Herkes doğduğu fıtrat üzere yaşamalı

0
1039

Kimileri için oldukça iddialı gelecektir ancak ben doğru bildiğim bir şeyi, insanlara faydası olur düşüncesiyle, doğru bildiğim şekliyle yazacağım.  Beyaz ırkın atası olan Adige halkının [Circassian – Caucasoid] günümüz efradı, adeta Adige adından imtina edercesine milli adının ne olması gerektiğini, epey zamandır tartışıp duruyor. Bu yazımda, bu konuya az da olsa zaman ayırmak istiyorum. Amacım, elbette ki konudan ırki üstünlük taslamak ya da kendimize ve başkalarına herhangi bir paye çıkartmak değildir. Bir geni taşımak, bir ana-babadan olmak kişinin kendi elinde değildir. Kaldı ki yaratıcının da öyle bir isteği yoktur; tam tersine… Diyanet Vakfı meali:O´nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır,’ (Rum:22) derken yaratıcı, insan ve dil farklılığını kendi varlığının delili olarak bildirmektedir. Öyleyse kendimizin üretmediği bir şeyden kendimize paye çıkartmak doğru olmasa gerek. İnsan ancak yaptıkları güzel şeylerden dolayı tevazu içerisinde kıvanç duyabilir. Asıl olan, her konuda olduğu gibi doğuştan, doğal ve orijinal olan bir şeyin aslî yapısını bozmadan taşıyabilmek ve sürdürebilmektir. Aksisinin ne felaketlere yol açtığının örneklerine her gün, onlarca kez şahit olmaktayız.

İnsan topluluklarının tarihten getirdikleri değerler de böyledir. Adigeler açısından;

*Biz Adige miyiz yoksa Çerkes miyiz?

*Yoksa Kabardey miyiz ya da Hatıkhoy mıyız?

*Dünyada hangi adla tanınıyoruz ya da hangi ad daha çok kullanılıyor gibi gereksiz, enerji tüketici, toplumun kafasını karıştırıcı birçok cümle, soru, tartışma vs. bizleri uğraştırmaktadır.

Bu işin gerekçesi de başka milletler bize şunu diyormuş, bunu diyormuş, yok şu oranda diyormuş gibi kendini öne çıkarma düşüncesidir sanırım.  Peki 5 sene sonra bir başkaları çıkıp Adigeler adına başka bir adlandırma yapmaya başlasalar, yeniden adımızı değiştirecek miyiz? Böyle bir şey ne kadar acı bir durum olur, değil mi? Bu konuda benim için önemli olan âlemin ne dediği değildir. Benim için önemli olan sizin ne dediğinizdir. Doğruyu ve asıl olanı; tarihten hatta adeta doğuştan beri taşınarak size ulaştırılmış olan şeyin ne olduğunu doğru olarak söyleyin ve yazın, bu hepsinden önemlidir.

Sıkça dillendirilen şey, “Adige adı yeterince tanınmıyor, bilinmiyor!” sözüdür. Adige adının tanınmadığını, bilinmediğini size kim söylüyor? Külliyen yalan! O sizin zannınız. Başkalaşma, köklerinden kopma böyle başlıyor zaten. Kopma böyle birşey. Dünyada en çok ‘Çerkes’ kelimesi kullanılıyormuş. Bunu kim ölçmüş? Bana kalırsa Circassian kelimesi Çerkes kelimesinden daha çok kullanılıyor, ayrıca Caucasian, Şerkes, Çerkes ve Adige hangisi kullanılmıyor ki? Bunların hepsi kullanılacaktır. Bu da gayet normal bir durumdur. Her toplum bir başka topluma ya da millete kendince, kendi milli adından başka bir isim takabilir. Ancak hiçbir toplum kendi has adını kullanmaktan imtina etmez, edemez. Böyle bir hatanın yapılıyor olması, kendi tarihi hafızasını silmesi anlamına gelir. Siz bugüne kadar, ‘150 milyon Türk dünyası bize Alman diyor, biz de kendimize Alman diyelim’ diyen hiçbir Alman gördünüz ya da duydunuz mu? Adigeler de Nemıtse (Нэмыцэ) diyor Almanlara. Ancak onlar mütemadiyen kendilerine içte ve dışta Deutsche, German demeye devam ediyorlar, çünkü kimlikleri odur.

Kimler Adigeler için Çerkes diyorsa desin; yeri gelir ben de kullanırım. Ama  siz Adige adını ne hale soktuğunuzun, neleri yıktığınızın farkında mısınız? Onu söyleyin. Tespit edebildiğim kadarıyla Adige (Адыгэ) adının 7 ayrı yazılışı ve bir o kadar da söyleniş biçimi oluşmuş durumda. Adğe, Adığe, Adıga, Adige, Adıye, Adiyê, Adga, Adıg vs. (Türkçede yazıldığı gibi okuyun lütfen). Anayurt haberlerinde bile (Г) Türkçedeki (G) sesi gibi Adıga şeklinde okunuyor. Aman dikkat edin; bozulma, özden kopuş, asimilasyon ilkin isimlerden başlar, hem de milli toplumsal isminizden. Sonra şahıs adları, ardından yerleşim adları gelir. Sonra sayılar ve sıfatlarla devam eder. Yeni kuşaklarda kendi dilinin sesleri kendi kulağına kaba gelmeye başlar. Psikolojik varlığı, milli bilinci örselenmiş biçimde eğitim hayatının içine giren çocuk, kendine ait olan ne varsa beğenmemeye başlar. Henüz ortaöğretimini bitirmeden, ne kadar milli değerin varsa seninle ve kendi beyninde tartışır. Ezberletilmiş spot cümlelerle beslenmeyle ilmi mertebe kazandığını sanır. Yüksekokulunu bitirip hayata atılırken kendisine ait ne varsa hepsini, olabildiğince kamufle eder, hepsinden kurtulmaya ve unutmaya çalışır. Her bir milli değeri kariyerinin önündeki bir engel gibi görür.  Henüz millet olamadığından başlar, kabilecilikten çıkıverir. Sonra kendi milletinin tarih boyu anlaşamadıklarından dem vurur ukalaca. Dili ise ‘ne gereği vardır’dan çıkar, bilgece(!). Anlaşabiliyor ya ne fark edermiş, ne dili konuştuğunun. Cümle âlem medeni İngilizce konuşuyor ya, bütün dünya onu konuşurmuş şeklinde delillendirir kendince. Başkaca dil/ler öğrenmek için kendi anadilini terk etmek ya da unutmak gerekmediği bir türlü aklına bile gelmez. Sonra başka dil konuşursa ülkeye zarar vereceğini söylerken; bir milleti, bir camiayı bühtan altına aldığının farkında bile olmaz. İlk fırsatta kahramanlık edalarıyla kendisini ve kendi insanını yerer başkalarına. Kaş göz eder arkadan. Hoca cübbesi içinde bir devşirme… Kendini inkâr etmenin tavan yaptığı nokta. Ne var ki alabildiğine sığ ama alabildiğine başkası.

-Herkes mi böyle?

-Asla…

-Bundan çok mu var?

-Eh… Epeyce artmış son çeyrek asırda.

-Atalım mı hepsini?

-İçim yanar, yüreğim sızlar. Yarın güneş daha güzel doğar belki, kim bilir! Bugün dünden güzel doğdu çünkü…

-Peki, günah kimin? Suçlu hep birey mi?

-Hiç de değil. Kimse dış etkenlerden ari değil.

-Hangi dış etken?

-Hangi birini sayalım, onlarcası, yüzlercesi var. Her biri ayrı bir fail, her biri ayrı bir hikâye. En az bu bir asırdır hatta iki asırlık zamandır sürüp geliyor. Ne hazin! Rehbersiz, sığınaksız, sahipsiz bir toplum… Bunca acıya, fırtınaya, açık denizlere rağmen hala ayakta. Üstelik hep de başkalarına merhem olmaya çalışmış, hatta olmuş… Yine de güçlü bir bağışıklık sisteme sahipmiş. Demek hâlâ umut var.

Adigeler (Çerkesler) öncelikle, başkalarının kendilerini ne kadar bilip bilmediğinden çok kendi kendilerini ne kadar  tanıyorlar ve biliyorlar; ona baksınlar. Bugün tartışıyoruz: Hattiler Çerkes miydi? Kimmerler neydi? Meotlar Adige miydi? Zixler Kimlerdi?

Tarih boyu içimizden kimileri hep yan  çizdiler ve mikroculuk yaptılar; bugüne kadar da bu gidişe bir dur diyenimiz olmadı. Eğer bu toplum böyle devam ederse yarım asır sonra tartışırsınız artık, Kabardeyler Adige miydi? Hatıkhoylar Hatt mıydı? Çerkesler Türk müydü diye.

Değerli okuyucularım, eğer bir ulus varsa bir de aynı kelimeyle ifade edilen bir de millet adı olmalıdır, vardır. Aynı  millet adıyla anılan bir ülke, bir dil, bir kültür adı vardır. Parçalayıp dağıtmayın neyiniz varsa. Adige dili var, Adige Xeku var, Adige Xabze var ve en önemlisi Adige Lhepkh var. Bunların hepsi milli ad olan ADİGE kelimesi etrafında işlenir. Dilimize sinmiş başka şeyler de vardır. Adige lane, Adige wune, Adige pşaşe, Adige ç’ale, Adige shı, Adige oruate, Adige wered, Adige pşıse… Daha yüzlercesi; Allah’ın size giydirdiği kimlik odur. Her millet için bu böyledir.

Adige Lhepkh

Adige Xeku

Adıgağe [Adige Xabze]

Adige Bze

Bunlar öyle bakkaldan alınabilecek şeyler değildir. Milli değerler, binlerce hatta on binlerce yıl geçer ve zamanla öyle oluşur. Çoğu milletler de  öyledir. Araplar, Romalılar, Latinler, Grekler, İngilizler, Germenler, Ruslar vd. Türkler güzel bir örnektir. Bunu yakalamak için 700 yıl harcadılar: Türk, Türkiye, Türkçe, Türklük… Hepsi Türk, kelimesi etrafında oluşuyor. Diğer milletler de öyledir.

Biz ise elimizde olan, önümüze gelen her şeyimizi dağıtıyoruz. Adigey dediğiniz zaman Hazar, Karadeniz, Ten Irmağı, Kırım yarımadası dahil toprakları anlarız. Bze dediğimiz zaman Kaberdeyibze, Hatıkoyibze, Abzexıbze vs anlamayız, anlamamalıyız. Böyle olmaz, olamaz. Kendimiz için anadil [anedelhfıbze] olarak Adigabzeyi biliriz. Bze olan, Adigabzedir. Geri kalan ağızdır; lehçe bile değil. Emperyalistlerin bize giydirdiği güdük mikro elbisesini giymek zorunda değiliz. Elbette ki Türkçe de, Rusça da, İngilizce de, Arapça da vs öğreneceğiz. Bizim derdimiz başkalarına kendimizi kapatmak değil; Adigeler yaşadıkları insanlığın, toplumların, ülkelerin hayrı için olduğuna inanmadıkları bir şeyi kolay kolay yapmazlar. Burada amaç bizim olan bir değere ve kültüre sahip çıkmak, onu unutmamak, dağıtmamak, geliştirmek ve insanlık ailesinden eksiltmemektir. Bunun için de yaşadığımız, vatandaşı olduğumuz ülkelere göre o ülkelerin, o toplumların desteklerine de büyük ihtiyacımız vardır. Bizler, bize ulaşmış mirası geliştirmeli ve ileriye taşımalıyız. Adigeyiz, öyle doğduk ve öyle kalmalıyız. İnançlar ve fikirler insanların kendi tercihleridir. Bu ne ihanettir, ne de ırkçılıktır. Aksine milletten olmak, bir dile sahip olmak, bir rengi taşımak Allah’ın ayetlerindendir [Rum 22]. Türkçenin mecazi güzelliğini, Arapçanın tanımlama gücünü, Fransızcanın armonik, müzikal ses yapısını, Adige dilinin seslerde mânâ oluşunu ve ses zenginliğini, İngilizcenin evrensel dil olma gücünü neden görmezlikten gelelim? Bu ve benzeri güzellikleri edinmek her bireyin kendi tercih hakkıdır, ancak kişinin kendi kültür ve dilini bilmesi doğuştan getirdiği bir haktır. Bunu terk etme, değiştirme, tahrif etme gibi bir tercihi asla olmamalıdır. Bu, bir toplumun kendisi olmasından ve kendisi olarak kalmasından başka bir şey değildir.

Selam ile…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz