Ana muhalefet partisinin ve aynı zamanda Millet İttifakı’nın lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, defalarca, AKP’nin “mega projeleri”nden biri, belki de sonuncusu olan Kanal İstanbul ve Yeni Şehir Projesi ile ilgili hem yurtdışından hem yurtiçinden şirketlere, fon kuruluşlarına yatırım yapmamaları konusundaki ikazlarının, rakibi karşısında psikolojik üstünlük elde etmesini sağlayan çıkışlar olması kadar, mevzubahis mega ekolojik yıkım projesi olduğundan son derece önemli “ekolojik bir çıkış” da oldu. Hangi saikle ve hedefle yapılmış olmasının bu açıdan bir önemi yok. İstanbulluların yüzde 50+1’inden fazlası da onay vermedi Kanal İstanbul Projesi’ne; başından itibaren dilekçe kuyrukları oluşturarak, basın açıklamaları yaparak bunu defalarca gösterdi. Muhalefet partileri de başından itibaren karşı çıkmışlardı zaten.
Muhalefetin 19 yıldır her seçimden başarı ile çıkmış iktidar karşısında psikolojik üstünlük elde ettiği kesin. Kılıçdaroğlu’nun Kanal projesindekine benzer çıkışları devam ediyor. Önce uzun zamandır parti-devlet haline gelen iktidarın içini karıştırmak için devlet memurlarına bir milat vererek, bu parti-devlet arasına kama sokmak istedi. Ardından da “helalleşme”den bahsederek, AKP muhitlerindeki, hesaplaşma korkusunun yarattığı birliği bozmak, olmazsa da yumuşatmak istedi. Eyvallah. Bunlar malumun ilamı.
Muhalefetin bu çıkış trendini sınamak için değil, gerçekten memleketin başında AKP’den bile daha fena bir bela olduğuna inandığım, hatta yukarıda bahsettiğim gibi Millet İttifakı’nın tümünün karşı çıktığı Kanal İstanbul Projesi’nden de daha büyük ve ağır, kuşaklar boyu sürecek bir ekolojik, ekonomik felaket olduğu için Akkuyu Nükleer Santral inşaatı konusunda da, benzer bir açıklama yapabilirler mi diye merak ediyorum.
Güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda anlaşan muhalefet partileri, Akkuyu Nükleer Santralı ile güçlendirilmiş ekolojik yıkım için ne düşünüyorlar?
Akkuyu Nükleer Santralı’nın inşaatı, iktidarın tersi açıklamalarına rağmen 2023’e kadar bitmeyecek kesin. İnşaatı bitse bile çalıştırılmamasının, çalıştırılmasından daha kârlı olacağı kesin. Sadece yüklenici firmaya 15 yıl boyunca alınacak 1 kilovatsaat elektrik için 12.35 dolar sent ödeneceği için de değil. Santralın bir fay hattında olması, küresel iklim krizinden dolayı denizlerdeki yükselmeden dolayı su altında kalma ihtimali ve daha da önemlisi santralın radyasyonlu atıklarının nerede ve nasıl bertaraf edileceğinin belli olmaması gibi gelecek kuşaklar boyu sürecek ekolojik ve ekonomik maliyetleri bakımından da “zararın neresinden dönülürse kârdır” denilecek bir durum söz konusu. Konu hakkında TMMOB başta olmak üzere birçok kurum ve kişiden bilgi alabilir muhalefet partileri.
Ayrıca ‘Orman için zararlı olan insan için de zararlıdır’ sözünü ispatlar gibi birkaç haftadır Akkuyu’daki santral inşaatından, 3. havaalanı inşaatındakine benzer bir işçi cehennemi olduğuna dair haberler geliyor. Gazetelerden, önce inşaatta yangın çıktığı haberi geldi, arkasından yemekhanenin sular içinde olduğu görüntüleri, ardından 10 günde 3 iş cinayeti yaşandığı ve sonra bir işçinin güvenlik elemanlarınca dövülerek öldürüldüğü haberleri… Bunlar aysbergin görünen yüzü muhtemelen. Akkuyu’nun inşaatını da 3. havaalanı gibi aynı “çete” yapıyor; malum “beşli çete”nin bir numaralısı Cengiz Holding.
Nükleer santrala karşı çıkmak, Kanal İstanbul’a karşı çıkmak gibi bir şey değil.
Tüm dünyada yeniden nükleer enerji “kurtarıcı” olarak övülmeye başladı ve peşi sıra yeni nükleer santral furyası başlıyor. Önce Biden, “yeşil ekonomi”ye geçiş için “mini nükleer santrallar” kurulması için adım attı. Ardından AB, nükleeri “yenilenebilir enerji kaynağı” olarak teyit etti. Sonra da bütün dünyanın “çevreci” diye bildiği The Guardian’ın kıdemli yazarı George Monbiot gibi 25 kişi iklim krizine çözüm konusunda gerekli enerji dönüşümü için nükleeri savunan bir açıklama yaptılar. Monbiot’un eskiden de nükleeri savunduğu unutulmuştu.
Türkiye’nin nükleer santral “sevdası”nın sadece AKP’nin ve sadece enerji için olmadığını, bunun dünya sisteminde nükleer silahların belirleyici rolünden dolayı yapılan bir askeri yatırım olduğunu, işin diğer ucunun da Ortadoğu (ki bu aslında Kürt sorunudur) siyasetinde AKP ile girişilen Osmanlıcı Türk-İslam alt-emperyalizm hamlesinde “Büyük Ortadoğu Projesi”nin iflasıyla yola Rusya ile devam etme cüretkârlığının bazı askeri, ekonomik bedelleri ile de ilgili olduğunu biliyoruz elbette.
Akkuyu Nükleer Santralı inşaatı bu boyutları nedeniyle güçlendirilmiş bir ekolojik ve ekonomik yıkımdır; çünkü her boyutunda savaş var. Ve bu nedenle de “güçlendirilmiş parlamenter sistem” konusunda anlaşanların bu “güçlendirilmiş ekolojik ve ekonomik yıkım” konusunda karar vermeleri gerekiyor. Kanal İstanbul ve diğer konulardaki cüretkâr açıklamaların bir tanesi de Akkuyu konusunda yapılmalıdır. Ve sadece bir blöf olarak değil, gerçekten nükleer santral/silah macerasının bugün ve gelecek kuşaklar için yarattığı tehlikeden dolayı bu açıklama yapılmalıdır.
Ekoloji hareketi, uzun zamandır gündeminin arka sıralarına ittiği nükleer ajandasını yeniden açmalıdır. Ekoloji mücadelesinin abc’si nükleer ve savaş karşıtlığıdır. Nükleere ve savaşa karşı olmayan ekolojist değildir. Akkuyu Nükleer Santralı’nın halka, doğaya, gelecek kuşaklara hiçbir yararının olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bu inşaatın durdurulmasını, “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geçiş konusunda anlaşan Millet İttifakı ve diğer muhalefet partilerinden (HDP’nin zaten nükleer karşıtı olduğu biliniyor) her ne aşamada olursa olsun Akkuyu nükleer inşaatının durdurulacağına dair beyanda bulunmalarını talep etmek boyunlarının borcudur. Ekoloji hareketi açısından AKP gitsin de ne olursa olsun bir kriter değildir ama Akkuyu kapatılsın ve nükleer santrallardan vazgeçilsin “kırmızı çizgi”dir. Bu çizgiyi kalınlaştırmak da ekoloji hareketinin varoluş sorunudur.