Unutarak kaçan bir insanın, geçmişine sürüklenmesinin hikâyesi

0
948

1982’de Biga’da doğan Sine Ergün, Defne ve Notos Kitap Yayınevi’nde editör olarak çalıştı. Notos Öykü dergisinin editörlüğünü üstlendi.  

Öykü, şiir, deneme ve çevirileri Kitap-lık, Notos, Özgür Edebiyat, Sözcükler, Sıcak Nal, Ğ, Patika, Sınır dergilerinde ve çeşitli derlemelerde yer aldı. Zaman içinde üç öykü kitabına ve bir romana imza atan Ergün, 2013 yılında Bazen Hayat ile 59. Sait Faik Hikâye Armağanı’na, 2017 yılında Baştankara ile Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.  

Son kitabı Kopuk Kasım 2021’de yayımlandı; kitap üzerine çeşitli gazete, dergi ve dijital platformlarda güzel eleştiriler yer aldı. Öykülerini severek okuduğum Sine Ergün’ün romanı en az öyküleri kadar etkileyici. Jineps okurları için sorduk, bizi kırmayıp vakit ayırdığı için teşekkür ediyor, yeni kitaplarını heyecanla bekliyoruz.


-Üç öykü kitabınızdan beş yıl sonra, yakınlarda ilk romanınız “Kopuk” yayımlandı ve oldukça iyi eleştiriler aldı. Hürriyet Kitap Sanat’tan Eray Ak’ın ifadesiyle “Kopuk” bu dünyadan unutarak kaçan bir insanın, yine dünya baskısıyla geçmişine sürüklenmesinin hikâyesi… “Hatırlamak”la ilgili güçlü bir roman, sıkı bir metin. Öykülerden sonra roman yazmaya nasıl karar verdiniz? 

-Kopuk’ta anlatmak istediğim ilk aklıma düştüğünde konuya uygun türün roman olduğunu düşündüm. Bir karardan çok sürecin getirdiği bir sonuç oldu roman yazmam. 

  

-Yeni kitabınızla giriş yaptıktan sonra, belki çok klasik olacak ama en baştan başlamak istiyorum; sizi yazmaya yönelten ve devam etmenizi sağlayan şey neydi? Yazar olmaya nasıl karar verdiniz? 

-Hayatım boyunca yazmaya karar verdim. Bunun, evet, yazar olmak anlamına geldiğini biliyorum ama gelmiyor da bir yandan –o da başka bir söyleşi konusu olsun. Yazmaya yönelten itkinin kökenini bilmiyorum. Okumak ve yazmak o denli uzun zamandır hayatımın merkezinde ki sanki benim kişisel tarihimle beraber başladı.  

  

-Daha klasik ve uzun öyküler okuyan biri olarak ilk öykü kitabınız “Burası Tekin Değil”deki öykülerinizi okuduğumda; öykülerin kısalığı, cümlelerin yalınlığı, gündelik yaşamdaki her şeyin öykülerinize konu olabilmesi beni çok etkilemişti. Sine Ergün böyle bir tarza neden ve nasıl karar verdi?  

-Edebiyat beğenim beni yönlendirdi. Soyağacı diyelim. Okuyarak büyüdüğüm kitaplar. Beğeni, bir süre sonra yazmaya başladığınızda nasıl yazacağınız konusunda belirleyici oluyor. 

  

-Röportajlarınızdan birinde “’Ben’ kişisini çok kullansam da yazarı olabildiğince geri planda bırakmaya çalışıyorum. Bundan öte kişinin artık şu yaşadığımız çağda ve durumda; hali, tavrı ve hayata yaklaşımıyla olabildiğince cinsiyetsiz olması gerektiğine inanıyorum. Yalnızca böyle bir edebiyatın değil, böyle bir insanlığın daha tutarlı, daha mantıklı olacağını düşünüyorum. Bana tuhaf geliyor. Belki cinsiyetin getirdiği ya da götürdüğü alanlara çok hâkim olmadığım için. Kişisel olarak cinsiyetsiz olmaya çalışmaktan çok, cinsiyetim varmış gibi hissetmiyorum. Toplum anımsatana dek, tabii” diyorsunuz. Dünyanın her anlamda mikro bölünmüşlüğe gittiğini düşünürsek bu temenni hayata geçer mi bilinmez. Diğer yandan tüm sorunlarıyla birlikte cinsiyetten kültüre, gelenekten göreneğe bu kadar farklılık olması yaşamlarımızın bir zenginliği değil mi? 

-Yaşamımızın zenginliği olarak gördüğümüz farklar kişisel haklarımızı ihlal etmediği sürece anlamlı. Belli bir kültüre aidiyet kadının ezilmesini doğal sonuç olarak betimleyen bir yapı dayatıyorsa bize, o kültürel kodun dönüşüme gereksinim duyduğunu söylememiz bence yanlış olmaz. 

  

-2013 yılında “Bazen Hayat” kitabınızla 59. Sait Faik Hikâye Armağanı, 2017 yılında “Baştankara” kitabınızla Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldunuz. Her iki ödül de oldukça önemli. Ödüller sizi nasıl etkiledi? 

-Bilmiyorum. Ödülleri kesinlikle değerli bulmak ve bu ödülleri veren jürilere büyük saygı beslemekle beraber kişinin ödül almaktan ya da almamaktan etkilenip etkilenmediğini, etkilenmesi gerekip gerekmediğini bilmiyorum. Yazmanın daha öze dair bir şey olduğunu düşünüyorum. Öte yandan görünürlük anlamında ödüllerin önemi büyük. 

  

-Yazmak, yazdığını sindirmek ve başkalarıyla paylaşmaya karar vermek eminim zorlu süreçlerdir. Sizin yazma süreciniz nasıl? 

-Yazdıklarınızın biricik ve eşsiz olduğu düşüncesinden kaçınmak, gerektiğinde onları yok etmenizi kolaylaştırıyor. Yazabilmek kadar silebilmek de önemli bu anlamda. Geriye, içinize sinen ya da üstünde çalışılırsa içinize sinebilecek metinler kalıyor. Benim özelimde, yazma sürecim bittiğinde metinler defalarca ben ve edebiyat zevkine güvendiğim üç kişi tarafından okunma sürecine giriyor. Bu kişilerin başında ablam geliyor. Ondan aldığım yorumlar benim için çok değerli.  

  

-Sine Ergün’ü keşfettiğimde üç öykü kitabı basılmıştı bile. Oturduğum semtteki kitapçılarda bulamayınca Kadıköy’e inmiş, üçünü birden bulunca pek mutlu olmuştum. Her kitap özenle “Küçük Hala”ya ithaf edilmişti. Kopuk romanınızı elime aldığımda Küçük Hala bu kitapta da yerini aldı mı diye kontrol ettim, almıştı. Küçük Hala’dan biraz bahseder misiniz, yazma serüveninizde/hayatınızda önemli bir yeri olmalı… 

-Geniş ailede büyüdüm. Bir üyesi de küçük halamdı. Sessiz, sakin bir insandı. Ve çok iyi bir hikâye anlatıcısıydı. Kendini hiçbir şeyin merkezine koymadan anlatırdı hikâyelerini. Bende önemi büyüktür. 

  

-Üç öykü kitabı ve bir romandan sonra Sine Ergün nasıl devam edecek? Şiirleriniz olduğunu biliyoruz, beşinci kitap bir şiir kitabı olabilir mi? 

-Bilmiyorum. Şu an cesaret edemem şiirlerimi yayımlamaya. Belki önümüzdeki yıllarda. Öyküyü özledim.  

  

-Nitelikli yazı nitelikli okumayı gerektirir diye düşünüyorum. Siz neler okuyorsunuz, yazar olmayı hayal eden gençlere önerileriniz nedir? 

-Son dönemde etkilendiğim kitapları belirteyim: Beden Kayıt Tutar, Bessel A. Van der Kolk; Unutma Biçimleri, Marc Augê; Bellek Tiyatrosu, Simon Critchley; Geçmiş Zaman, Beatriz Sarlo; Hafızanın Toplumsal Çerçeveleri, Maurice Halbwachs; Hafıza, Tarih, Unutuş, Paul Ricoeur; Yazma Üzerine Sohbetler, Ursula K. Le Guin; Günler, Aylar, Yıllar, Yan Lianke; Kâğıt Ev, Carlos María Domínguez; Tayga Sendromu, Cristina Rivera Garza; Argonautlar, Meggie Nelson ve Buzda Yürüyüş, Werner Herzog. 

Bıkmadan önereceğim kitaplar ise Vüsat O. Bener’in bütün kitapları, Buz ve Kartal Yuvası ile Anna Kavan ve Ingeborg Bachmann şiirleri. 

  

-Bitirirken; Çerkes bir yazar olduğunuzu öğrendiğimde nedense benim gibi Uzunyayla’da büyüdüğünüzü düşünüp öykülerinizde Uzunyayla çocukluğunuza dair iz sürmüştüm. Oysa Biga’da doğmuştunuz ve öykülerinizle bambaşka konuların peşindeydiniz. Günün birinde Biga veya Uzunyayla bağlantılı bir şeyler yazmayı düşünür müsünüz? 

-Uzunyayla’yı yer olarak az deneyimledim ama toplumunun içine doğdum, büyüdüm. Biga ise ailemin işi nedeniyle kısa süre kaldıkları bir yer. Orada doğdum, altı yaşına dek orada yaşadım. Çocukluk anılarım dışında sıkı bağlarım olan bir yer olduğunu söyleyemem. Uzunyayla ile ilgili yazmak değil de belgesel çekmek isterim. Abhazya ile ilgili çektiğim Abrıskil’in İzinde belgeselinin devamı niteliğinde… 


Sine Ergün kitapları 

  

Burası Tekin Değil, Öykü, 2010, Yitik Ülke Yayınları 

Bazen Hayat, Öykü, 2012, Can Yayınları 

Baştankara, Öykü, 2016, Can Yayınları 

Kopuk, Roman, 2021, Can Yayınları 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz