Sürülenler kategorilere ayrılmıştı. Hastaların evde kalmalarını istediler. Doktor tedavisinin ardından diğerlerine katılacağı düşünülüyordu. Birçok insan, hasta akrabalarının tedavi edilip gönderileceği umuduyla trenlere biniyordu. Sonra askerler geliyor, yaşlı ve hastaları yüksek bir yere götürüp ateş ediyorlardı.
Yolculuk trajedilerle doluydu. Tren bir istasyonda durmuştu. Yaşlı bir kadın neredeyse ölmek üzereydi. Bilincini kaybederken süt istediğini sayıkladı. Yanındaki oğlu, bulduğu bir asker şapkasını kaparak dışarı koştu. Bir yerlerden süt bulmuştu. O asker şapkasını çok iyi hatırlıyorum, şu anda asker şapkaları daha düz ama o zamanlar yuvarlaktı ve alüminyumdan yapılmıştı.
Kadının oğlu, koyun derisinden yapılmış bir palto giyiyordu ve sol elinde de asker şapkasını taşıyordu. Tren hareket etti. Adam bizim vagona yetişmeye çalışıyordu. Vagonun kapısı açıktı ve kapının önünde bir asker dikiliyordu. Asker, vagonu yakalamaya çalışan adama ateş etti. O sütün sıçrama görüntüsünü hayatım boyunca unutmadım, sık sık aklıma geliyor. Genç adam, karların üzerinde can vermişti ve o yolculuk boyunca yaşananları düşününce, sıradan bir vakaydı.
İnsanlar, kuşların kafese tıkılması gibi vagonlara doldurulmuştu. Tıbbi yardım yoktu. Ama NKVD (İçişleri Halk Komiserliği) raporlarına bakarsanız, “Sağlık kontrolleri yapılmıştır” diye kayıtlar var.
Tren her istasyonda 15-20 dakikalık molalar veriyordu. Askerler vagonlarda ölen olup olmadığını kontrol ediyordu. Aileler, ölülerini saklıyorlardı, vardıkları yerde toprağa vermek istiyorlardı. Genç bir adam annesinin cesedini saklamaya çalışırken askerler fark etti ve cesedi karların üzerine fırlattı. Herhangi biri karşı çıkarsa tüfeklerle ateş ediliyordu.
İsa Kodzoev