10 Ekim 2015
Saat 10.04
TMMOB, TTB, DİSK ve KESK’in bildirimi üzerine, Ankara Valiliği’nin uygun gördüğü ve ulusal düzeyde yapılmak istenen Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi toplanma alanı Ankara Garı önünde iki İŞID teröristinin intihar eylemi düzenlemesi sonucu 104 kişi katledildi, 460 kişi de yaralandı. Yaralıların birçoğu uzuvlarını kaybetti. Türkiye Cumhuriyeti tarihine en büyük katliam olarak geçen bu saldırıyı yaşayan bir kişi olarak lütfen beni dinler misiniz?
O gün en zor günlerimizden biriydi. 6 yıl önce 10 Ekim 2015 günü saat 10.04; Ankara Garı önünde iki İŞID teröristi tarafından vurulduk. İkinci bombacının yakınlarımızda patlaması sonucu, toplu olarak havaya doğru uçtuğumuzu hatırlıyorum. Yukarısı çok kalabalıktı ve izdiham yaşanıyordu. Aşağıya inmeye başladığımızda izdiham nedeniyle çevremi açmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Bende ipler orada koptu. Nereye düştük, nasıl düştük, hatırlamıyorum. Aldığım yaralar nedeniyle 10 dakika baygın kalmışım. Sağlıkçı arkadaşların müdahalesi sonucu ayıldığımda ilk gördüğüm şey meydanın kızıla boyanmış olmasıydı. Akabinde kan gölü içerisinde sağlıkçılar ile polislerin kavga ettiğini gördüm. Polisler sağlıkçıları coplayarak “Çıkın buradan. Biz buranın güvenliğini sağlayacağız” diye bağırırken, sağlıkçılar da “Siz çıkın buradan. Biz yaralılara yardımcı olmak istiyoruz” diye cevap veriyordu. Ben ağır yaralarımı unutmuş ve şok bir durumda bu kavgayı izliyordum. Kavgayı sağlıkçıların direnişi kazanıyor, polisler kızıl meydanı terk ediyordu. Hemen akabinde kayıplarımızın ve biz yaralıların üzerine polisler tarafından iki adet gaz bombası atıldı. Bana yardımcı olmaya çalışan 5 sağlıkçıdan 4’ü gaz yoğunluğu nedeniyle meydanı terk etmek zorunda kaldı. Başımda nefesine güvenen genç bir delikanlı kalmıştı. Bir eliyle kendi burnunu, diğer eliyle de benim burnumu tutuyordu. “Abi polisler gaz attı. Mümkünse az nefes al” diyordu.
Bacaklarımı uzatmış, yerde oturuyordum. Bacaklarım delik deşik olmuş, kan sızıyor, buna mı yanayım? Yoksa atılan gaz bombaları nedeniyle nefes alamıyorum, ona mı yanayım! Filistin’de miyiz, Beyrut’ta mı, yoksa Suriye’de miyiz, anlamak mümkün değildi. 10 dakika sonra rüzgârın etkisiyle gaz bulutları meydanı terk edince diğer sağlıkçılar tekrar gelerek bana yardımcı olmaya devam ettiler. Sağlıkçılığın çok önemli ve ulvi bir görevi olduğunu o gün daha çok anladım.
Bu hengâmeden sonra tekrar döndük kendi hasar tespit gerçekliğimize… İlk tespitlerime göre, bacaklarıma etekten aşağı yaklaşık 15-20 demir misket isabet etmiş. Ayrıca sağ ayak bileğimin 15 santim yukarısı fena halde parçalı kırıktı. Ama yaşadığım şok nedeniyle hiçbir ağrı veya sızı hissetmiyordum. Ilık kan gölü içerisinde otururken, önce sol bacağımı kıpırdattım. İyi güzel, bütünlüklü olarak oynuyordu. Sol bacağımı kıpırdattım. Dizkapağı altı kırıktan itibaren ayak kısmı hiç kıpırdamıyordu. Kendi kendime “Olsun, orasını bir ameliyat ile tekrar bağlarlar ve ben kalkar yürürüm. Yaşım daha 56. Daha çok yürümem gereken yol var. Dostlarım ve arkadaşlarım beni bekler. Mutlaka yürümem lazım” diye düşünüyorum.
Bu arada yoğun kan kaybı nedeniyle kalbim pompalayacak yeterli kan bulamadığından vakum yapmaya, buna paralel çok tatlı bir uyku basmaya başladı. Sağlıkçılar uyardılar: “Abi sakın uyuma. Uyursan tekrar dönemezsin.” Uyumamak için çevreme bakınmaya başladım. Sendikamdan (KESK-BTS) kaybettiğim 14 arkadaşımın cesetleri etrafıma saçılmıştı. Henüz can verememiş arkadaşlarımın boğuk seslerini duyuyordum. Gene sendikamdan yaralı 20 arkadaşıma ise sağlıkçılar yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Yaralı arkadaşlarla “Ölüm ne yana bakar usta” misali bakışarak soluklanıyorduk. Ölüme 5 değil 1 kalmıştı. Yanı başımızda 20 yıllık dostlarımızın, mücadele arkadaşlarımızın parçalanarak yaşama veda etmeleri anlaşılabilir bir durum değildi. Evet, biz yaralılar tesadüfen yaşıyorduk.
Ambulansların geç gelmesi ve çok sayıda yaralı olması nedeniyle kan kaybı beni soluk benizli hale getirmişti. O anda tüm yaşamım hızlı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti gitti. Velhasıl ben bir anda öbür tarafa gittim, geldim. Kimse merak etmesin, öbür tarafta bir şey yok! Karanlıktan başka… Sağlıkçı arkadaşlar beni bir pankartın üzerine alarak ambulansların geçtiği yere taşıdılar. Zor da olsa pankarta yuvarlayarak sarıp bir ambulansa bıraktılar.
İyileşmeyen tek şey yüreğimiz…
Netice itibariyle 13 gün İbni Sina Hastanesi’nde kaldım. Ayağımdan iki operasyon geçirdim. Daha sonra ambulansla ikametgâhım İstanbul’a, evime döndüm. Tedavim Bakırköy Devlet Hastanesi’nde devam etti. 11 ay raporluydum. Ancak iyileşebildik. İyileşmeyen tek şey yüreğimizdi.
104 canımızı ve 460 yaralımızı unutmadık, unutmayacağız ve unutturmayacağız.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılamada 19 İŞID teröristine, bu katliamı organize etmekten 100’er kez ağırlaştırılmış hapis cezası verildi. Bir o kadarı da aranıyor. Yakalanırsa yargılanacak.
“Yaşamak bir ağaç gibi hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine”
Olana dek sürecek bu mücadele…
Dostça selam ve saygılarımla…
Псем йпе напе
(Candan önce onur gelir)