Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Mutlu çocuklarmışız biz

Mutlu çocuklarmışız biz. 

Güzel İstanbul’un güzel Üsküdar’ının çocukları! 

Kız Kulesi civarında babamın sandaldan denize atmasıyla öğrendik yüzmeyi. 

Evimizden çıkıp biraz yürüyüp merdivenleri iner, Çiftekayalar’da denize girerdik yaz boyu. Henüz sahil yolu yoktu. 

Herkesin birbirini tanıdığı mahallemizde bahçelerimiz vardı doyasıya oynayacak. İstisnasız hepsinde hanımeli ve filbahri olurdu. 

Kimse merak etmezdi çocuğunu. 

Haylazlıkla, kavgayla, gürültüyle işimiz olmazdı pek. Yalnız bir ara uzakça bir mahallenin belalı çocuklarıyla başım derde girince, günlük 1 lira ödemeyle koruma tutmuştum kendime… 

Yasaktı ama bazı geceler macera olsun diye Karacaahmet Mezarlığı’nı keşfe çıkardık fazla derinlere dalmadan. 

Bir hatamız olduğunda annemizin-babamızın biraz sertçe bakması yeterdi gözlerimizin dolmasına. 

“Adâb-ı muaşeret kaidelerinde” diye başlayan telkinler çok sıkıcıydı ama dinlerdik yine de… 

Bahçemizde yeni yavrulamış kedilere köpeklere sahip çıkardık. 

Mahallenin yaşlılarının alışverişini yapar, ramazanlarda fırının önünde kuyruğa girip herkesin pidesini alır dağıtırdık kapı kapı! 

Yazlık sinemaya giderdik üç-beş aile birleşip. Annem “Yedi Kardeşe Yedi Gelin”e güldü ömrü boyunca. 

İnanması güç ama Çamlıca Tepesi’nde karakulak mantarı toplardık. Izgarası güzel olurdu. Bir de mis kokulu malgadın mantarı vardı. O, Alemdağ-Taşdelen civarında nadiren bulunurdu. 

Çiçek dikerdik. Ablam farklı bitkileri ezip kaynatarak boyalar yapardı kendince. Meraklıydı bu işlere. 

Bütün çocukları toplar, eline bir sopa alır, kendisi şef olur, zorla şarkı söyletirdi bir de… 

Fıtratında varmış. Sonunda hem kimyacı hem şef oldu gerçekten de… 

El becerimiz gelişsin diye önümüze yığılan tahta parçalarından iğreti masalar, sandalyeler yapardık. Oturup annelerimizin yaptığı kekleri, kurabiyeleri yer, meyve sularımızı içerken hayaller kurardık… 

Kitap okurdu birimiz, diğerleri dinlerdi. Bunu yapmamız mecburiydi. Dama oynardık bazen. 

Salıncağımızı asırlık ‘Defne Ağacı’na kurardık… 

İple çekerdim İmişehir’e gideceğim günleri. 

“Akşam müsaitseniz size gelmek istiyoruz” dememiz için komşulara haberci gönderirdi ailelerimiz. 

“Bari meyve alsaydık. Böyle eli boş gidilmez ki” telaşına düşerdi annemiz. 

Sonra onların çocukları gelirdi “İade-i ziyaret” haberini getirerek. 

Malum, telefon nadirdi! 

Tarihi çeşmemizin önünde tezgâh açıp okuduğumuz kitapları satar, dondurma alırdık. Bir top kaymaklı, bir top çikolatalı. İçinden gelirse bir top da fazladan koyardı dondurmacı… 

Resim yapar, onları da satardık bazen. Bir şeye benzemese de mutlaka alan olurdu. 

Bu kadar kanıksamamıştık kötülüğü. Mesela, Dallas parça tesirli bomba gibi düşüverince hayatımıza, hep birlikte nefret etmiştik JR’dan… 

Anadolu’da değil, köyümüzde değil İstanbul’da yaşardık bütün bunları. 

Çok çok daha fazlasını… 

Ve ben bunları yaşayamayan şimdiki çocuklara üzülüyorum enikonu. 

Yarının yetişkinleri için kaygılanıyorum. 

Süha Baytekin
Süha Baytekin
1965 Almanya doğumlu. Baba İstanbul, anne Eskişehirli. Haydarpaşa Lisesi ve Marmara Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik mezunu. Yüksek lisansını ve doktorasını İstanbul Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik'te yaptı. Koç Holding ile başlayıp sayısız firmada yöneticilik, Hamoğlu Holding ile sonlanan, pazarlama, iletişim kordinatörlüğü... Şu anda emekli. Uzun yıllardır sosyal medya ve çeşitli mecralarda yazarlık... 5.000 fotoğraflık eski Çerkes fotoğrafları arşivi var. Kitapları: "Diasporada Çerkes Olmak", "Çerkes Sürgünnamesi", "Kutsal Ay’ın Kızları-1". Basılacak Kitapları: "Kutsal Ay'ın Kızları-2", "Kutsal Güneşin Çocukları", "Diasporik Hikayeler". Medeni durum: Bekâr.

Yazarın Diğer Yazıları

Nauke Yakup Oğlu Reşit

Manyas’a bağlı Bolağaç Köyü’nden Nauke Yakup oğlu Reşit… Milli Mücadele’ye başından itibaren katılmış bir asker! Ölüme meydan okumuş, aç kalmış, soğukta kalmış, yılmamış, ana baba duasını...

Dile hasret…

Annesi Çerkes, babası Türk olan bir dostum anlattı bu hikâyeyi... 90 yaşına yakındı. Bizim yanımızda yaşıyordu anneannem. Köyde evi barkı kalmamıştı. Annemden başka bir evladı...

Nice kaybolan çocuk anısına…

Zaten zehir olan yaşamları çekilmez bir yük gibiydi artık. Emef olmasaydı., ölselerdi, bu hoyrat diyarlarda da olsa yerin altına girselerdi, toprak örtseydi üzerlerini, görmeseler,...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img