Öğrencilerin ve akademisyenlerin “kayyım rektöre” karşı başlattığı protestolar öğrenci hareketinin de son dönemde kazandığı ivmeyle bir yılı aşkın süredir devam ediyor. Boğaziçi direnişinin simgesel davalarından biri haline gelen, Caner Perit Özen ve Ersin Berke Gök’ün tutuklu olarak yargılandıkları davanın ilk duruşmasında adli kontrolle tahliye kararı çıktı. Fakat okulda öğrencilere ve akademisyenlere yönelik baskı ve soruşturmalar sürüyor. Rektörlük yarı zamanlı akademisyenlerin derslerini iptal ederken seçilmiş üç dekanın görevine de son verdi. Jineps’e konuşan Özen ve Gök tutukluluk sürecinde yaşadıklarını anlatırken avukat Feyzi Erçin görülmemiş ceza prosedürleriyle hukukun çiğnendiğine dikkat çekti.
Mücadele ve dayanışmayla Boğaziçi direnişinin bir yılı
Prof. Dr. Melih Bulu’nun 2 Ocak 2021’de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne getirilmesinin ardından başlayan protestolar, ocak ayı itibariyle birinci yılını doldurdu. Melih Bulu atanmasının altıncı ayında yine bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle görevden alınırken rektör yardımcısı Prof. Dr. Naci İnci rektör olarak atandı.
Boğaziçi Üniversitesi ile başlayan protestolar geniş ölçüde toplumsal bir karşılık bulurken 2021 yılında öğrenciler, barınma ve geçinme sorunlarının da gündeme taşındığı eylemlerle farklı şehirlerde, kampüslerde ve sokaklarda örgütlendi. Boğaziçi Üniversitesi’nde de öğrenciler ve akademisyenlerin eylemleri bir yılı aşkın süredir devam ediyor. Demokratik ve özerk üniversite ve bileşenlerin katılımıyla yapılacak bir rektörlük seçimi talebi sürüyor. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri ise her işgünü rektörlük binasına sırtlarını dönerek nöbet tutuyor ve ardından basın açıklaması okuyor. Öğrencilerin sürecin başından bu yana her gün rektörlük binasının önünde kurduğu çadır ise 22 Ekim 2021’de üniversitenin özel güvenlik birimlerinin sert müdahalesi ve ardından kampüse polisin girmesiyle sonlandırılmıştı.
Akademik kadroya müdahaleler de sürüyor. Can Candan, Feyzi Erçin, Seda Binbaşgil, Mohan Ravichandran ve Özcan Vardar’ın dersleri rektörlük tarafından onaylanmazken Boğaziçi yönetimi yarı zamanlı akademisyenlerin derslerinin iptal edileceğini duyurdu. Son olarak seçilmiş üç dekan, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özlem Berk Albachten, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. R. Metin Ercan ve Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yasemin Bayyurt 19 Ocak’ta görevden alındı.
2021-2022 Akademik Yıl Açılış Töreni’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri için “Bize böyle öğrenci gerekmez. Bunlar üniversite içine sızmış teröristlerdir” sözlerinin ardından 10 öğrenci gözaltına alınmış, 7’si adliyeye sevk edilmiş ve Naci İnci’nin müşteki olduğu dosyada öğrenciler Caner Perit Özen ve Ersin Berke Gök tutuklanmıştı.
2’si tutuklu 14 öğrencinin yargılandığı davanın ilk duruşması 7 Ocak’ta İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde gerçekleşti. Tutuklu yargılanan öğrenciler Perit Özen ve Berke Gök adli kontrol şartıyla tahliye edilirken bir sonraki duruşma tarihi 21 Mart olarak belirlendi.
Okul içerisinde de rektörlük baskısı ve güvenlik görevlilerinin tutanaklarıyla açılan öğrencilere yönelik disiplin soruşturmaları ve uzaklaştırma cezaları devam ediyor. Gök ve Özen’in de dahil olduğu okul içi disiplin soruşturmalarının yanı sıra Gök’ün savcılık soruşturması var; Özen de Boğaziçi direnişiyle ilgili üç davada yargılanıyor.
Boğaziçi öğrencileri Caner Perit Özen ve Ersin Berke Gök tutukluluk süreçlerini ve mücadele koşullarını anlatırken avukat ve akademisyen Feyzi Erçin de hukuki süreci Jineps Gazetesi’ne değerlendirdi.
“51 gün tek kişilik hücrede kaldım”
Perit Özen 22 yaşında, Tarih bölümünde lisans öğrencisi. Tutukluluk sürecinden bahsederken 51 gün tek kişilik hücrede kaldığını, iki kez görüş hakkının gasp edildiğini, bilgi almak için yazdığı dilekçelere geri dönüş alamadığını ve bunlara ek olarak hapishane yönetiminin disiplin soruşturmalarına maruz kaldıklarını söylüyor.
Özen, Türkiye’deki hapishanelerde yaşanan hak ihlallerini öncesinde de medyadan takip ettiğini belirterek pandemi sürecinin gardiyanlar ve hapishane yönetiminin keyfi tutum ve uygulamalarına zemin hazırladığını belirtiyor: “İnsanlar ya haftalar boyu tek kişilik hücrelerde, psikolojileri altüst olana dek tutuluyor ya da kapasitesinin çok üzerinde insan barındıran koğuşlarda pislik içinde kalıyordu. Tutsaklığımın büyük bir bölümünde gazeteden ve sıcak sudan mahrumdum. Son haftamızda kantin hakkımızı dahi kullanamadık, içecek suyumuz yoktu.”
Fizik bölümü son sınıf öğrencisi Gök’e ise Metris Cezaevi’ndeyken 2 hafta boyunca vegan yemek verilmemiş. Arkadaşı Perit’ten bahsederken Perit’in kolundaki yırtık nedeniyle ağrılarının olduğunu ve defalarca dilekçe yazılmasına rağmen ilaçlarının temin edilmediğini kaydediyor: “Kolu ağrıyordu, defalarca dilekçe yazdı, ağrıdan uyuyamadığını söyledi. Buna rağmen dönüş gelmedi. Ders kitaplarımız da çok geç geldi.”
“Pandemi gerekçe edilerek mahkeme salonuna getirilmedik”
Avukat ve akademisyen Feyzi Erçin’e göre öğrencilerin 3 ayı aşkın cezaevinde tutulmaları normal prosedüre aykırı. Tutukluluk sürecinde de öğrencilerin diğer (siyasi) tutuklularla birlikte koğuşta kalmaları ‘normal’ prosedüre uygun olan. Buna ek olarak Özen ve Gök’ün duruşmaya cezaevinden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlanmaları da normalde istisnaen kullanılması gereken bir yol çünkü savunma hakkının sınırlandırılmasına sebep olabiliyor. Erçin, “Savunmanın yüz yüze yapılması esastır. Savunmanın ikna edilebilirliği (ya da tersi) için hâkimle ve savcıyla kurulan ilişki önemlidir. SEGBİS bunları sağlayamayacağı ve kendini tutkuyla savunacak haklı bir mağdurun savunma haklarını sınırlayacağı için istisnaen kullanılmalıdır” diyor. Özen ve Gök’ün davasında müştekilerin, savcı ve hâkimlerin tutuklu öğrencileri bir ekran aracılığıyla görmesini de savunmanın sınırlandırılması olarak ifade ediyor.
Öğrencilerin mahkemeye SEGBİS’le bağlanma yönündeki karara dilekçeyle itiraz ettikleri ancak mahkeme salonunda olma taleplerinin reddedildiği belirtiliyor. Bunun için gösterilen gerekçe ise pandemi. Gök, “Salon zaten çok kalabalıktı, 2 kişi gelse ne fark ederdi? Bu bizi mahkeme salonuna getirmemek için bir bahaneydi” diyor.
“Müştekilerin gizli bir celsede dinlenmesi savunma ihlalidir”
Özen ve Gök’ün de içlerinde olduğu 14 öğrencinin 7 Ocak’taki ilk duruşmasına müşteki Naci İnci ve özel güvenlik görevlileri katılmamıştı. 3 gün sonra, bir sonraki mahkemenin 21 Mart’ta yapılması hükmüne uymayarak avukatların ve davada yargılanan öğrencilerin haberi olmaksızın bir duruşma daha gerçekleştirildi.
Duruşma sonrasında müştekilerin gizi bir celsede dinlenmiş olması, Erçin’e göre tüm bu sürecin bir savunma ihlali meselesi olduğunu netleştirmekte önemli. Erçin, bu duruşmayı son yıllarda görülmüş ve ceza prosedürünün en büyük ihlallerinden biri olarak yorumluyor: “Burada odaklanılması gereken, Naci İnci’nin ve yandaşı Özel Güvenlik Birimi’nin (ÖGB), müşteki olarak, iddialarını öğrencilerin ve avukatlarının gözlerinin içine bakarak anlatamayacağı durumudur.”
Erçin’e göre iddialar gerçeklikten uzak ve bu, öğrencilere yönelik bir saldırı: “Kayyım (Naci İnci) ile ÖGB öğrencilerin varlığından bile tedirgin. 94 gün tutsak ettikleri öğrencilerin yüzüne bakarak kendi iddialarını tekrarlayamıyorlar. Sadece bunu düşünmek gerekiyor bana göre.”
Özen, bu durumu “Kayyım iktidarın yargı üzerindeki tahakkümünü kullanarak dava sürecini daha yorucu bir hale getirme çabası” diye yorumlarken bir yandan da kendileriyle yüzleşmekten kaçış olarak gördüğünü ifade ediyor. Gök de benzer olarak bunun hukuksal bir dayanağının olmadığını, karşılarına çıkacak yüz bulamadıkları için bu yola başvurduklarını düşündüğünü söylüyor: “Karşımızda bir argüman üretemeyecekler çünkü haksız olduklarını biliyorlar. Avukatların onları sıkıştıracaklarını biliyorlardı; sadece oraya çıkarak iftiralarına, yalanlarına devam edeceklerdi ve gerçekler ortaya çıkacaktı, böyle düşündükleri için buna başvurmuşlardır. Başka mantıklı bir açıklaması yok.”
“Tutukluluk siyasi suçlarda tam bir cezalandırma olarak kullanılıyor”
Adli kontrol, yurtdışı yasağı ve imzayla salıverilme Türkiye’de giderek yaygınlaşan bir uygulamaya döndü. Özellikle son sınıf öğrencilerinin yükseköğrenim ve diğer alanlardaki yurtdışı imkânlarını sınırlandırıyor. Erçin, tutukluluğun siyasi suçlarda bir cezalandırılma olarak kullanıldığını, ev hapsi ve adli kontrolün de bunun bir devamı olduğunu ve bunun normalleşmeye başlamasının trajik olduğunu ifade edip ekliyor: “Tutukluluk riski o kadar tehlikeli ki, bunun az sayıda olmasına sevinmek, tutukluluk verilince uzun olmamasına sevinmek, tutukluluk çıkmadığında karar olarak adli kontrole şükretmek tüm o normalleştirmeye sebep olan psikolojik durumlar. Bir sene süren yargılamalarda tüm yazı tek bir şehirde geçirmek zorunda olan öğrenciler oldu bu sebeple. Bu normalleştirme, cezalandırma algısının kafamızda nasıl şekillendiğine dair unutmamamız gereken ve özeleştiri yapmamız gereken bir durum.”
“Öğrencilerin ortaya koyduğu siyasi tavır ve ezilen kesimlerle gösterdiğimiz dayanışmayla kamuoyunda büyük yankı bulduk”
Özen, bundan sonrasıyla ilgili olarak direnişin bir yıldır devam ettiğini ve uzun soluklu bir direnişi öğrenci olarak devam ettirmeyi yorucu olsa da kararlılıkla sürdürdüklerini söylüyor. Özen’e göre öğrencilerin ortaya koyduğu siyasi tavır ve ezilen kesimlerle gösterdikleri dayanışma, bu mücadelenin kamuoyunda büyük yankı bulmasını sağlamış. “Süreç yıpratıcı olsa da bu direnişi sürdürmekte kararlıyız” diyor.
Gök de öğrencilerin problemlerinin sadece akademik özgürlük veya rektör seçiminden oluşmadığını, barınma ve geçinme gibi konularda da eylemler yapıldığını söylüyor: “Öğrenciler eylem yapıyor, forum yapıyor, konuşmak istiyor. Bunlar engelleniyor ve saldırıya uğruyorlar. Birçok derdi var öğrencilerin. Bu dertler çözülmediği sürece mücadele ne biter ne azalır. Bundan sonrasında mücadelenin büyüyerek devam edeceğini düşünüyorum.”
Erçin de bu mücadelenin elbet kazanılacağına şu sözlerle vurgu yapıyor: “Önemli olan, çok geç ve çok daha fazla zayiat vermeden kazanılması. Ve herkesin, hem birey hem grup olarak, tarihte nasıl bir iz bırakmak istediği meselesi. Tarihi bir dönemden geçiyoruz ve nasıl hatırlanacağımız, mücadelenin şekillenmesi için ne yaptığımız, haksızlıkları gördüğümüzde ne kadar cesur tepkiler verip sessiz kalmadığımız önemli… Kendi mücadelemizi de veriyoruz, dostlarımız, yanımızda haksızlığa uğrayanlar, ezilenlerin de… Bu ahlaki sorumluluk her daim hatırlanmalı.”