Suat Berzeg’ in anısına…
Belki sonbahar depresyonu, belki de yaşlanma sendromu; hayır, galiba geç kalmışlık depresyonu, büyük bir ihtimalle de hepsi birden. Şu sıralar üzülerek, özleyerek, ‘Acaba bir daha görebilir miyim’ diye kaygılanarak bir kez daha gidebilmek istiyorum Tanrı’nın biz Çerkeslere bağışladığı topraklara, “Vatan”a. Maykop’ta kaldığımız motelden şehir merkezine giderken, masmavi gökyüzünün altında kıvrılarak uzayan yolun ucunda görünen karla kaplı tepeler… Nalçik’te Oşhamafe’nin eteklerinde, dünyanın oluşumunun ne kadar eski ve insanoğlunun ne kadar da küçücük olduğunu anlatan katmanlar ve o eski fotoğraflarda gördüğüm muhteşem geçitler… Abhazya Pitsunda’da Karadeniz’in kenarında, her tarafın kesintisiz siyah olduğu bir gecede kendimi Tanrı gibi hissedişim… Her gidişimde, dil bilmesem dahi kendimi yıllardır orada yaşıyormuş gibi hissettiğim “Vatan”… Doğmadığım, yaşayamadığım “Vatan”…
Rahmetli Suat Berzeg anlatmıştı…
“Hani yazın bizim Nihat, Maykop’tan gelmişti ya… Bir gün Fenerbahçe Burnu’nda dolaşıyorduk. Sıkça uğradığım, çayını çok sevdiğim Romantica’ya yaklaşmıştık. Birden Nihat ‘Aa, bu bir ovçarka değil mi? (Kafkas kurt köpeği – Caucasian shepherd) Ne işi var buralarda’ dedi. Başımı kaldırdım, hakikaten bir ovçarka bütün haşmetiyle Romantica’nın önünde, cüssesiyle hiç de orantılı olmayan kulaklarını dikmiş oturuyordu. İkimiz de terk edilmiş, sahipsiz bir köpek sanmıştık önce.
Nihat’ın dünyada en sevdiği varlıklardan biri çocuklar, diğeri ise hayvanlardır. Biraz bu nedenle, biraz da aynı coğrafyaya ait olmanın getirdiği bağla o tarafa seğirtti, ama birden Romantica’dan çıkan garsonlar el kol işaretleri ile ‘Gelmeyin, gelmeyin’ diye seslenmeye başladılar. Biz yaklaştıkça ‘Gelmeyin, saldırgan, kimseyi yanına sokmuyor’ diye bağırıyorlardı. Ama o başını hafifçe döndürdü, havayı kokladı ve yavaşça ayağa kalktı.
Garsonlar nefeslerini tutmuşlar bize bakıyorlardı. Nihat yanına vardı, diz çöktü ve elini uzatıp tüylerini karıştırdı. O, neredeyse 80 kilo gelen, kocaman kafalı hayvan sessizce Nihat’ın paçalarını kokluyordu. Bu arada Romantica’nın sahibi Erol Bey de geldi aceleyle. ‘Ne yapıyorsunuz siz? O kimsenin kendisine yaklaşmasına izin vermez, ben bile yaklaşamam’ diye müdahale etti ama biz ovçarka ile dost olmuştuk bile.
Sonra Erol Bey ile oturup konuştuk, bu cins köpeğe çok meraklı olduğunu ve uzun uğraşlardan sonra edinip Türkiye’ye getirttiğini anlattı. ‘Ama bir türlü çevresini ve hatta beni sevmedi. Benimle oynamıyor bile, gezintiye de çıkmaya hevesli değil. Garsonlarla da öyle, ancak uzaktan mama kabına yiyeceklerini bırakıyorlar, bunun dışında yanına yaklaşamıyorlar. Ben de ne yapacağımı şaşırmış haldeyim’ diye dertlendi.
İzin istedik ‘Biz her gün gelip ilgilenebilir miyiz’ diye. ‘Tabii, o mutlu olursa ben de çok mutlu olurum’ dedi.
O konuşmadan sonra Nihat’la beraber her gün Romantica’ya gittik. Abrek adını verdiğimiz dostumuzu aldık, çevrede turlar attık, koştuk oynadık. Bizi görünce hemen yanımıza gelip ayağa kalkıyor, patilerini omuzlarımıza koyuyor, deli gibi kuyruk sallıyordu.
Sonra Nihat Maykop’a döndü, havalar da soğumuştu, ben de Abrek’i unuttum. Aradan neredeyse 1 ay kadar geçmişti ki aklıma geldi. Fenerbahçe Burnu zaten evime çok yakın, ‘Abrek ne yapıyor acaba’ diye kalkıp Romantica’ya gittim. Abrek kapının önünde yoktu. Hemen çalışan arkadaşlardan birine sordum ‘Abrek nerede’ diye. ‘Abi, siz gelmez olduktan sonra şuraya oturdu ve hep şu yöne baktı. Ne yaptıysak yemek yediremedik. Abi resmen intihar etti köpek. Bir türlü anlayamadık sizinle nasıl bir bağ kurdu, neden o kadar üzüldü? Erol Bey adeta yaslar içinde, çok üzgün, sizi görünce yine onu hatırlayacak. İsterseniz şimdilik bir süre görünmeyin’ dedi.
Neye uğradığımı anlamamıştım, o kadar şaşırmış ve üzülmüştüm ki… Çalışan arkadaşın anlattıkları beynimin içinde uçuşuyordu. Abrek’in bu denli ağır bir travma geçirebilmesini bir türlü anlamlandıramıyor ve unutamıyordum.”
Oysa Nihat “vatan kokuyordu”. Travması buydu.
Not: Anavatanı Kafkasya ve asıl adı ‘Caucasian Ovcharka’ olan, St. Bernard da dahil dünyanın en iri ve bilinen en uzun ömürlü köpek ırkıdır. Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes, Çeçenya, Dağıstan, Abhazya, Osetya, İnguşetya ve Gürcistan dağlarında sıkça görülen bu türün kimi örneklerinde ağırlık 150 kilogramı ve yaşam süresi 22 yılı bulabilir. İri cüsseleri ve büyük başları, kimi zaman bir dağ aslanı, çoğu zaman da ayı zannedilerek köylüler tarafından öldürülmelerine neden olur. Dağlarda otlayan sürülere saldıran kurtları, aynı Sivas kangal türü çoban köpekleri gibi hızla koşup döşleyerek devirir ve güçlü çeneleriyle kavradıkları boyunlarını kırarak öldürürler. Yetişkin bir Kafkas çoban köpeğinin, sayıları 10’u bulan kurt sürülerini alt edebildiği bilinmektedir.