amblemi var hudutta, orada indik arabadan, toprağı öptüm. Anavatanıma geldiğim için çok duygulandım. Çok güzel günler geçirdik biz. Kabardey’de de çok büyük ilgi gördük.

 

“Halkımın uyanışını hissediyorum; diasporada da anayurtta da uyanıyor”

 

-Kabardey’e ya da Maykop’a gittiğinizde ilk görmek istediğiniz bir yer var mı?

-Kabardey’e gittiğinde seni doğru Sosrukua’nın heykelinin olduğu tepeye götürüyorlar. Her yeri gezdik, hikâyeleri dinledik; yaşlılar, sanatçılar…

Eşim ve ben 83 yaşındayız, bu yaşta yine vatanımıza gideceğiz, gençlerin koşması lazım. Gidildiğinde ilgi olacak, ondan da eminim. Öncelikle bizim işadamlarımızın, bilhassa müteahhitlerin gitmesi, orada çalışması lazım. Buradan oraya insanımızın gitmesi için iş bulacak, ekmek bulacak, yatacak yer bulacak, o çok mühim.

Çerkesler uyandı. Oraya gidenler hiç olmazsa dışarıdan gidenlere kalacak yer ayarlıyorlar, oteller dehşet pahalı. Haçeş sahipleniyor. Buradan gidenlerin evraklarına da yardımcı oluyorlar.

Halkımın uyanışını hissediyorum; halkım diasporada da uyanıyor, anayurtta da uyanıyor. Vatanımı seviyorum. Halkımın da dönmesinde fayda var; onlar için fayda var; çünkü kendi ülkesi, kendi toprağı, istediğin gibi dilini konuş. Hiç dil bilmeyenlere de dil öğreten yerler var. Her türlü faydalı çalışma yapılıyor.

 

-Çok teşekkür ediyoruz Aslan Amca. İnşallah temennileriniz gerçek olur. İnşallah biz de dönebiliriz.

-İnşallah siz de dönersiniz oğlum. Biz yarın anayurdumuza gideceğiz, Maykop’a.

 

Röportaj çözümlemesindeki desteği için Maral Dindar’a teşekkürlerimizle…

Hatko Aslan Arı ile söyleşimizin videosu YouTube sayfamızda:

https://www.youtube.com/watch?v=ls3y1K6AbT0


‘Zor yıllar’

Aslan Arı, anayurtlarındaki savunma savaşının son günlerinde köylerinin düşman tarafından işgaline karşı köy halkının verdiği mücadele ve direnişlerini, yaşanan faciaları savaş sonunda sağ kalanların köylerini terk etmek zorunda kalışlarını, bu süreci yaşamış olan atalarının anlatımlarından bize yansıtmaktadır. Yurtlarından sürülen Çerkes halkının sürgün yollarında; Rumeli’nde, Arap ülkelerinde yurt edinme mücadeleleriyle birlikte hayatta kalma çabaları, nihayetinde bu sürülenlerden bir grubun Anadolu’ya yerleşmeleri, yeni köyleri Gökçe’de çevreye uyum zorlukları, özgün kültürel yaşam biçimleri ve dilleri devam ettirme çabaları, aile büyüklerinin tanıklıklarıyla anılarda yerini almıştır.

Atalarının yaşadığı bu tarihi olayların yarattığı ruh hali ve etkisiyle Çerkes ortamı içerisinde büyüyün Aslan Arı, ilk gençlik ve üniversite yıllarından itibaren Kafkas kültür derneklerinde görevler almış, başkanlık yapmış, Çerkes halkı kültürel değerlerinin ve dillerinin yaşatılması için zorlu siyasal dönemlerde baskılara göğüs gerip bedeller ödeyerek inanç ve idealleri doğrultusunda toplumuna hizmetini sürdürmüştür. İdealist Çerkes gençliğinin bu zorlu dönemlerdeki uyanış ve mücadelelerini de bulacaksınız anılarda… Onun inancı “Yeryüzünde hiçbir halkın kendi anavatanı dışında ilelebet varlığını sürdüremeyeceği” doğrultusundadır. İşte bu inanç ve tutkudur yazarı ve kimi Çerkes gençlerini anavatanlarına dönüşe yönelten… Anıların son bölümünde, işte bu inançla anavatan Kuzey Kafkasya’ya kesin dönüş yapan gençlerin “Maykop’ta Yeşeren Umutlar”ın dönüş öykülerine yer verilmiştir.

Hatko Aslan, anılarında atalarının ve kendisinin yaşadıklarını anlatırken aslında, Çerkeslerin anavatanlarından sürgün edilmesiyle birlikte 155 yıllık diaspora yaşamında başlarına gelen olaylardan kesitler vermekte, yorum ve değerlendirmeleri okuyucuya bırakmaktadır. Bu itibarla bu kitap da anlatılanlar, bir halkın anavatanının işgaline ve sonrasında diasporada etnik ve kültürel yok oluşa karşı verdiği mücadelenin, kutsal direnişin öyküsüdür. (kafdav.org)


Hatko Aslan Arı

Karaman’ın Gökçe Köyü’nde doğdu. İlk ve ortaokulu Karaman’da okudu. 1961’de İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu.

Kafkas Derneği Genel Merkezi (KAFDER) Kurucu Başkanı, KAFFED Onur Kurulu üyesi, KAFDAV üyesiydi. Uzun yıllar Ankara Çerkes Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürüttü ve Onur Kurulu’nda yer aldı.

Hayatını, toplumu ve kültürüyle iç içe geçirdi. Çerkes halkının kültürel değerlerinin, dilinin ve kimliğinin yaşatılması için mücadele etti. Yaşamı boyunca anavatana dönüş fikrini savundu.

19 Ağustos 2021’de Maykop’ta yaşama veda etti ve 21 Ağustos’ta anavatanda toprağa verildi.

 

*Kitap: Hatko Aslan Arı, Zor Yıllar – Kafkasya Özlemiyle Dolu Bir Ömür, Yayına Hazırlayan: Toğuzata Metin Bozkurt – KAFDAV Yayıncılık, 2020

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img