İnsanoğlunun kullandığı ilk mücevherin taş devrinde hayvan derisinden bir kaytana geçirilen renkli deniz kabuğu olduğunu öğrenince insanlık tarihi kadar uzun bir geçmişi olan mücevheratın taş, kemik, fildişi ve deniz kabuklarından tunç, gümüş, altın ve değerli taşlara doğru olan evriminin upuzun bir süreç olduğu kadar heyecan verici bir değişim olduğunu da düşünüyor insan.
Mücevher sözcüğünün günümüzdeki tanımı ‘değerli taşlardan ve madenlerden yapılmış süs eşyası’ olsa da ve bu tanıma göre eski çağlarda yapılanlar, günümüz kriterlerine göre, mücevherden çok ‘takı’ grubunda gibi düşünülse de o günün koşullarındaki yine ‘değerli’ materyaller ile yapılmış olmaları onları her daim mücevherleştiriyor. Ve aslında özellikle de arkeolojik kazılar ile elde edilen ‘süs eşyası’ buluntuları konuyu sadece süs tarihi olmaktan çıkarıp sosyal, kültürel hatta diplomatik tarihe ışık tutar bir platforma taşıyor.
Özetle mücevherat tarihöncesi çağlardan itibaren hep bir zenginliği, değeri ve ışıltıyı yansıtıyor.
Ve böylesine önemli bir ürünün ortaya çıkmasını sağlayan, oluşumundaki materyalleri tek başına değerli bir taş veya metal olmaktan çıkarıp etkileyici bir tasarım ve sanatsal bir üslup ile harmanlayan, kısaca mücevheri mücevher yapan hatta stil akımlarının da öncüleri kabul edilen kişilere de mücevher tasarımcıları deniyor.
“Kimlerdir, ne yerler-ne içerler, nasıl bu kadar her anlamda ‘kıymetli’ işi yapıyorlar” gibi kafamızdaki soruların hepsini mücevher tasarımcısı, Ber sülalesinden Kabardey, sevgili Janset Kılıçtaş’a sorduk, öğrendik…
-Senin deyişinle ‘sanat içinde büyüyen ve sanatı içinde büyüten’ Janset Kılıçtaş kimdir?
-Çocukluğum özgür geçti. Sanata hep yatkınlığım vardı. Şansım; halam. Akademili bir sanatçı olduğu için çocukken onun yaptığı yağlıboya resimlerin çevresinde büyüdüm. Baba tarafımda sanatçılar olduğu için genetik olarak da yatkınlığım vardı. Anne tarafım -annem hariç- hep tekstilci. Anneannem çok iyi dikiş bilir ve kendi içgüdüleriyle giysi kalıpları çıkarır, dikerdi. Hepsi benim için şans. Elbette genetik ve buna saygı duyup o şekilde yönlendiren bir ailede büyümüş olmam beni bu duruma getirdi.
-Klasik bir sıralama olan lise-meslek seçimi ve üniversite eğitimi yerine sende durum farklı gelişmiş, değil mi? Önce kendini keşfetme, sonra zanaatkârlık, peşi sıra gelen başarılar ve sonrasında akademik eğitim… Anlatabilir misin biraz bu yoldaki serüvenini?
-Hayır, aslında her şey sırasıyla oldu. Yaşamımın başından beri sanatta ilerleyeceğim belliydi. Lise son sınıfta mücevher tasarımları çizmeye başladım. Ve bununla ilgili Akademi İstanbul’da Mehmet Kabaş önderliğinde mücevher sanatı eğitimi veriliyordu. Annem oraya kaydettirdi. Ben orada kalıp öğrendim. Küçük yaştaydım ve çok severek gidiyordum okula. Bunu fark eden hocalarım bana sordular “Kapalıçarşı’da çalışmak ister misin?” diye. Ben de elbette dedim. Aileme danışmadan. Beni Sevan Bıçakçı’ya götürdüler. Tasarımlarıma herkes gereksiz aykırı olarak bakarken o hemen başla dedi. Ama o zaman orası ünlü bir marka değildi. Küçük bir atölyeydi. Bana sanki kendi yerim gibi rahat bir ortam sunuldu. Ustam bana Kapalıçarşı adabını öğretti. Her tasarladığım üretiliyordu. Bir müşterisiyle ortak oldular ve o zamanki ortağı Osmanlı temalı mücevher tasarlamamı istedi. Ve o tasarımlarım öyle çıktı.
2.5-3 sene kadar o atölyede çalıştım. Ardından üniversite eğitimimi tamamlamadığım için ailem çok baskı yapıyordu ve bu sebeple ayrılıp yetenek sınavlarına girdim. Şaşkınım ki ilk 4’e girerek kazandım! Ama öncesinde de tabii çocuk aklımda Ayasofya Müzesi’nde sergi açma düşü kurdum ve gerçekleştirdim. İlk kişisel mücevher sergimdi.
Akademide heykel bölümünde okurken ikinci bölüm okuma şansı elde etim ve tekstil sanatları moda tasarımı bölümünü de yan dal olarak tamamladım. Tabii mücevher işimi hiç durdurmadım. Bu bölümler benim göremediklerimi gösteriyordu.
Okulun bittiği sene Tuvana Büyükçınar İstanbul Fashion Week 2012 defilesinin tüm takılarını kendi markamla hazırladım.
-Mücevher tasarımcısı nasıl olunur? Klasik bir akademik eğitimle mi mümkün oluyor, yoksa bir kuyumcu çırağı olarak başlayıp, çalışıp sonrasında mücevher tasarlayabilir tecrübeye ancak mı ulaşılıyor?
-Mücevher imalatını atölyelerde öğrenebilirsiniz. Kuyumculuk bölümlerinden de öğrenebilirsiniz ama bunun en iyi öğreti yeri atölyedir. Ve şansınız iyi giderse iyi bir usta yanıdır bunun asıl yeri.
Ama başında da dediğim gibi sadece imalat yani zanaat öğrenilir. Tasarlamak tamamen doğarken özel yeti olarak verilir. Bazen mücevheri ya da sanatı çok seviyorum diye yetisi olmadığı halde bu işe soyunanlar olabiliyor. Ama bazen en adil tavır izleyici olarak kalabilmek. Çünkü hakikaten olunabilir bir şey değil. Bir yerlerde yapılmış ürünlere bakıp onun bir yerlerini değiştirmek tasarım yapmak değildir. O sebeple bazen gerçek yetinize sadık kalmanız sizi başarıya götürecektir. Tecrübe sanatta değil zanaatta size destek olur.
“Ustan aile büyüklerin gibi kıymetlidir”
-Mücevher tasarımcılığında Türkiye oldukça söz sahibi bir ülke diye biliyoruz ve sen de hem Türkiye’nin en ünlü tasarımcılarından Sevan Bıçakçı’nın tedrisatından geçmiş hem de Kapalıçarşı kültürünün içinde yetişmişsin. Nasıl bir süreçti bu dönem? Ustalık-çıraklık ilişkisi, saygı-sevgi dengesi, ne çok farklı şey olmalı anlatabileceğin…
-Ustam benim tasarımlarımdan çok etkilenmişti ve imalata girmesi için atölyeye talimat vermişti. Ustamdan pozitif kalabilmeyi, taş bilgisini, müşterilerle iletişimi öğrendim.
Usta-çırak ilişkisi çok mühim Kapalıçarşı’da. Ustan senin aile büyüklerin gibi kıymetlidir. İşyeri sırrın orada kalır. Usta-çırak ilişkisinden daha önemli başka adaplar da vardı. Mesela sizin yanınızda çalışmış birini bir başka atölye alacaksa sizin rızanızı alır.
Sahte bir taşa bile bile pırlanta diyemezdiniz. Eğer piyasa sizi böyle bilirse derhal yok ederlerdi. El işçiliği çok kıymetliydi ama bilgisayarlarla da kalıp yapılıyordu, şimdi daha çok yapılıyor.
-Peki, senin mücevher tasarımlarında ön plana ne çıkıyor? Estetik mi, farklılık mı, tek olmak mı, duygu mu? Belki de hepsi birden…
-Bunların hepsi bir bütün zaten. Estetik görünmezse beğeni almaz. Hikâyesi olur benim tasarımlarımın genelde. Ve ne üretirsem üreteyim hep bunu taşıyacak kişiye şans getirmesini diliyorum. El işçiliği olmasını önemsiyorum.
-Mücevher tasarımı deyince akla gelen sadece bir dizayn değil; işin manevi tarafını, duygusal yönlerini de hatırlıyor insan. Örneğin belki de Doğu’nun mistisizmiyle birleşmiş değerli taşlar tasarımda hemen kendini gösteriveriyor, ben buradayım diye sesleniyor bize. Senin bu konuda yaklaşımın nasıl? Tasarımlarında hangi değerlere, duygulara yer veriyorsun?
-Tasarımınız belirliyor maden rengini de taş renginizi de. Seri üretim yapmıyorsanız, sadece hakikaten özel koleksiyon hazırlıyorsanız bu böyle. Ama elbette daima bunu yapamazsınız, bazen son derece popüler bir ürün de yapmak zorunda kalabiliyorsunuz.
-Bildiğim kadarıyla bizim kültürümüzle de oldukça ilgili, iç içesin. Çerkes kültüründen, kadim el sanatlarımızdan etkilenip ürettiğin tasarımların var mı?
-Evet var, ancak Çerkes kültürü etkileri taşıyan doneleri direkt vermeyi sevmiyorum. Bana çok düşünülmemiş geliyor. Benimkileri sadece Çerkesler sevip alsın istemiyorum, nitekim öyle de oluyor. Çünkü farklı kültürden insanlar da beğeniyor ve alıyor. Hatta Çerkeslerde sanıyorum benim o özel koleksiyon parçalarım yoktur bile. Kamalı bir bileklik tasarımım var patentli; genelde de Çerkes dışındaki insanlarda.
-Mücevher deyince bile gözlerimiz kamaşabiliyor çünkü oldukça değerli malzemeler ile bu eserler ortaya çıkıyor. Tasarım ya da imalat aşamasındayken “Off, bu da olmadı ama zaten bunlar çok küçük pırlantalardı, bende daha çok büyükleri var, onları kullanırım” diyebiliyor musun? Şaka bir yana, hem bu malzemelerle çalışıp hem de ‘ziyan etme’ kaygısıyla nasıl baş ediyorsun?
-Hiçbir zaman ziyan etme kaygım yok. Siz çocuklarınızdan neyi esirgersiniz? Benim can parçam tasarımlarım ve heykellerim…
“Anı yaşayan tasarımlar üretmeyi seviyorum”
-Hemen her sektörde var olan ‘yeni nesil’ kavramı mücevher tasarımcılığında da var mı? Sen tasarımlarını bu noktada nerede görüyorsun?
-Mücevher üretim tekniklerinde olabilir bu kavram. Teknolojinin artmasıyla… Modaya uygun tasarımlar yapmıyorum. Bu sebeple modası geçecek mücevherleri üretmiyorum. Kendi ürettiklerimi ne geride ne gelecekte gibi görmüyorum. Çünkü anı yaşayan tasarımlar üretmeyi seviyorum. Geçmişte de sevilen, yarın da sevilecek olan…
-Tasarımlarını ilgilileriyle nasıl buluşturuyorsun? Hazır olan ürünleri görüp alabileceğimiz bir satış platformu, mağaza var mı? Veya kişiye özel bir tasarım istersek nasıl bir yol izlemeliyiz?
-Sanat ve mücevher galerisi konseptinde bir yerim var, orada satışını gerçekleştiriyorum. Kişiye özel de tasarlıyorum ayrıca.
-Üniversitelerdeki ‘kuyumculuk ve mücevher tasarımı’ bölümünü yazmak isteyenlere “Boş versene, aç bırakan bölümlerden” ya da “O bölümdekiler atölyelerde sürünüyor” tarzında caydırıcı yorumlar yapıldığını şaşırarak duymuş ve okumuştum. Sahi, ne düşünüyorsun bu konuda? Geleceğin “Mücevher Tasarımcıları” için senin önerilerin neler olabilir?
-Muhakkak ki kuyumculuk okumak gerekmiyor, sanat alanlarında da okuyabilirler ve piyasada özellikle atölyelerde imalatı öğrenebilirler. Nasip, çalışmak, istikrarlı olmak, isyan etmemek… bunları göz önünde bulundurursanız her alanla rızkınız gelir.
-Son olarak, Çerkes toplumunda kadın olmak konusunda neler söyleyebilirsin?
-Çerkesler kadını önemseyen toplumlar arasında bir millet. Irkları ayırmıyorum ve bundan da hoşlanmıyorum ama Çerkes toplumunda dünyaya geldiğim için özellikle kadına saygıları konusunda şanslıyım. Bu yaklaşım bizim genel adabımızda var ama elbette bunun aksini yapan ve kişisel sorunları olan bireyler de mevcut olabilir.
-Teşekkür ederim…
Sevgili Janset Kılıçtaş’a… Azmi, yaratıcılığı ve tabii ki bu güzel söyleşi için…
Sevgili Jineps okurlarına… Okumayı sevdikleri ve Bebek’e yollarını düşürüp en az paha biçilemez ‘mücevherler’ kadar kıymetli Janset’in sohbetine dahil olacakları için…
Janset Kılıçtaş’a ulaşabilmeniz için: www.jansetkilictas.com