Neredeyse insanoğlunun varlığıyla birlikte var olduğu düşünülen müziğin hayatımızdaki etkisinin vazgeçilmezliği ne kadar gerçekse özellikle belirli bir yaşa gelmiş olan hemen hepimizin yaşadığı, yıllardır dinlediğimiz ya da orijinalini çok iyi bildiğimiz bir müziğin ‘güncel’ hayata evrilmiş haliyle sarsılıp ‘Aa, olmamış ama; niye orijinaliyle bırakmazlar ki’ duygusu da o kadar içten ve hissedilir olabiliyor… Hem de diğer yandan ‘Aaa, bu aynı müzik mi, nasıl keşfetmemişim şimdiye kadar’ beğenileriyle aynı anda, aynı içtenlikle…
Bildiğimiz gibi müzik literatüründe var olan ve ‘yorum’ olarak adlandırılan bir tarz, yöntem, ifade şekli ve bunu yani ‘bir müzik parçasını kendine özgü bir duyarlılık ve teknikle çalıp söylemeyi’ gerçekleştiren pek çok müzisyen/sanatçı/enstrümanist var aslında. Böylece bir yandan tek bir parça/melodiden birden çok ve birbirinden farklı yorumlar oluşurken bir yandan da 100 yıldan daha uzun bir süre önce müzikologların dile getirdiği “Müzik, Pisagor’un ortaya koyduğu tam sayı oranlarıyla perdelere ve aralıklara indirgenebilen bir matematiktir” iddiasıyla da çelişen durumlar oluşuveriyor.
Gelgelelim kafamızda sorular bol, iddialar gani, araştırmalar ise aliyyülâlâ seviyelerde de olsa hangimiz herhangi bir müziği dinlerken ve kendi ‘beğeni yorumumuz’ ile anlıyor ve keyfini çıkarıyorken bu konuları aklımıza getiriyoruz!
İnsanı müzik yoluyla laboratuvarda değil, sahada anlamaya çalışan ‘etnomüzikoloji’ye bir ‘selam çakıp’ müziğin hem insanları birleştirdiğine hem de aslında insanların/beğenilerin ne kadar farklı olduğuna ‘eyvallah’ desek ve kendimizi o bildiğimiz(!) ama belki de yeniden keşfedeceğimiz müziklerimizin lezzetine bırakıversek, hayat daha mı kolay olur?
Bizler için kolay gibi görünse de bu konuların (aktif) muhatabı olan sevgili Berkay Şengül için aslında pek de kolay olmamış farklı olmak, yorumlanmak.
1986 yılında Bolu’da doğan Berkay (Adige/Makhos) sporla müziği bir arada yürütebilen başarılı gençlerimizden. Eğitim hayatı beden eğitimi ve spor yüksekokulu, mesleği de buna bağlı olarak Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nde spor eğitim uzmanı olsa da ve hatta Boluspor A takım antrenörlüğü yapacak kadar sporla iç içe olsa da müziği, daha doğrusu akordeonu hiç bırakmamış… Hem de uzun yıllar süren ‘Biraz çalabilir miyim?’ süreci kadar sahip olduğu emanet akordeonların zorluğuna rağmen…
-Müzik senin için ne ifade ediyor? En çok hangi tür müzikleri dinliyorsun?
-“Müzik ruhun gıdasıdır” sözü o kadar doğru ki anlatamam. Dinlemek çok güzel fakat icra etmek tarif edilemez bir duygu. Müzik benim için evrensel olduğundan her tarz müzik (kulağa hoş gelen) dinliyorum.
-Sevdiğimiz bir şarkının melodisinde kaybolmak çok keyifli bir duygu olsa da bazen sözleri de bizi bizden alıverir ya… Bir müzikte senin için ön planda olan ezgi/melodi mi yoksa sözler midir?
-Çoğu parçanın sözlerini ezberlemem bile. Hatta eşim ve arkadaşlarım sürekli bununla alakalı dalga geçerler. Ben melodiye dalar giderim. Sözleri hiç önemsemem! Arkadaşlar arasında sürekli gitar çalarım ama sözleri önüme koymadan bu imkânsızlaşır benim için.
-Akordeon tanıştığın, tanıdığın ve ilgi duyduğun ilk enstrüman mıdır?
-Maalesef hayır. Neredeyse her çocuk gibi ilk flüt ile tanıştım. Bunu org ve sonrasında akordeon takip etti.
-Başka enstrüman çalıyor musun? Ve/veya çalmayı istediğin başka hangi enstrümanlar var?
-Tuşlu çalgıları genelde çalabiliyorum. Bunun yanı sıra gitar ve kemanı amatör olarak çalıyorum. Çalmayı düşünmediğim enstrüman yok desek daha doğru olur (gülüyor).
‘Spor ve müzik, hayatımın hep içinde olan iki unsur; biri olmasa hayatımın pek bir anlamı kalmaz’
-Spor akademisi eğitimini düşününce müzikle uzak konular gibi görünüyor. Biri fiziksel, diğeri duygusal bir aktivite diye özetlense yanlış olmaz sanırım… Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Sporla aktif ve iş olarak da uğraşırken müzikle ilişkin nasıl gelişti?
-Beklediğim soru (gülüyor). Yaklaşık 1997-98’de akordeon ile tanıştım. O yıllarda köyümüzdeki eski okul binasını resmi olmayan bir dernek binası olarak kullanmaya başladık. Daha sonra tabii ki burada akordeon çalınmaya başladı.
İlk akordeonu canlı olarak gördüğüm kişi Onur Önal’dır. Yaşça benden büyük olan Onur Abimin akordeonu köyde o zamanlar için tekti. Dokunmama çok kızardı büyükler. Sonra bir gün dernek binasını su bastı ve bana gün doğdu. Her gün akordeonu bir kişi evine getirip götürecekti. Tabii ki bunu isteyen bir ben çıkmıştım. Akordeon ile tanışmam bu şekilde başlamıştı. Sonrasında 20’li yaşlarımın başına kadar sürekli oradan buradan akordeon isteyerek bir şeyler çalmaya çalışmıştım. Aslında o zaman şartlar bu zamana göre çok zordu. Kasetler vardı. Bir kaset sardığında deforme olan yeri keser, birbirine tekrar yapıştırırdım. Defalarca dinler ve sonrasında akordeonda çalmaya çalışırdım.
O zaman elimde sadece Ürdün taraflarından bir kaset vardı. Sonrasında yavaş yavaş kaset sayısı çoğaldı. Onur Abi’nin de bildiği birkaç parça vardı. Toplasanız 7-8 parça çalardım. Sonrasında internet ile beraber bir tık geliştirebildiysem de en fazla bu kadar yapabildim. Spor ve müzik, hayatımın hep içinde olan iki unsur; biri olmasa hayatımın pek bir anlamı kalmaz.
-Öğrenmek isteyenlere ne tavsiye edersin?
-Kesinlikle yapamam dememeli, bir melodikayla bile başlanmalı derim. Tabii ki yetenek çok önemli ama yeteneğinizi keşfeden olmamış olabilir.
-Sadece Çerkes müziklerini çalmak mı senin için önemli, yoksa evrensel müzikler mi?
-Müzik kesinlikle evrenseldir. Tüm müzikleri çalmak benim için çok değerli. Tabii ki kendi müziklerimiz beni benden alıyor fakat dediğim gibi dinlemek ile çalmak arasında çok fark var. Kendiniz herhangi bir müziği yorumladığınızda bambaşka bir duygu yaşıyorsunuz.
“Herkes ufak dokunuşlar ile kendi duygu, düşüncesini müziğe aktarabilir”
-Aynı müzikleri/şarkıları ‘yorum’ başlığı altında farklı farklı çalan/söyleyen olabiliyor. Yorum konusunda senin görüşün nedir? “Sence yorum ne demek?” diyorum ve devam ediyorum sorularıma… Kafkas müziklerini yorumlaman/çalış tarzın ile ilgili ‘Akordeonu ağlatan içli adam’ diyerek çok beğenenler de var, zaman zaman oldukça sert eleştiri seviyelerine ulaşacak kadar olumsuz düşünenler de… Bu konuda ne düşünüyorsun? Nasıl bir cevap vermek istersin?
-Çok kafama taktığım; yeri geldiğinde uykularıma keder veren, yeri geldiğinde mutluluktan havalara uçtuğum bir durum. Öncelikle yorumlamak bence ne demek onu kısaca açıklayayım…
Müzik belli notaların bir araya gelmesiyle oluşan bir yapı. Şimdi Google’a yazdım ve ilk çıkan sonucu yazıyorum… “Müzik: Duygu, düşünce ve imgeleri teksesli ya da çoksesli olarak anlatma sanatı.” Duygu, düşünce anlatma sanatı denmiş. Dolayısıyla her kişi farklı duygu, düşünceye sahiptir. Ve bana göre herkes ufak dokunuşlar ile kendi duygu, düşüncesini müziğe aktarabilir.
Herhangi bir eğitimini almamakla beraber, ne yazık ki bu işin üstatlarıyla da bir araya çok uzun süreler gelemedim. Ben de isterdim İstanbul’a gidip, üniversite okuyup oradaki derneklerde faal olmayı ve dolayısıyla önemli üstatlardan dersler almayı. Ben de isterdim ufak yaşlarda bir elimde akordeon, diğer elimde garmon olmasını. Fakat ne yazık ki herkesin şartları bir değil.
Genel olarak en büyük eleştiriler müziğin yapısını bozmam ile alakalı. Bu konuda haklı yanları olabilir. Herhangi bir fikrim yok çünkü teknik bilgi olarak müzik konusunda yetersizim. Konservatuvar okumayı halen düşünmekteyim.
“Petsiyeprensi nick’ine bulaşmıştım””
İnternetin yeni yeni aktif olduğu yıllarda internetten yayın yapan Nart Radyo vardı, bilmem hatırlar mısınız… Orada 1-2 yıl DJ’lik yaptım. İmkânlar kısıtlı olduğu için (müzik anlamında) aklıma bir çözüm geldi. Akordeonla parçaları tekrar yorumlayıp kayıt almak. Ve inanılmaz tutmuştu bu! Maalesef ne geldiyse başıma bu kayıtlardan sonra geldi. Birincisi, bir nick lazımdı. Genç bir ergen olan ben, köyümün Çerkesce adı olan Petsiye’nin sonuna bir de prens ekleyerek “Petsiyeprensi” nick’ine bulaşmıştım (gülüyor).
Petsiyeprensi-kafe, Petsiyeprensi-wuic, Petsiyeprensi-çeçen derken uzadı gitti. Radyoda çaldığımda insanlar “Aaa, ne değişik müzik” vs. gibi beğenilerini söylüyorlardı fakat aslında beğenilen yenilikti. Çünkü kayıt yapan çok az insan vardı. O azınlıklardan biri bendim ve en kötüsüydüm. Ama bir o kadar da en aktifiydim.
Büyüdükçe nickname’den kurtuldum ilk önce. Sonrasında çok ağır eleştiriler beni yıprattı. Facebook üzerinden grup açılıp maalesef hakaret ve dalga konusu içeren paylaşımlar yapıldı. Grubun adı “Pşinava Berkay artık videosunu çekip Facebook’a koymasın”dı. Bu beni yıldırmıştı. Biraz daha yaş aldıkça daha dikkatli paylaşımlar yapmaya gayret ettim. Şimdilerde ise halen üzerimden atamadığım bu konuyla alakalı sorunlarım var ne yazık ki!
Bir YouTube kanalına sahibim. Ve kendi yorumlarımı orada paylaşıyorum. Fakat çok sıkı eleyerek yapıyorum bu paylaşımlarımı (gülüyor).
Yebjin Taha, Psiblen Murat, Emre Kuyumcu, Engin Met, Ünsal Özcan
-Akordeon ustalarından etkilendiğin/örnek aldığın kimler var?
-Yebjin Taha tanıdığım ilk profesyonel pşinava. Ama etkilenme konusunda başarılı olduğum söylenemez. Kendisinin de bu konudan memnun olmayacağına eminim (gülüyor); çünkü tarzımız bambaşka. Onun gibi çalmak isterdim tabii ki.
Sonrasında Psiblen Murat benim için bir efsane. Hayatımda bir kere gördüm. İlk gördüğüm anı hiç unutmam. Emre Kuyumcu kendi tarzını yansıtanlardan. O da çok üst düzey. Hayranıyım kendisinin. Engin Met efsanelerin arasında yerini aldı. Ünsal Özcan efsane. Benim için bu şekilde.
-Kendi bestelerin de var, değil mi? Bunları ne sıklıkla, nasıl, hangi ruh haliyle yapıyorsun?
-Bestelerim mevcut. İlham perisinin varlığına yemin edebilirim ama ispatlayamam (gülüyor).
-Tüm yorumladığın/bestelediğin eserleri bir albümde bir araya getirmeyi planlıyor musun?
-Aslında dijital platformlarda yayımladığım albümlerim var. Profesyonel olarak müzik ile uğraşacak çevrem ve gücüm yok maalesef.
-Son olarak Çerkes toplumunda kadın olmak konusunda bir erkek olarak neler söyleyebilirsin?
-Dünyanın en şanslı kadınları Çerkes toplumunun içinde yaşayan kadınlardır.
-Teşekkür ederim…
Sevgili Berkay Şengül’e… Vazgeçmeden çabalaması, samimi yaklaşımları ve bu güzel söyleşi için…
Sevgili Jıneps okurlarına… Okumayı sevdikleri ve tadına varacakları her türlü müziğe fırsat tanıdıkları için…
Youtube/Besteji