‘Babaannem’e…

2
1343
Babaannem Nefise’nin sürgünden önce bahçesine ektiği ve sonraki yıllarda kurumaya yüz tutan mis kokulu gül, bugün bahçemin en değerlisi…

Doğduğu köyünden küçük bir çocukken alındı Nefise. Bir gün köye gelen atlılar saray için uygun gördüler ve aldılar gittiler Nefise’yi. Sarayda hem büyüdü, hem öğrendi, hem çalıştı, terzi olduğunu biliyoruz ya da bilmiyoruz.  

Yıllar sonra saraydan çerağ edilip köyüne, Çizemuğhable’ye (Mürvetler)1 dönen Nefise, Huncahable’den (Hacıosman Köy)2 dedem Ali ile evlenir, ne yıl biliriz ne gün ne de ay. Bizim köyde nedendir bilinmez bütün nüfus kayıtları 1925 yılından başlar. Çocukluğunu, gençliğini yitirdiği saraydan kendisine hediye edilen birkaç parça çeyiziyle gelir babaannem Nefise. İki kız, bir erkek üç çocukları olur. Çocuklarının birincisi Balkan Savaşı’ndan sonra, ikincisi I. Dünya Savaşı’ndan ve üçüncü çocuğu Kurtuluş Savaşı’ndan sonra doğar. Çocuklarını diğer kadınlar gibi yalnızlıklar içinde büyütmeye çalışır. 

Dedem de büyük Çerkes Sürgünü’nden hemen sonra Osmanlı topraklarında doğmuş, türlü zorluklarla köylerini kurup daha düzene girmeden savaşlar başlamış ve Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve ardından Kurtuluş Savaşı’na katılmış.  

Nihayet savaş sona ermiş, Anadolu düşman işgalinden kurtarılmış, cephedekiler evlerine dönmüş, herkes yeniden düzen kurmaya çabalarken Nefise kendi köyünden bir haber alır. Ailesi ve bütün köy halkı bilmedikleri bir sürgüne gönderiliyor3, (Mürvetler Köyü – Aralık sonu 1922) köyü tamamen boşaltılıyor veda bile edemeden. Zaten çocukluğu, gençliği elinden alınmış, ailesinden yıllarca ayrı kalmış bir kadın Nefise. Şimdi ise kendi çocukları için endişeli günler başlıyor, ya sıra onlara da gelirse… Evde dedemle birbirlerine endişelerini belli etmemeye çalışıyorlarsa da komşuları hatta yakın köylerdeki Çerkesler arasında korkulu bir bekleyiş sürüp gidiyor, ta ki Mayıs 1923’e kadar. 5 ay önce sadece Mürvetler (Çerkes mahallesi) sürgüne gönderilmişken şimdi Manyas ve Gönen’de birkaç Çerkes köyünün daha sürgüne gönderildiğini haber alıyorlar. Bu arada Nefise 3. çocuğu Hasan’ı dünyaya getiriyor. 

20 Haziran 1923. Askerler korkulan ve aynı zamanda da beklenen kâğıdı getirip caminin kapısına asıyorlar. Yarın köy (Hacıosman Köy) terk edilip sürgün yollarına koyulacaklar, yanlarına bir hayvan arabasından fazla hiçbir şey alınmayacak. Devletin anlaştığı ve beraberinde getirdiği hayvan tüccarlarına hayvanları yok pahasına satılacak ve büyük bir bilinmezliğe doğru yola çıkılacak. Köyün üzerine bir ölüm sessizliği çöker, aslında bu ölümün kendisidir. Zoraki çıkılan bu yoldan birçoğu geriye dönemez. 

Nefise lohusadır, kocası Çanakkale Savaşı’na giderken onu, biri yeni doğmuş iki kızıyla bırakıp gitmiş ve yıllarca dönmemişti. O zaman da lohusaydı ama şimdi, o da düşecekti sürgün yollarına süt kokan bebeğiyle. Uzun bir gecenin ardından alabilecekleri en acil birkaç parça eşyalarını hazırladılar, sabah oldu. Olmasaydı böyle sabahlar, güneş doğmasaydı… Güneş hangi birini aydınlatsın ki; gidenleri mi? Gidecekleri mi? Böyle karanlıkları güneş aydınlatır mı? 

21 Haziran 1923, Hacıosman Köy’de bir kıyamet, bir tufan savuruyor her birini, tutunacak bir dalları yok, yeni savruldular geldiler anavatanları Kafkasya’dan. Nefise kızlarını hazırlıyor, 9 ve 5 yaşındaki kızları heyecanla soruyorlar: “Anne biz nereye gidiyoruz?” Nefise de diğer kadınlar gibi çocuklarına cevap veremiyor. Küçük bebeğiyle beraber yola çıkmak için mezarlığa giden Ali’yi bekliyor.  

Şeşüyako’nun torunu, Çowra’nın oğlu Ali; sürgün yollarına düşmeden gittiği mezarlıkta anasının-babasının mezarına kapanıp “Nasıl bırakıp gideriz biz sizi” diye feryat eden Ali. Çığlıklarını mezarlarına gömen Ali… Bilsem de mezar yerlerini gidip çıkarsam çığlıklarını gömdüğün mezarlardan…Ve katsam kendi çığlıklarımı da inletsem dünyayı… 

Ali’yi kapandığı mezarın üzerinden zar zor kaldırıp alıyor iki jandarma, “Haydi”. 

Bütün köy toplanır, arabalara çocuklar ve yaşlılar yerleştirilir, Nefise haynape (ayıp) diyerek binmek istemez ama büyükler onu da çocukların yanına bindirirler ve ölüm konvoyu gibi yola çıkılır. Bu nasıl büyük bir ıstıraptır, bu nasıl büyük bir felakettir. Thamadeler hepsi birer yorgun bilge; gençlerin öfkesini, acılarını yatıştırmak için sabır taşına benzemiş bir haldedirler. Arabalara yaya olarak eşlik ederken, aynı zamanda gençlerin her hareketini de kontrol ederek yol alırlar.  

Anavatanlarından sürgün edildikten sonra geldikleri bu toprakları benimsemiş, bu topraklar için daha yeni savaştan dönmüş ya da dönememiş, her aileden bir gazi ya da şehit vermiş bu insanları kim, nereye gönderiyor? Neden gönderiyor? Hiçbir şey bilmeden gidiyorlar ve Aksakal tren istasyonuna gelince orada başka soydaşlarının da toplandığını görüyorlar. Hayvan vagonlarına doldurularak gönderiliyorlar bir bilinmeze.  

Kimisi yeni yaşamıştı sürgünü, bazıları da anne-babasından dinlemişti. Nefise, annesi Kimyan’ın anlattığı, Soçi’den bindirildikleri ve bir kısmının karaya ulaşamadığı tekneleri düşündü, ağlayan bebeğini usulca kimseye göstermeden emzirmeye başladı, sessizce dökülen yaşlar bebeğinin yüzünden aşağı süzüldü. Acaba Mürvetler’den giden ailesi neredeydi, kardeşi Kazım onu arıyor muydu acaba, bunları düşündü. 

Günlerce süren korkunç tren yolculuğundan sonra şimdi kafileler halinde yayan yolculuklar başlamıştı. Ama bitmiyordu doğuya giden yol. Ali konakladıkları yerlerde hemen hasırdan küçük bir oda yapıyor; kızları, bebeği, eşi biraz da olsa rahat etsin diye. Lohusa iken yollara düşen Nefise’nin sağlığı günden güne bozuluyor ama kimseyle paylaşamıyor bunu. 

Bir hafta, bir ay, bir yıl yetmedi bu yolları bitirmeye; çocuklar büyümeden kaldı bu yollarda, kaldıkları yere gömüldü, yaşlılar göçtü gitti çocukları da koyunlarına alarak. Şimdi kim bilir hangi topraklarda, hangi ağacın altında isimsiz yatıyorlar. Köylerinde gözyaşlarıyla bıraktıkları mezarlar varken, şimdi bir de sürgün yollarında bıraktıkları mezarlar var. Kalanlar da bir ölüden beter; açlık, hastalık, sefalet içinde Malatya’ya varıyorlar.  

Bu sürgünde en uzun süre konakladıkları yer Malatya oluyor. Sonunda ne olacağını bilmemelerine rağmen, biraz dinlenme, toparlanma iyi geliyor kafileye; Nefise hariç. Çünkü artık gücü yok Nefise’nin, adım adım ölüme gidiyor. 

Ancak bir sabah thamadeler kafileye “Köyümüze, evlerimize geri dönüyoruz” dediklerinde gidişten beter bir dönüş yolculuğu başlıyor. Dönüş umudu yetiyor muydu ki kafileyi ayakta tutmaya? 

Nefise’nin o ışıl ışıl güzel gözlerinde artık derin bir keder var. Bazen hayalleri hastalığının da önüne geçiyor; köye dönmüşler, bebeği büyümüş, onu alıp kendi ailesine, Çizemuğhable’ye gidiyorlar, kızlar anneannelerini çok özlemiş, Nefise de özlemiş, zaten ömrü özlemekle geçmiş Nefise’nin. Dudaklarında bir gülümsemeyle annesinden duyduğu ninniyi kucağındaki bebeğine mırıldanırken birdenbire içini bir korku kaplıyor. Acaba ailesi de dönüyor mu sürgünden, onlar da gidiyor mu köylerine? 

Ve yine uzun yollar, uzun geceler geçiyor, bu gecelerin birini yine sessiz çığlıklar bölüyor, ölüm ve acı hep peşlerinde. Bebeklerini beraber emzirip süt kardeşi yaptıkları, komşusu, can arkadaşı Emine, bebeği kucağında gecenin karanlığında bir sağa bir sola koşturuyor. Çadırlarda birer birer ışıklar yanıyor, hepsi bebeğin başına toplanıyor ama nafile. O bebek de “SÜRGÜNÜN ÖLÜ BEBEKLER KAFİLESİNE” katılıp gitmiş. 

Köylerine yaklaştıkça Nefise’nin sağlığı daha kötüye gidiyor. Nihayet köylerine, evlerine varıyorlar ama Nefise’nin içinde yatabileceği ne bir yatak var ne de bir ev. Bahçesine ektiği mis kokulu güller solmuş. Evlerine devlet tarafından Balkan göçmenleri oturtulmuş ve girmelerine izin vermiyorlar. Nefise’nin ailesi de dönmüş sürgünden ama Nefise’nin sevinecek gücü bile yok. Ali hemen Nefise ve bebeğini alıyor, kendi ailesine, Çizemuğhable’ye (Mürvetler Köyü) götürüyor ve kendisi de köylerine hemen geri dönüyor. Evlerini geri almak ve yerleşmek için diğerleriyle beraber büyük bir mücadeleye başlıyorlar.  

Nefise baba ocağında yine, bu evden gidişlerini hatırlıyor; çocuk Nefise’nin saraya götürülmesini ve saraydan çerağ edilerek Mürvetler’e (Çizemuğhable) geri dönmesini, evlenip Hacıosman Köy’e (Huncahable) gelin gitmesini hatırlıyor. İyileşip yine evine dönmeyi hayal ediyor. Yanına, sürgün yollarında büyüyen Hasan geliyor. İki yaşında mıydı Hasan? Yoksa üç mü? Başını okşuyor, bir şeyler mırıldanıyor ve sonra derin bir uykuya dalıyor…  

Bir daha uyanmıyor Nefise.  

Baba ocağından da gitmiyor, ölümüne kadar ona bakan kardeşi Kazım ve onun eşi Hayriye Hanım tarafından Çizemuğhable mezarlığına gömülüyor, ama onun mezarının da nerede olduğu bilinmiyor. 

Sürgün bebeği Hasan, Çizemuğhable’de (Mürvetler Köyü) 14 yaşına kadar Goşehuray halası tarafından büyütülür ve daha sonra törenle baba evine, Huncahable’ye (Hacıosman Köy) götürülüp babasına teslim edilir. 

Babamın annesinden kalan bir gümüş çatal ve hatırladığı küçük bir cümleden başka hiçbir şey yok: 

“İyileşince beraber çok güzel şeyler yapacağız.” 

Babaannem ve tüm sürgün kadınlarına… Işıklar içinde olsunlar. 

  

1Mürvetler: Günümüzdeki adı Boğazpınar, Balıkesir ili, Manyas İlçesine bağlı bir köy. 1864’de Kafkasya Soçi’den sürgün edilen Ubıhların bir mahalle olarak yerleştirildiği köy. Ubıh ailelerinden Çizemuğlar çoğunlukta olduğu için Çerkesce adı Çizemuğhable. 

2Hacıosman Köy: Balıkesir ili, Manyas İlçesine bağlı bu köy, 1864’de Kafkasya Soçi’den sürgün edilen Ubıhlar tarafından kurulmuştur. 

31922-1923 Manyas-Gönen Sürgünü olarak geçen bu sürgünde, 14 Çerkes köyü boşaltılarak Anadolu’ya sürgün edilir. 

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz