Sadzlar-Cigetler 2. Bölüm

0
1136

Abazin alt-etnosunun kökeni ve tarihsel-kültürel portresi

1633’ten 1650 yılına kadar Mingrelya’da yaşamış olan A. Lamberti’nin ifadesiyle, “Abhazlar veya Abasklar yönünden sınır, yerlilerin Kodor dediği (Coddors) nehirden geçer”. Devam ediyor: “Aynen Fazis’in Mingrelya’yı Gürcistan’dan ayırdığı gibi, Kodor da Abhazya’dan ayırır ve Fazis’in ardında lisan nasıl hemen Gürcüceyle yer değiştirirse, aynı şekilde Kodor’un ardında da Abhazcayla yer değiştirir… Şimdi de Kodor’u aşınca diğer tarafta kendi lisanlarıyla Abhazlar yaşar.” [Цит. по: Анчабадзе З. В. Из истории средневековой Абхазии (VI-XVII вв.). Сухуми: Абхазское государственное издательство, 1959. С. 296] 

Dağlık kısımda Abhazya’nın etnik ve politik sınırı İngur’a ulaşıyordu. Sınır, Ulu Sur (uzunluğu “altmış bin adım”) hattı üzerinden geçiyordu. Lambert bu surun fonksiyonunun Mingrelya’yı “Abhazların istilasına karşı” korumak olduğuna işaret ediyor (Murus sexaginta coercendus Abascorum incursus). Lamberti’nin haritasında sur, Bedia’nın yakınından, yani denizden yaklaşık 15-17 km uzaklıktan geçiyor. 

Prensliğin sahildeki kuzey sınırı Bzıb’da sona eriyordu. Ama dağlarda Bzıb’ın orta ve yukarı akışında bu sınır batıya (kuzeybatıya) kaymış ve bazı müstakil Abhaz ve Abazin topluluklarını içine almış olabilirdi. “Abaza” teriminin Sadzlar, Ubıhlar ve Adige toplulukları üzerine yayılması, Abhazya’nın kuzey sınırları hakkındaki fikirlerde ciddi bir karmaşaya yol açmıştır. Mesela Giovanni da Lukka Çerkesya’yı anlatırken, Abhazya’nın, Kodoş’ta (Tuapse) biten Çerkesya’dan, “özel prensler” tarafından yönetilen 140 millik bir sahayla ayrıldığını anlatıyor. Lukka’nın bu ifadesi, Abhaz prensliğinin Bzıb’ın ardında başladığı olgusunun bir yansımasıdır.  

Ama Lukka’nın Abhazya anlatımında, Abhazya’nın kuzey sınırına dair çok başka bir tasavvur vardır: “Abhazlar, Çerkeslerin ülkesine uzanan dağlarda yaşarlar. Batılarında Karadeniz, doğuda ise Mingrelya vardır. Abhazya… 150 mil boyundadır.” (Aynı yerde. s. 297) 

Lukka’nın sağlam bir şekilde çizdiği Kodor gibi bir kerterizden batıya 150 mil ölçüyoruz (1481,5 m: 1 mil) ve kuzey sınırı olan Şahe (Subaşı) Nehri’ne çıkıyoruz. Daha sonraki dönemlerde Şahe birçok kaynakta Şapsığlar ve Ubıhlar arasında sınır olarak gösterilmiştir. Bu ırmak sınır olmak için yeterli büyüklüktedir. 

Lukka’ya göre Şahe’nin Abhazya’nın kuzey hududu olduğu düşüncesi, onun ve çağdaşı ve meslektaşı De Askoli’nin Abhazya’da iki ana nehir olduğu yönündeki ifadeleriyle de bir kez daha doğrulanıyor: Sutesu (muhtemelen Soçi) ve Subasu (belli ki Subasu-Şahe). Bzıb ve Kodor’u neden unuttuklarını bilmiyoruz. Belki de bu nehirler prensliğe aitti, oysa yazarların zihninde, bunu kâğıda dökmedikleri halde Bzıb’ın kuzeyinde ikinci bir Abhazya veya Abaziya mevcuttu. Üstelik de Askoli, Abhazya’nın ana limanının, Şahe’nin ağzına yerleştirdiği Abassa olduğunu söylüyor (Aynı yerde. s. 283). 

Sonuç: Lukka ve Askoli sınırlara dair vardıkları sonuçlarda iki tane ifade sistemini yansıtmışlardır: Abhazları Ciklerden ve Ciklerin batı komşularından net bir şekilde ayıran Gürcüce geleneği ve krallığın kuzey sınırlarının yalnızca Şahe’ye değil, Tuapse’ye kadar da ulaşmış olabileceği “Abhaz Krallığı”nın var olduğu zamana ait eski Bizans geleneğini yeniden üreten Osmanlıca geleneği. 

Yani, İtalyanların etnoslar ve siyasi oluşumların sınırlarına dair tasavvurları, esasta Çelebi’nin verdiği bilgilerle çelişmiyor. 

Kırım hanının maiyetinde hekim olarak çalışan Fransız Ferran, 1709 yılında Çerkesya arazisini şöyle tasavvur ediyordu: “Çerkes ülkesi kuzeyden Nogaylara, güneyden Karadeniz’e, doğudan Gürcistan’a, batıdan da Kimmer Bosforu’na ve kendisini Kırım’dan ayıran boğaza komşudur.” (АБКИЕА. С. 110) 

Kempfer 1723 yılında, sahilin Abhazya kısmının uzunluğunun 100 Fransız miline eşit olduğuna işaret ediyor. “Abhazlar Mingrelya’dan 100 Fransız mili mesafeden sonra Çerkeslerle komşudurlar.” (АБКИЕА. С. 110) XVII. yüzyılın 80’li yıllarından itibaren Abhaz-Mingrel sınırının İngur’dan geçtiği hesaba katılırsa, bu 100 mil ifadesinden İngur’dan Bzıb ağzına kadar olan mesafeyi anlamak gerekecektir. 

Yakob Reyneggs, 1783 yılında Çerkesya’nın hemen Pitsunda’dan sonra başladığını söylüyor. “Pogrip’den Bezonta’ya kadar tüm arazi bugüne kadar ‘Çerkes arazisi’ olarak adlandırılmıştır (Çerkes Toprağı).” (Рейнеггс Я. Всеобщее историческое и топографическое описание Кавказа // Северный Кавказ в европейской литературе… С. 249) 

4- Sadz kimliğinin etnik ve coğrafi sahası 

Sadzların veya sahil Abazinlerinin etnogenezinin incelenmesi, daha genel bir konu olan Abazinlerin etnogenezinin incelenmesi çerçevesinde kilit önemdedir. 

Abhazların etnik tarihi konusunda tanınmış tarihçi Ş.D. İnal-ipa, Sadzlar üzerine, onların Abhaz feodal halkının bir etnografik grubu olduğu yolundaki tezi savunduğu bir monografi yazmıştır: “Elimizde Sadzların Abhaz etnik aidiyetini kanıtlayan bir dizi materyal vardır. Mesela, XVII. yüzyılın başında Sadzen’den götürülen Türkiyeli, Sadz Seydi Ahmed Paşa, Sadzların özel şivelerinin, onların Abhazlardan geldiğinin kanıtı olduğunu ve kendisinin de tüm hayatı boyunca ‘Abhaz şivesi’ni muhafaza ettiğini söylemiştir.” (Инал-ипа Ш. Д. Садзы. Историко-этнографические очерки. М., 1995. С. 50) 

İnal-ipa’nın atıfta bulunduğu bilginin kaynağı olan Osmanlı yazarı Evliya Çelebi’nin Abhaz terimini kullanmış olamayacağını, münhasıran Abaz terimini kullandığını belirtmemiz gerekiyor. Bu iki biçim özdeş değildir. Çünkü eğer Çelebi, Abhaz prensliği halkından Abazlar olarak söz ediyorsa, bu durumda terimler tamamen birbirine uyuyor ve Abaza = Abhaz oluyor. 

Bzıb ağzından kuzeye doğru Abaz terimi Art, Sadz ve bunların daha yukarısında yaşayan Abaza gruplarıyla bire bir örtüşüyor. Daha ileride, yaklaşık olarak Soçi Irmağı’ndan itibaren Abaza terimi Ubıh nüfusunu kastediyor. Tuapse’den kuzeybatıya doğru gayet net bir şekilde Adige nüfusuna işaret ediyor. Bu nedenle Çelebi’nin “Abaza”sını doğrusal bir hat üzerinde yalnızca Abhaz olarak tercüme etmek, kaynak içeriğine ve esas olarak dönemin Osmanlı ifade sistemine uymaz. Yani, Çelebi’ye göre Seydi Ahmed Paşa “Abaza şivesi”ni korumuştur. Eşyanın tabiatı gereği bu, Abaz-Sadz aksanıdır. 

İnal-ipa’nın aşağıdaki gözlemi Tornau’nun verilerine dayanır. Kendisi önce bunları naklediyor, sonra da alıntılıyor: (nakil) “Saşe’den İngur’a kadar olan arazi kendilerine ‘Apsua’ diyen (ve ‘Asadzua’ diyen) Abhazlarla meskûndu (‘Abazin’lerle).” Tornau’ya göre Sadzların Abhaz etnik aidiyetinin şüphe götürmez olduğu şu ifadeden de bellidir: (alıntı) “Abhazlarla aynı kabileden olan, onlarla bariz bir farkı olmayan aynı dili konuşan Sadzlar.” (Цит. по: Инал-ипа Ш. Д. Садзы. С. 50) 

Şimdi bu alıntıyı Tornau’da görelim: “Bzıb Irmağı’ndan Soçi Irmağı’na kadar, Abhazlarla aynı kabileden olan, bariz bir fark olmadan onlarla aynı dili konuşan Abazinler yaşar. Kendilerini Abaza olarak, bazen de komşularına aşina gelişine bağlı olarak Sadz olarak adlandırırlar, zira Abaza çok geniş bir isimdir ve bir kolu Kafkas Dağları’nın kuzeydoğu yamacında bulunan ve Kuban’a kadar uzanan tüm bir kabileyi kapsar.” (Описание части восточного берега Черного моря от р. Бзыби до р. Саше // Секретная миссия в Черкесию русского разведчика барона Ф. Ф. Торнау. Нальчик, 1999. С. 456) 

Yani, İnal-ipa’ya göre Tornau’nun tam da aradığı “Sadzlar Abhazlarla aynı kabileden olup, onların bir koludur” şeklinde formüle edilmiş ifadeyi içeren bir metin göremiyoruz. Tornau’da Sadzların kendilerine Apsua dediklerine dair bir bilgi de bulunmuyor. Tornau’nun aslında Sadzlara dair söylemek istediği şeyleri, bir yanlışlık eseri söylemediğini ima eden böyle bir hipotetik metin tefsirinde, onun neredeyse Sadzların kendilerine verdikleri adın Apsua olduğunu söylediği farz edilmiştir. İlk Abhaz etnografı olan Solomon Zvanba “Abhazların onları (Sadzları.- S.H. n.) kendileriyle aynı kabileden saymadıklarının” altını çizmişti. Zvanba Sadz ve Abhaz dillerinin yakınlığına dikkat çekmiştir: “Cigetler, Abhaz dilinin, esas dilden biraz farklı olan bir lehçesini konuşurlar.” (Цит. по: Инал-ипа Ш. Д. Садзы. С. 51) 

 

Bzıb ağzından kuzeye doğru Abaz terimi Art, Sadz ve bunların daha yukarısında yaşayan Abaza gruplarıyla bire bir örtüşüyor.

 

Bu verileri ortaya koyarak İnal-ipa önceden bir sonuca varıyor: “Z.V. Ançabadze’nin, Sadzların (Ciklerin), hem Çerkeslerden, Mingrellerden ve Svanlardan ve hem de bizatihi Abhazlardan farklı ‘bağımsız’ bir etnik topluluk olduğu yönündeki görüşüne katılmak zor görünüyor. Sadzların dilini Abhaz-Adige grubundan ‘bağımsız’ bir dil sayıyor. Her şey bir tarafa, içerisinde Abhazların kendilerine verdiği adı barındıran bizatihi ‘asadzipsua’ terimi de, Sadz dilini tam da Abhaz dili olarak nitelemek suretiyle yukarıdaki görüşle çelişmektedir.” (Aynı yerde) 

Kuzeybatı Kafkasya bölgesinin son derece karmaşık ve çelişkili etnik tarihini yazan G.İ. Filipson’un notlarında bir defa sözü geçen “Asadzipsua” terimi, İnal-ipa tarafından Sadzların Abhaz kimliğinin en sağlam kanıtı olarak nitelendiriliyor; “Asadzipsua” bizce “Sadz- Apsua” olarak (İnal-ipa’nın önerdiği tefsir) yorumlanamaz. Böyle bir kelime tamlaması, diyelim ki XIX. yüzyılda bir dağlının “Svano-Kartvel” dilinde konuştuğunu söylemesi kadar gerçekçi görünürdü. 

Eğer bir lehçeden veya lisandan söz ediliyorsa, “Asadzipsua” Asadzıbze şeklinde yorumlanırsa çok daha inandırıcı olur, çünkü –ıbze eki,- ipsuanın naklettiğinden daha doğru bir anlam yükü verir. Böylelikle Asadzıbze kelime tamlamasında “bze” Adigece “lisan, söz”, bzegu kelimesi “dil” (organ), Asadzıbze, “Sadz dili” anlamına geliyor. Çelebi tarafından XVII. yüzyılda tespit edilen Sadz sözlüğünün bizzat İnal-ipa tarafından özellikle Ubıhça olarak sınıflandırıldığı hesaba katılırsa, Filipson’un hatalı “Asadzipsua” kaydının “Asadzıbze” olarak anlaşılması gayet mantıklı ve Sadzların dili ve kültürüne dair birçok diğer haberlere göre uygun görünüyor. Bu tefsir, 1894 yılında Albov tarafından Ubıh dilinden söz ederken kullanılan Abzabzı (=Abazabze, Abaza dili) kavramının kullanılmasıyla da destekleniyor (Генко А. Н. О языке убыхов // Известия Академии наук СССР. Отделение гуманитарных наук. Л., 1928. С. 231). 

Ançabadze’nin yanlışlığına dair peşinen vardığı yargıdan sonra, İnal-ipa Sadz topluluğunun Abhaz kimliğine dair inancı pekiştireceğini umduğu ikinci bir sonuca daha varıyor: “Abaza” etnoniminin tarihsel-etnografik analizine ayırdığı makalede Y.D. Ançabadze, Abhaz topluluklarını sayarken neredeyse daima sanki bunları birbirine karşı konumlandırarak “Sadzlar ve Abhazlar”, “Abhazlar ve Sadzlar” yazıyor (Yani kaynaklarda olduğu gibi-S.H. n) (Bir satırda yan yana yazılmalarının, karşıtlık olmadığını, yalnızca tam özdeş olmama halini vurguladığını belirtelim.-S.H. n). Kendisi, Medoveylerin etnik aidiyetinin tam olarak tespit edilmediği kanaatindedir, ona göre Medoveyler belki “karışık bir Abhaz-Sadz” nüfusudur. Oysa şüpheye pek fazla yer yok: “Medoveyler dağlı veya yukarı Sadzların bir parçasını teşkil ediyorlardı ve son hesapta ortak Abhaz etnosunun organik bir komponenti idiler… Bir dizi yazarın (Ş.D. İnal-ipa, G.A. Dzidzaria, H.S. Bgajba, Z.G. Şakerbay, Y.N. Voronov vb.) Sadzları Abhaz saydığına, bazılarının da (L.İ. Lavrov, N.G. Volkova vb.) onları güney Abazinlerine dahil ettiğine işaret ederken, kendisi, lisan ve endonim (bir topluluğun kendine verdiği isim-ç.n.) gibi etnik aidiyet göstergelerini ve keza Abazinlerin geçmişte Abhazlarla aynı ortak etnik topluluğa dahil olduklarını da hesaba katmaksızın, ikinci görüşe daha yakın duruyor.” (Aynı yerde. s. 51-52) 

İnal-ipa’nın Sadz kimliğini, birkaç hafif lehçe farkıyla illa doğrudan doğruya Abhaz veya Kuzey-Abhaz kimliğine dayama çabası, Sadz ülkesinin bağımsız bir tarihsel-etnografik vilayet sayıldığı gerçeği gibi aşılmaz bir engelle karşı karşıya kalıyor. Bağımsız bir siyasi var oluş ve Bzıb gibi bir engel, Sadzları Abhazlarla özdeşleştirme tezininin gerçeklik ihtimalini çok zayıflatıyor. Var oluşunun çeşitli dönemlerinde Cigetya-Sadz, Abhazya’ya Çerkesya’dan daha yakın olmuş olabilir, ama komşularla, çok muhtemelen lingüistik etkiyle yan yana ilerleyen bu yakınlaşmalar, bize Sadzların, Abhaz veya Adige kökenli bir etnos olduğuna dair yeterli mesnet sağlamıyor. En akla yakın ihtimal, onların, Zih-Adigelerin de etnogenez süreçlerine ciddi katkılarıyla, Abazgların doğrudan torunları olduğudur. Etnogenezde Zih katılımının belirleyici rol oynamış olması ihtimal dahilindedir, ülkenin ve etnosun Cik adı da buradan geliyor. Abazgların kuzey kısmının -Sadzların gelecekteki çekirdeğinin- belli bir merhalede, Zih etnopolitik ittifakına katılmayı ve Abhazların-Abazgların krallığından kararlı bir şekilde uzaklaşmayı seçtiği bir senaryo da ihtimal dahilindedir. Bu şekilde onların etnik mahiyetini yansıtmayan, tamamen harici bir isim olan Zih-Cik adı bu grubun üzerine kalmıştır. Daha sonra Zih-Adigelerin kendileri de, ilk başlarda Ubıh ve Sadzları kapsamamış olan Çerkes şeklinde yeni bir harici isim almışlardır. Gürcü yazarları asırların geleneğine uyarak Sadzlar üzerinde onların Zih “etiketini” muhafaza etmişlerdir. Hemen Ciklerin ardında Çerkeslerin yaşadığına işaret etmişlerdir. Daha sonraları bizatihi Cikleri de giderek daha sıklıkla Çerkeslerle özdeşleştirmeye ve onları Çerkesya’nın bir parçası olarak görmeye başlamışlardır. Bu gelenek XIX. yüzyılın ilk yarısında şekillenmiştir. 


5- Sadzlar üzerinde Adige etkisinin kaynağı olarak Ubıhlar 

XIX. yüzyılda Ubıhlar çoğunlukla çift dilli idiler, hem kendi anadilleri Ubıhça ve hem de Adigece konuşurlardı. XIX. yüzyılın ilk yarısında Ubıhlar anadillerini büyük bir hızla yitirdiler ve Adigeceye geçtiler (Лавров Л. И. Этнографический очерк убыхов // Ученые записки. Т. VIII. Майкоп, 1968. С. 6, 8). 

1830 yılında kolej sekreteri (Çarlık Rusya’sında idari yönetim tablosunda 6. sırada olan bir sivil rütbe-ç.n.) Tauş: “Kafkas hattının sağ cenahına ait Kubanötesi Çerkes kabilelerinin tasviri: Abazehler, Şapsığlar, Natuhaylar ve Abazinler.” Abazin derken Tauş Vardan; Saşe, Ubıh, Hamış, Artıkuac, Geş topluluklarını kast ediyordu (РГВИА. Ф. 13454. Оп. 2. Д. 102. Л. 2 – 2 об). Tauş şu tespitlerde bulunuyordu: “Kuban’ın ardında, Kafkas hattının sağ cenahında yaşayan Çerkes kabileleri şunlardır: Abazehler, Şapsığlar, Natuhaylar ve Abazinler; Belaya Çayı’ndan Kuban boyunda, Kuban ağzına kadar 270 verst mesafede; Kuban ağzından Karadeniz sahili boyunca Gagra istihkâmına kadar 250 verst boyunca yerleşiktirler.” Böylelikle Tauş’un Abazin olarak takdim ettiği Ubıhlar ve Sadzlar, analistin yekpare bir saha olarak algıladığı Çerkesya nüfusunun bir parçasını teşkil ediyor, ama aynı zamanda yazar bu ismin telaffuzundan kaçınıyor. 

1834 yılında İ. Blaramberg, Ubıhların ve Saşelerin “Adige kökenli” olduğundan söz edilebileceğini düşünüyordu (Бларамберг И. Историческое, топографическое, статистическое, этнографическое и военное описание Кавказа. Нальчик, 1999. С. 126). 

1834 yılında “Sınır arazileriyle birlikte Kafkas Yöresi Haritası”nı çizenler Çerkesya’nın Biberduhac, Boshog, Kazılbek-Kuac vb. Abazin okruglarını gayet net, ama konuşlandırma hatalarıyla yansıtmışlardır (Карта Кавказского края с пограничными землями. Составлена при генеральном штабе Отдельного Кавказского корпуса в 1834 году // Отдел картографирования РГБ. Ко 21 / VIII-62). 

 

Z.V. Ançabadze’nin; Sadzların (Ciklerin), hem Çerkeslerden, Mingrellerden ve Svanlardan ve hem de bizatihi Abhazlardan farklı ‘bağımsız’ bir etnik topluluk olduğu yönündeki görüşüne katılmak zor görünüyor.

 

F.F. Tornau, 1835 yılında bu konuda şu tespitte bulunuyordu: “Onların anadillerini tanımaya zamanım olmadı, çünkü rastladığım Ubıhlar her zaman Çerkesçe konuşuyorlardı.” (Секретная миссия… С. 174) Bundan başka Tornau, Saşe topluluğu (Sadzların kuzey kolu) prensinin Adige kökenli olduğuna da dikkat çekiyor. Tornau şöyle yazıyor: “Soçipsı veya Oblagu-kuac, Soçi Irmağı’nın her iki yakasında konumlanmıştır… Adige kabilesi kökenli Prens Ali Ahmet Oblagu… Soçipsı Köyü’nde üç dil kullanılır: Çerkesçe, Abazince ve Ubıhça.” (Секретная миссия… С. 460) 

Oblagukuac ismindeki ikinci kelime olan ‘kuac’ın, Adigece olup, “köy, oba”, “köy halkı” anlamlarını taşıdığının altını çizelim (Толковый словарь адыгейского языка. Майкоп, 2006. С. 219).  

Abazin yerleşim yerine ve bütün bir topluluğa eklemlenen bu Adigece kavram, en azından, Javier Glavanin’in yazdığı “Çerkesya’nın Tasviri” adlı eserinde Tapanta Abazaları arasında Laukaze toponimini (Aynı zamanda topluluğun adı) tespit ettiği XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde kullanımdaydı [Главани К. Описание Черкесии // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известиях европейских авторов XIII-XIX вв. (Далее – АБКИЕА). М., 1974. С. 160]. 

Laukaze Köyü, belli ki Lau-kuace, yani “Looların köyü”dür. Açıktır ki burada sözü edilen bir tek yerleşim yeri değil, Loo prenslerinin hâkimiyeti altında birleşmiş bir dizi yerleşimdir. Loo köyüyle ilgili olarak Laukuace (kuace formu Kabardeycedir) ismi yalnızca Kabardeyler veya Besleneyler tarafından değil, bizzat bu köylerin yerlileri tarafından da kullanılıyordu. Mesela, 1834 yılında Rus makamları tarafından tutuklanan bir Türk teknesinde esir edilenler listesinde “Prens Louko Canhot’a ait Laukuac adlı barışçı köyden” (Batalpaşinsk ve Kislovodsk arasında bulunan) Ogurle adlı bir erkek çocuğun adı geçiyor (Шамиль – ставленник султанской Турции и английских колонизаторов. Сборник документальных материалов. Под ред. Ш. В. Цагарейшвили. Тбилиси, 1953. С. 41). 

Kazılbek-Kuac, Lauhac, Biberduhac “Kafkas hattı ve Ana Kafkas omurgası” haritasında işaretlenmiştir (Отдел картографирования РГБ. Ко 11 / III-10). 

Abhazya’nın Pshu’dan doğuya, Kodor’un üst akışında bulunan dağlık kısmı Tsebelda’yı (Tsabal-ç.n.) Adigeler Hırps-Kuac adıyla biliyorlardı (Люлье Л. Я. Общий взгляд… С. 181). 

1839 yılında Mihail Şervaşidze’nin Cigetlere karşı denizden saldırısı, Çerkeslere karşı saldırı olarak tasvir ediliyordu: “Abhazya hükümranı, Tuğgeneral Prens Mihail Şervaşidze benim iznimle geçen yılın sonunda hâkimiyeti altındaki Abhazlarla ve iki Azak kayığıyla takviyeli olarak, Svyatoy Duh istihkâmı ile Aleksandriya tabyası arasında meskûn Çerkeslere karşı, onları Abhazya’ya yaptıkları akınlar nedeniyle cezalandırmak amacıyla bir sefer yaptı. Abhazya hükümranından bu girişimin başarılı olduğuna dair haberi alınca hemen Majeste İmparator’a sunulacak rapor için ayrıntıları ekselanslarına iletiyorum. Abhazya hükümranı, Bzıb okrugu halkıyla birlikte, 7 galyotla ve bir Azak kayığının koruması altında Abhaz kıyılarından Svyatoy Duh istihkâmına hareket etti, ters rüzgâr nedeniyle Çerkeslerden gizli bir yerde iki gün bekledi. Oradan bir Azak kayığı daha alan Tuğgeneral Prens Şervaşidze, 25 Nisan’ı 26’ya bağlayan gece Svyatoy Duh istihkâmıyla Aleksandriya tabyası arasındaki yolun ¾’ü mesafesinde bulunan Hamuşirok adıyla anılan mevkiye çıkarma yaptı. Prens Şervaşidze’nin yerinde talimatlarıyla yürütülen bu ani gece baskını tam bir başarıyla sonuçlandı; Abhazlar kıyıya 5 verst uzaklıktaki iki köyü yaktılar, esir ve ganimet ele geçirdiler… Çerkesler esirler ve ganimetle geriye dönmekte olan Abhazlara aralıksız olarak saldırdılar ama başarıyla geri püskürtüldüler ve tüm çıkarma müfrezesi galyotlara binerek, Azak kayıklarının top ateşinin koruması altında, ayın 26’sında sabah saat sekizde Svyatoy Duh istihkâmına vukuatsız olarak döndüler.” (General Golovin’in Kont Çernışev’e raporu, от 12 Haziran 1839 г. // АКАК. Т. IX. Тифлис, 1884. С. 179-180) 

Levazım Tuğgenerali Mend tarafından 1840 yılında hazırlanan “Kafkasya’nın siyasi durumu icmali”nde, Çerkesler iki büyük gruptan oluşmaktadır: a) Abadza. Bu gruba Şapsığlar (Büyük ve Küçük Şapsıglar), komşuları Şegekler, Ubıhlar, Abazehlerle birlikte aynı alt grupta birleştirilen Natuhaylar (Natukuac); b) Adigeler. Buraya Bjeduğlar, Temirgoylar (Kemyurgoy), Yegerukaylar, Mahoşlar, Besleneyler, Kabardeyler dahil edilmiştir (РГВИА. Ф. 846. Оп. 16. Д. 6382. Л. 4 об. – 5 об).  

 

Oblagukuac ismindeki ikinci kelime olan ‘kuac’ın, Adigece olup, “köy, oba”, “köy halkı” anlamlarını taşıdığının altını çizelim.

 

1840 yılı dolayında yapılan“Kafkas hattı ve Ana Kafkas omurgası haritası”nda Çerkes toplulukları listesinde 14, 15, 16 numaralar altında “Ubıh, Saşa, Ardon” adları geçiyor ve ardından şu açıklama geliyor: “Bu halklar ayrıca Ciket, Pşoav, Yahsipsiv, İnalkut, Svadzv, Artakovje ve Morjav adlarıyla da bilinirler.” (Карта Кавказской линии и Главного Кавказского хребта. Отдел картографирования РГБ. Ко 11/III-10) 

1840 yılında General Rayevskiy, “Karadeniz sahil hattının sağlam şekilde emniyete alınması” için “Hoşupse’de bir tabya inşa ederek Ubıhları ticaret yasağını delebildikleri, ellerinde kalan yegâne noktadan mahrum etmek” gerektiğine işaret ediyordu (Записка ген.-л. Раевского о торговле с горцами и переселении на восточный берег // АКАК. Т. IX. Тифлис, 1884. С. 486). 

Hoşupse, kaynağından denize döküldüğü yere kadar bütünüyle Sadz arazisinde akar. Dolayısıyla generalin algılamasında Sadzlar ve Ubıhlar aynı etno-politik topluluk olarak görünüyorlar. Sa-dz denizine açılmak, aynı zamanda Ubıh denizine açılmak anlamına da geliyordu. 

Leontiy Lyülye, 1846 yılında Ubıhya’daki lingüistik durum hakkında şöyle yazıyordu: “Bu sonuncu halkın ne Adigeceye ne de Abhazcaya benzemeyen kendi lisanı vardır. Bu dil şimdi dağ vadilerinde ve deniz kıyısında yaşayan sıradan insanların konuştuğu bir aşağı tabaka dilidir. Bu lehçe kullanımdan düşüyor ve zamanla kaybolacaktır. Tüm Ubıh asilzadeleri Adigeceyi konuşur, ama aralarından birçoğu ve sıradan insanların birçoğu da bu yörede, güneyden topografik olarak komşu oldukları Abhazların dilini de iyi bilirler.” [Люлье Л. Я. Предисловие к «Русско-черкесскому словарю» (Одесса, 1846). Цит. по: Генко А. Н. О языке убыхов. С. 231] Yani sıradan insanlar da Adigece konuşuyor ama ikinci bir lisanı daha biliyorlar: Abhazca. Belli ki burada Abhazcadan Sadz dilini anlamak gerekiyor, üstelik Sadz lehçesinin kendisi de bu sektördeki Ahçıpsı veya Medoveyler gibi dağlı Abazinlerin dilinden farklı olmuş olabilir. Ama bu toplulukların kendileri de, lisan da dahil olmak üzere Ubıhların etkisine maruz kalmış olabilirler. Ubıhlar aracılığıyla onlar da mutlaka Ubıhçayla, Adigeceyle tanışmış olmalılar. 

Lyülye, 1846 yılında Adige dilini kullanmanın prestijli karakterini vurgulayarak, Ubıhların dilsel ve kültürel asimilasyonuna tanıklık etti. Aradan 10 yıl geçtikten sonra Lyülye fikrini değiştirmemişti: “Çerkesçenin herkes tarafından kullanılıyor olması nedeniyle bu dil zamanla kaybolabilir.” [Люлье Л. Я. Общий взгляд на страны, занимаемые горскими народами, называемыми: Черкесами (Адиге), Абхазцами (Азега) и другими смежными с ними // Записки Кавказского отдела императорского Русского географического общества. Кн. IV. Тифлис, 1857. С. 191] 

Ubıhlar kendilerini Adige sayıyordu, tüm eşraf zümresi de kendisini şüpheye yer bırakmayacak şekilde Adige toplumunun aristokratları olarak görüyordu. Bu durumu L.İ. Lavrov, Berzeklere dair incelemesinde fevkalade güzel göstermiştir (Лавров Л. И. Эпиграфические памятники Северного Кавказа. Ч. 2. М., 1968. С. 147-151). 

Üstelik, Ubıh liderler Adige milli siyasi ittifaklarına başkanlık ediyor, Adige milli kongreleri de Ubıhya’da yapılıyordu. Çerkeslere dışarıdan verilen isim, her türlü kaynakta Ubıhları bütünüyle kapsıyordu ve birçok gözlemci de zaten Ubıhları Adigelerden ayırmayı aklına bile getirmiyordu. 1857-1859 yılları arasında Batı Çerkesya’da bulunan Teofil Lapinskiy, kendinden emin bir şekilde Ubıhları Natuhaylar, Abazehleri Şapsığlarla birlikte Adigelere dahil ediyordu (Лапинский Т. Горцы Кавказа и их освободительная борьба против русских / Пер. В. К. Гарданова. Нальчик, 1995. С. 77). 

  1. Karglof 1860 yılında Ubıhların Adige toplumuna entegrasyonunun ne kadar yüksek düzeyde olduğuna işaret ediyordu: “Bundan başka, açıklamamıza Ubıh kabilesini de ilave ediyoruz. Ubıhlar köken ve dil olarak hiç de Adigelere ait olmadıkları halde, mizaç ve âdetler, toplumsal düzen bakımından ve kendi doğal dillerinin yanında Çerkes dilini de yaygın olarak kullandıkları için Çerkes kabileleri grubuna dahil edilebilirler.” (Карлгоф Н. О политическом устройстве черкесских племен, населяющих северо-восточный берег Черного моря // Русский вестник. Т. 28. М., 1860. С. 522)
  2. yüzyılın 70’li yıllarında Türkiye’nin güneydoğusundaki bir Ubıh köyünü inceleyen Ulrich ve Angelika Landmann, Ubıhların Adige dilli olduklarını tespit ediyorlar. Adigecenin Abazeh diyelekti onların anadili olmuştur. XX. yüzyılın 30’lu yıllarında J. Dümezil de aynı gözlemi yapmıştı (Landmann U. Akifiye-Buyukcamurlu. Ubychen-Dorfer in der Sudost-Turkei. Teil 1. Okosituation, Einwohnerschaft, Siedlungsbild und Gebaudeformen // Ethnographie der Tscherkessen. Bd. 1. Esprint-Verlag Heidelberg, 1981. s. 62).

Bu konuyla ilgili olarak Landmanların yukarıda anılan çalışmasında ortaya konulan jenealojik tablo (soyağacı-ç.n.) çok dikkate değer. Mesela, Acuk Berzek’in soyu çıkış noktasında Sevebuh antroponiminden başlıyor. Çocuğu Hatagul, onun çocukları Hazeç, Herotko ve Kokas. Üçüncü kuşakta Haçimaf, Pşiguz, Tuh ve Hatuh gibi isimler belirmeye başlıyor. Dördüncü kuşakta artık Müslüman isimleri baskındır. Babuk Berzek hattında soy Babuk’tan başlıyor. Onun oğulları Pşimaf – i – dsuk (anlaşılan Пшимафэ цIыкIу veya küçük Pşimaf) ve Tamış. Pşimafatsuk’un oğulları Hatat, Zevik, Pşizaç, Haciomer. Hatat’ın oğlu Girey, ondan olma Pşutuk ve Agur. Zevik’ten olma Şekozeç (Şekozetş) ve Şakir. Pşitak’tan (Tamış’ın oğlu) olma Gumzağ ve Karoh (Landmann A. Akifiye-Buyukcamurlu. Ubychen-Dorfer in der Sudost-Turkei. Teil 2. Untersuchungen zu Partnerwahl und Hochzeitsbrauchtum // Ethnographie der Tscherkessen. Bd. 2. Esprint-Verlag Heidelberg, 1981. См. приложения после 145 стр). Görüldüğü gibi, Kafkasya’da yaşamış olan Ubıhlar için en karakteristik olanı Adige isimleridir. Bunların arasında –pşi (pşı-“prens”) üzerine kurulu olanların altını çizmek lazım.Çerkesya kapsamında Abazinler Çerkesya kapsamındaki Abazin alt-etnik grubu kendi etnokültürel özgünlüğünü koruyordu, ama aynı zamanda neredeyse Adigelerden bir farkları yoktu. Abazinlerin Adigelerle siyasi, sosyal ve kültürel bütünleşmesi, birçok kaynakta yansımasını bulmuştur. Han-Girey, kitabının “Çerkesler arasında barınan gruplar” başlıklı XVI numaralı bölümünde şu tespitleri yapıyor: “Bir yöneticiden veya kabileden ayrılıp da Çerkesler arasında yaşayan halklar şunlardır: a) Abhaz veya Abazinler (aşağıdaki 40 no lu nota bkz.) ve b) Nogaylar. Burada bu kabileleri anlatmaktaki amaç, Çerkeslerle tanışan okuyucunun, kabiledaş olmadıkları halde ezelden beri Çerkesler arasında barınan, onlarla sıkı hısımlık ve toplumsal bağı olan, Çerkeslerle deyim yerindeyse yekvücut olan, ama aynı zamanda kendi dillerini ve bazı kendi gelenek ve mizaçlarını muhafaza eden bu Çerkesya sakinleri hakkında da bir nebze fikir sahibi olmalarını sağlamaktır.” (Хан-Гирей. Записки о Черкесии. Вступительная статья и подготовка текста к печати В. К. Гарданова и Г. Х. Мамбетова. Нальчик: «Эльбрус», 1978. С. 213) 

 Gördüğümüz gibi Han-Girey, Abazin kimliğinin iki yüzünü vurguluyordu: etnik ve sosyo-politik. 

Bu konuda Tuğgeneral Bekoviç-Çerkasskiy ve Albay Gasfort’un 1830 Eylül’ünde Kont Paskeviç’e hitaben hazırladıkları rapor çok tipiktir. Daha sonra Paskeviç bu rapor-açıklamayı, Rusya Dışişleri Bakanı Kont Nesselrod’a sunduğu büyük rapora ekledi. Özü itibariyle Bekoviç-Çerkasskiy ve Gasfort’un raporu Çerkesya’nın kapsamlı bir tarihsel-etnografik-demografik tanıtımıdır. Bu anlatımda Abazin nüfus sadece Çerkesya halkının bir parçası olarak değil, Adigelerin bir parçası olarak değerlendiriliyor. “Komşuluk itibariyle Adigelere şu kabileler de dahil edilebilir: a) Altıkesekler veya Altıkollular olarak adlandırılan Abazinler. Bunlar Büyük Kabardey’den bu tarafa geçmiş olup, her iki Zelençuk’un zirvelerinde meskûndurlar. Bunların çok az bir kısmı Kabardey’de Malka ve Yukarı Kuma ırmaklarında kalmıştır; ama bu sonuncuları tamamen itaat etmiş sayabiliriz. b) Kuban’ın sol yakasında, Ceguta ağzından Proçnıy Okop’a kadar, Hoper hat Kazak alayıyla komşu olan Kuban Nogayları. Bu iki halkın her biri lisan ve köken bakımından tamamen farklı olsalar da, hem mizaç ve geleneklerin benzerliği ve hem de, çeşitli Adige kabileleriyle hısımlık bağları bakımından onlarla ortak bir askeri-siyasi tasavvura dahildirler.” (Рапорт ген.-м. кн. Бековича-Черкасского и полк. Гасфорта гр. Паскевичу, от 17 сентября 1830 г. [Приложен к Отношению гр. Паскевича к гр. Нессельроде, от 5 июня 1831 г. № 1102). // АКАК. Т. VII. Тифлис, 1878. С. 904-906] 

 

Ubıhlar kendilerini Adige sayıyordu, tüm eşraf zümresi de kendisini şüpheye yer bırakmayacak şekilde Adige toplumunun aristokratları olarak görüyordu.

 

Yukarıda anılan kaynakları hesaba katınca, L.İ. Tsvijba’nın bu meseleyle ilgili görüşü şaşırtıcı gelmiyor: “Çerkesler üç ana gruba ayrılıyordu: 1) Adige. Abazehler, Şapsığlar, Natuhaylar, Besleneyler, Bjeduğlar, Ubıhlar, bir Abhaz etnik grubu olan Ciketler (Sadzlar) ve bir dizi küçük soylar. 2) Kabardeyler. 3) Abhazlar.” (Цвижба Л. И. Источники взаимоотношений России и народов Северо-Западного Кавказа в XIX веке // Россия и Кавказ сквозь два столетия. СПб.: журнал «Звезда», 2001. С. 246) 

 

6- Sadzların dili 

Hans Vogt’un Ubıh diline dair araştırmasında Sadz dilini Ciklerin (Cigetlerin) dili- Cihibze olarak tarif eden bir niteleme vardır. (Vogt H. Dictionnaire de la Langue Oubykh… P. 63). Sadz dilini tarif eden bu Ubıh nitelemesi Sadzların Cik kimliğini teyit ediyor. 

Sadzların dili ilk defa Evliya Çelebi tarafından XVII. yy ortasında tarif edilmiştir: “Abaz-Sadzların dili. Za-1 (Adigece-зы); toka-2 (Adigece-тIу “iki”, тIокIы “yirmi”); şke-3 (Adigece-Щы); pli-4 (Adigece-плIы); atu-5 (Adigece-tфы): fun-6 (Adigece- Хы); ipli-7 (Adigece-блы); uga-8 (Adigece-и, йы olarak telaffuz edilir); ipgi-9 (Adigece-бгъу); ju-10 (Adigece-пшIы); za ju-11 (Adigece-пшIыкIузы “on bir”, “on ve bir”; toka ju-12 (Adigece-пшIыкIутIу “on iki” ve kıyaslamak için; тIокIырэ зырэ “yirmi bir”); sha-ekmek; ga-et (Adigece-лы “et”); bzi-su (Adigece-псы “su”); fa-peynir; çevah-yoğurt (Adigece-щхыу “ekşi süt”); ha-armut; msud-üzüm; lhmk-incir; eshu-kestane (Adigece-шхъомч); lka-kaya tuzu; vika buraya gel (Adigece-укIон “gidersin”); utıs-otur (Adigece-о тIыс “sen otur”); udeto-kalk (Adigece-о тэдж “sen kalk”); umka-gitme (Adigece-о умыкIу “sen gitme”); sikoh-gidiyorum (Adigece-сэкIо “ben gidiyorum”); sbrikn-nereye gidiyorsun?; svuşskgsluh-iş var, gidiyorum (s-vuş-sk un ilk kısmını Adigece-си Iоф (сиIо) сэкIо “işime gidiyorum” ile kıyaslayabiliriz); sfaga skço vika–eve gidelim; skenu svke–eve gidiyoruz (s-k-enu s-vke Adigece-сэкIо унэм сэ “eve gidiyorum ben” ile kıyaslanabilir); srhod-neyiniz var? (Adigece-сыд ходэ “ne/işler nasıl?”); hoş god aşhd-domuzu yedik (Adigece-къожъ код ашхыгъ “domuzu çok yediler”); arkamd jehu-domuz yağlı mıydı? (Adigece-а къор пщэрыгъа “bu domuz yağlı mıydı?”); veçıle şknog-çalmaya gidiyoruz (ve-çile-ş-knog, Adigece-уи чылэ сыкIон/сыкIуагъ “senin köyüne gidiyorum/gittim” ile kıyaslanabilir); nala şke gda–nereye gittiler? (Челеби Э. Книга путешествия. Вып. 3. М., 1983. С. 55) 

Evliya Çelebi’nin XVII. yy ortasında yayımladığı Sadzca kelime dağarcığının öncelikle Adigece leksemlerden (sözcük birim-ç.n.) oluşması keyfiyeti basit bir yanlışlık olamaz. Çok muhtemeldir ki, Adigeceyle kıyaslandığında zorluk yaratan o söz dizimleri, fazla çarpıtılmış tespitler (bizatihi Çelebi’nin) veya çevirmenlerin hatalı transliterasyonudur. 

Sonuç olarak bu meselede Çelebi güvenilir bir kaynaktır: 1) Sadzların ülkesinde bulunmuştur; 2) Çelebi’nin annesi Sadz-Cigetya doğumlu idi ve Çelebi, Sadzca, Abhazca ve Adigece gibi diller hakkında fikir sahibi idi. Abhaz dilinin (“garip ve hayret verici Abaza dili”) kısa bir sözlüğünü Sadz sözlüğünün önüne koymuştur. 

Sadzların Adige dilli olmaları, onların köken itibariyle de Adige olduklarını gösterir mi? Çok muhtemel bir tarihsel senaryo. XIV. yy’da Sadz, Çerkes kurganlarıyla doluyor, XVII. yy’da da Çelebi burada Adige dilini tespit ediyor. Fakat biz böyle bir kesin sonuca varmak için acele etmeyeceğiz (Tamamen meşru olsa da). Başka bir senaryo öneriyoruz: Çelebi, Sadzların iki dilli oluşunu yansıtmıştır. Bu kabileyi tarif ederken şu hususun altını çiziyor: “Kuzey komşuları olan Çerkeslerle mal takası işi yaptıkları için, Çerkes ve Abhaz dillerini de iyi konuşurlar (doğru çeviri –Abaza, S.H.n) (Aynı yerde. s. 50). Çerkes dilinin geniş ölçüde yaygın oluşunu, yalnızca yüksek ve kışın geçit vermez dağlar üzerinden yürütülen ticari ilişkilerle açıklamanın, Sadzların iki dilli oluşunu izah edemeyeceğinin altını çizelim. 

Sadz kökenli meşhur Osmanlı paşası Seydi Ahmed Paşa’yı anlatırken Evliya Çelebi onun “Abaza şivesi” ve “Çerkes aksanı”nın altını çiziyor.  

Seydi Ahmed Paşa, cirit oyununa olan tutkunluğuyla etrafındaki birçok insanın ve bizatihi Çelebi’nin başına birçok dert açtı. “Onunla cirit oynayan kaç insan canından oldu!” diye feryat ediyor, Sadzın ciridinden kendisi de dört dişini yitiren Çelebi “Bir gün Sultan İbrahim bu Seydi’ye buyurdu: ‘Ey, Seydi! Sakın ciridini benim muhasib dostlarıma atma’.” Seydi, Abaza şivesiyle cevap veriyor: “Olur mu padişahım! Onlar bana atıyor, ben de onlara. Bu işin şakası olmaz. Eğer başıma vururlarsa ben de onların dişine vururum.” Abaza şivesinden veya aksanından söz edilmesi, Çelebi’nin Seydi’nin bariz şekilde yetersiz Türkçesinden, Çerkes aksanından söz edişiyle organik olarak uyuşuyor: “Gazi serdar onların biraz dinlenmelerine izin vermedi ve tüm gazileri Çerkes aksanıyla cenge çağırdı: ‘Haydi kardeşlerim! Gayret sizden. Din uğruna gayret hem size hem de bana şan getirecek’.” (Aynı yerde. s.215) – (adyvoice.ru) 

(Devam edecek) 

  

Çeviri: Uğur Yağanoğlu 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz