“Karıncaların Günbatımı”, “Meteliksiz Âşıklar”, “Yalnızlar” gibi romanlarıyla bildiğimiz Zaven Biberyan, doğumunun 100. yılı olması vesilesiyle 2021 yılı içerisinde birçok yazıya ve etkinliğe konu oldu. Özellikle Notos’un Kasım-Aralık 2021 tarihli 89. sayısında yayımlanan Zaven Biberyan dosyasını herkese tavsiye ediyorum. Daha önce hiçbir eserini okumamış olanların bile dosyayı okuduktan sonra bir an önce tanışmak isteyecekleri bir yazar olacağını düşünüyorum Biberyan’ın.
Biberyan, eserlerinde 20. yy Türkiye’sinde Ermeni olarak yaşamanın ne anlama geldiğine ışık tutan bir yazar. Romanlarında hem dünya hem de kendisiyle kavgalı karakterler var. Bireylerin deneyimlerinin toplumsal olanla ilişkisini gözler önüne seriyor bu karakterleriyle bir bakıma. Öfkeli ve tedirgin karakterleri çoğunlukla. Çok sonraları “güvercin tedirginliği” diye adı konan tedirginlik kendini açıkça hissettiriyor. Kısacası karşımızda büyük ve önemli bir yazar var. Rober Koptaş bir yazısında ‘Biberyan için edebiyatımızda bir yer’ talep etmişti. 2021, bu yerin açılmaya başlandığı yıl oldu dersek yanlış olmaz sanırım.
Aynı zamanda sosyalist bir yazar Biberyan. 1968’de Türkiye İşçi Partisi listesinden İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçilmiş ve başkan yardımcılığı yapmış. Yazdıklarını değerlendirirken bu yönünü de dikkate almak gerekir elbette. 1941’de Yirmi Sınıf (Kura) askerliği yaptığını, nafıa hizmetine verildiğini, varlık vergisi felaketini yaşayıp tanıklık ettiğini de belirtelim.
Aras Yayıncılık geçtiğimiz yılın sonlarına doğru Zaven Biberyan’ın bu sefer “Mahkûmların Şafağı” adıyla özyaşamöyküsünü yayımladı. Eser, doğduğu yıl olan 1921 ile 1946 yılları arasını kapsıyor. Yaşamöyküsünün en önemli bölümlerinden birini askerlik yaptığı 3.5 yıllık dönem oluşturuyor. Bu bölümde hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza Hemşinliler çıkıyor. Ermeni askerlere yönelik bir saldırı anlatılırken işin içine Hemşinliler de katılıyor:
“İşte tam bu sırada, gün içinde olanlara yeni ve beklenmedik bir olay daha eklendi. Bir arkadaş, yedi Laz’ın anlaşılmayan bir dilde bir şeyler anlatmaya çalıştığını söyledi. Anladığımız tek şey hançer taşıdıkları, bize katılmak istedikleri, kendilerini göstererek ‘Hay, Hay’ dedikleriydi.”
Hay Ermenice Ermeni demektir. Biberyan, Türk ve Kürt askerlerin arasında kendilerine ‘Hay’ diyen ‘Lazların’ olmasını elbette şaşkınlıkla karşılıyor. Biz ise “Anadolu’nun etnik yapısına aşina olmayan bizler için bu yeni bir şeydi” demesini şaşkınlıkla karşılıyoruz. Gerçekten Zaven Biberyan gibi iyi eğitim almış ve üstelik sosyalist birinin ülkedeki kimliklerle ilgili bilgisizliği gerçekten ilginç.
Biberyan, Ermeni askerler içinde “Ermeniceyi ve daha bir sürü şeyi iyi bilen bir tek ben vardım” diyor. Dolayısıyla bu insanların dillerini anlama şansı bir tek kendisinde bulunuyor. Ermeniceyi doğru dürüst bilmeyen birinin bir de Ermenicenin oldukça farklı bir diyalektini anlaması elbette mümkün değildi. Dolayısıyla bu “kendine Hay diyen Lazlarla” da Biberyan konuşuyor. Bu konuşmaların sonunda gerçeği anlıyor Zaven Biberyan:
“Neredeyse ergen yaştaki bu sarışın gençlerin aslında Ermenice konuştuklarını anlamam zaman aldı. Anlaşılmaz bir Ermeniceydi ama yine de Ermeniceydi.”
Böylelikle yoğun sohbetler başlıyor Biberyan ile Hemşinliler arasında. Bu sohbetlerin sonunda Biberyan kesin kanaate varıyor:
“Aralarından biriyle unutulmaz bir sohbetten sonra kanaatim hazırdı: Türk ve Kürt askerleri arasında bulunan bu gençler aslında (hiç şüphesiz zorla) Müslümanlaştırılmış Ermenilerdi. Bu yaşta çocuklar için ilginç olan ise, Ermeni olduklarını bilmeleriydi. Demek ki babaları gerçeği çocuklarından saklamamış, hatta onlara anadillerini öğretmişti. Zira kendi lehçeleriyle Ermenice konuşuyorlardı. Başkaları onları Laz ve Müslüman olarak biliyordu.”
Laz olarak bilinme meselesinin elbette iki yönü var. Son yıllarda azalsa da yaygın yapılan bir yanlış olarak Laz kavramı Karadenizli anlamında kullanılıyor çoğu zaman. İnsanlar Hemşinlileri bu anlamda Laz olarak biliyor olabilirler. Bir diğer yönü, Laz kimliğinin bazı durumlarda Hemşinliler tarafından nispeten “güvenli” bir kimlik olarak görülüp sığınılması sonucu Hemşinlilerin Laz olarak bilinmesi söz konusu olabiliyor. Bugün büyük oranda aşılmış olsa da bu eskiden daha yaygın yaşanan bir durumdu.
İstanbul’ a ilk taşındığımız dönemlerde komşularla tanışma sırasında babamın “Biz de Lazız” demesine daha sonra itiraz ettiğimde söylediklerini hiç unutmam. Babam “Hemşinli diyeceksin, bir sürü soru soracaklar: ‘O nedir? Diliniz nece? Hangi milletsiniz?’ Boş ver, Lazız de geç” demişti.
Biberyan dışarıya karşı Laz olarak bilinen insanların kendilerine “Biz de Ermeniyiz, biz de sizdeniz, sizin yanınızda savaşmak istiyoruz” dediklerini belirtiyor ve ekliyor: “Elbette ki sırlarını bizimle gizlice paylaşmaktaydılar.”
Hemşinlilerin haberdar etmeleriyle o gece beklenen saldırı gerçekleşmiyor nihayetinde.
Hagop Mintzuri’nin Şaban Ali’si, Zaven Biberyan’ın Hemşinli askerleri sonrasında da maalesef çok şey değişmedi. Hâlâ hem Hemşinlilerin hem Ermenilerin büyük bölümü birbirleri ve hatta kendileri hakkında yeterli bir bilgiye ve fikre sahip değil. Gerekli bilgi ve fikre sahip olanların ise birbirleriyle ilişkilenme, birbirinden öğrenme oranı çok düşük. Halbuki asimilasyon ve yok oluş tehlikesini aşmak yolunda bu ilişki büyük olanaklar barındırıyor.