Annem (Xalitipxe Ayşe), 1934 yılında Rize’nin Pazar (Atina) ilçesine bağlı Msuleti Köyü’nde doğdu. Denizden 12 km uzakta, bir dağın yamacına kurulmuş eski bir Laz köyüdür Msuleti. 1960’ların başında köyün adı Dağdibi olarak değiştirilse de bizim dilimizde hep Msuleti olarak kaldı.
“Cami hocası sabahtan Türkçe, öğleden sonra din dersi verirdi” diye anlatırdı 1940’ların eğitim hayatını. Türkçe ile ilk kez karşılaşan çocukların yaşadığı sıkıntılar, dil sürçmeleri ise güldüren hatıralarındandı. 3 yıl süren okul serüveni sayesinde az da olsa Türkçe okuma yazma becerisi edinmişti.
Her yana mısır, lahana ve fasulyenin ekildiği, herkesin kendir ekip kendi giysisini diktiği, ortaçağdan kalma geleneksel inanç ve alışkanlıkların sosyal yaşamı biçimlendirdiği bir dönemin içine doğmuştur. Henüz araba yolları yeni yeni açılmaya başlanmıştır, ancak ortada arabanın kendisi yoktur. Çarşıda satılabilen tek şey odun kömürüdür. Onlarca insan gün ağarmadan 12 km’lik çarşı yoluna dizilir, ayaklar çıplak. Ancak çarşıya çıplak ayakla girmeyi belediye yasaklamıştır. Çarığı olan çarşıya girer, yükünü bırakır, geri dönüp çarığını komşusuna verir.
Zaman ilerledikçe her alanda değişimler görülür. Mısır tarımından çay tarımına geçiş dönemidir. Mısır ekilen alanlar, ormanlıklar, dikenlikler beden gücü ile çay bahçelerine dönüşür. Annem, ailemizin sahip olduğu tüm çaylık alanları (babamla birlikte) açan kişidir ve bu arada çok sayıda inek beslemiş, beş çocuk büyütmüştür.
Türkiye’deki milyonlarca insan gibi, zaman annemi de İstanbul’a getirir. Artık hayatında ne bahçe işleri ne de doyurması gereken inekleri ve çocukları vardır. Bu da birlikte geçireceğimiz uzun zamanların başlangıcıdır.
Sohbetler zorlamsız Lazcadır. Bütün hikâyeler Lazca anlatılır. O zamana kadar onun ağzından hiç duymadığım şarkılar, şiirler, destanlar, masallar, hikâyeler ve kimsenin repertuvarında yer almayan Lazca şarkıları bu dönemde annemden duymaya başladım. Bu kadın şarkı söyler miydi, masal bilir miydi, hikâye anlatır mıydı, hiç bilmezdim. “Denizde Karartı Var” (İgzalina) şarkısını annemden duydum ilk kez ve bu şarkı 2004 yılında Kâzım Koyuncu’nun “Hayde” albümüne girdi. Bu ve bunun gibi Lazca destan formundaki pek çok şarkı kayıtlarda yer aldı.
1995 sonrası annemle İstanbul’da birlikte yaşamaya başladık. Artık hiçbir sınırlama olmadan uzun uzun sohbetler yapabiliyorduk. Annem anlatıyor, ben yazıyordum. Önceleri gereksiz bulsa da bu yöntem hoşuna gitmeye başlamıştı. Karşısında anlattıklarına değer veren biri vardı. Demek ki bunlar o kadar değerliydi ki, oğlu tarafından bir deftere yazılıyordu. Bu bizim hayatımız olmuştu. Oğlu için önemli olan, değerli olan bir şey, anne için şüphesiz çok çok değerli oluyordu.
Artık konuşmalarını planlamaya başlamıştı. Eve girer girmez anlatmaya başlamasından neler konuşacağını önceden hesapladığını anlayabiliyordum. Bir önceki akşam konumuz masalsa bir sonraki akşam hafızasını yoklamış, anlatacağı masalları kafasında sıraya dizmiş oluyordu. Kimi zaman “Bunu anlattım mı” diye sorar, cevabıma göre anlatırdı. Bazen de, “Bunu daha önce anlattım” deyip başka bir konuya geçerdi.
İş gittikçe daha profesyonel bir hale dönüştü. Ben büyük boy ve kalınca bir defter ve iyi bir kalemi evde hazırda tutuyordum. Çoğu zaman eve girer girmez hiçbir şey demeden defteri, kalemi alıp koltuğa oturur, anlatmaya başlamasını beklerdim. Annem hemen konuya girer, anlatmadığını düşündüğü konuları konuşmaya başlardı.
Bir süre sonra ses kayıt cihazı ile kayıtlar yapmaya başladık. Aleti kurmamı bekler, tamam deyince söze başlardı. Anlatmadığını düşündüğü şeyleri bir süre sonra ses kayıt cihazının nasıl kulanılacağını öğrenip kendisi kaydetmeye başlamıştı. Annem hem anlatıcı hem de derlemeciydi artık. Kendince Lazcanın bir faydasını görmemişti, ama belli ki oğlu için bu dilin büyük bir önemi vardı ve yardımcı olması gerekiyordu.
2020 yılına gelindiğinde, 5 adet büyük boy 1000 defter sayfası dolmuştu. Ayrıca Lazca şarkıların, destanların, hikâyelerin, günlük sohbetlerin yer aldığı onlarca saatlik ses ve video kaydı oluşmuştu.
Şüphesiz, Lazca gibi tehlike altındaki bir dilin her türlü kaydı çok önemli ve değerli, ancak belli konularda detay yakalayabilmek için az sayıda kişi ile uzun süre çalışmanın daha faydalı olduğuna inanıyorum ve biz bunu annemle başarmış olduk.
Annem Xalitipxe Ayşe, 3 Temmuz 2020’de 86 yaşındayken aramızdan ayrıldı; geriye Lazca için paha biçilmez bir hazine bırakarak. Annemden sonra bir yıl kadar kayıtları dinleyecek ruh halini yakalayamadım. Zamanın iyileştirici etkisi sayesinde yakın zamanda altın değerindeki bu kayıtları yeniden dinlemeye ve çözmeye başladım. Bu kayıtlar sayesinde Lazcayı yeniden keşfediyorum. Xalitipxe Ayşe’nin mükemmel Lazcasına yeniden âşık oluyorum.
Şimdi beni bekleyen en büyük iş bu kayıtları basılı hale getirmek. Xalitipxe Ayşe’nin anısına hayat hikâyesini konu alan Lazca bir otobiyografi kitabı; bir Lazca masal kitabı ve geri kalan tüm kayıtları ihtiva eden Lazca metinler olmak üzere üç farklı kitap olarak yayımlayabilirsem ne mutlu bana. Böylece Xalitipxe Ayşe’ye borcumun ufak bir kısmını ödemiş olacağım.