Bir Çerkes köyünde kadın olmak

0
934

Çocukluk ve ilkgençlik yıllarımız Kayseri, Uzunyayla’da, bir Çerkes köyünde geçti. Küçük yaşta babamızı kaybedince, baba otoritesi olmayan bir ortamda, hoşgörülü bir annenin kanatları altında büyüdük. Annemin “Baban da diğer kaşenlerim kadar önemsediğim biriydi, bir düğün sabahı vuig yaparak bizi evlerimize dağıtırken benimle evlenmek istediğini söyleyince kıramadım” demesi hâlâ aklımda. Nüfusun yüzde yetmişini erkeklerin oluşturduğu ailemizde iki kız kardeş, ağabeylerimizin peşinde düşe kalka büyürken, eşitliği de özgürlüğü de ilk onlar anlattı bize, şanslıydık. 

Büyük-küçük ayrımı  

Kadın erkek, küçük büyük tüm köy halkının işlerin bir ucundan tuttuğu, imece yaşamın temel alındığı bir Çerkes köyünde büyümek güzeldi. Tarla işleri erkeklerde, ev işleri kadınlarda olsa da harmanda kadın-erkek yan yana çalışırdı. Elbette kadınlar ve erkekler olarak toplumsal rollerimiz vardı ve belki bizi çok zorlamadığından pek sorgulamazdık. Gece ay ışığında erkek çocuklar kan ter içinde harimola oynarken, biz kızlara evlerin duvarlarında yankılanan seslerini dinlemek düşerdi, o bir erkek oyunu diye umursamazdık. İkinci gün kızlı erkekli camide, Kuran kursunda, bir yandan Arap alfabesini sökerken, diğer yandan yukarı mahallenin gençleriyle kaşenlik muhabbeti alttan alta sürerdi, hoca her şeyin farkında olduğunu çaktırmazdı. Yaşamın rutini gelenekler çerçevesinde devam ederken kendini belli etmeyen ayrımcılık ilkokul bitip sıra köyde olmayan ortaokula gitmeye gelince erkek çocuk ağır basar, öncelik “gitsin kendini kurtarsın” denen erkek çocukta olurdu. Erkek çocuklardan kalırsa bir nebze koşul, kız çocuğu da çok istekliyse okuma hakkını kapardı. Çerkes geleneklerinde kız-erkek ayrımından çok büyük-küçük ayrımı vardı. Bir üst kuşak, bir alt kuşaktan her zaman daha avantajlıydı.

“İşimiz zor be kız kardeşler! Yıkacak daha çok tabu var”

Gelenekler temsiliyeti hep büyüklere verdiğinden; evin büyük kızı veya oğlu olmak her ortamda aile ve sülaleyi temsil hakkını getirirdi. Bu nedenle evin küçükleri, kız olsun erkek olsun, biraz geride durmak zorunda kalırdı. Bu durum kız kardeşimin canına tak etmiş olmalı ki “Hep ablam hep ablam, ben de varım” diye isyan bayrağını çektiğini hatırlıyorum, haklıydı. Büyük kız veya erkek evlenmeden küçüklerin evlenmesi ayıp karşılandığından, yaşı ilerlemiş bekârları bol olan aileler köy nüfusunun iyi bir oranını oluştururdu. 

Köyde dini yaklaşımlardan çok gelenekler baskın olduğundan, komşu Türkmen ve Avşar köylerinden farklı olarak, kızlar düğünde, bayramda, her ortamda erkeklerle yan yana olurdu. En güzeli geleneklerdeki kaşenlikti (flört etmek), kızlar istedikleri kadar kaşen edinir, kaşenlerini yarıştırır, sabahlara kadar kaşen edebiyatı konuşturulurdu. Bu nedenle midir bilinmez, Çerkes kızları geç evlenir. Kadınların durumu evlenir evlenmez tamamen değişirdi, yeni gelin olarak geleneklerin getirdiği ağır bir yük üstlenirdi kadın. Oysa evli erkeklerin hayatı bekârken nasılsa öyle devam ederdi. Kadının toplum içinde tekrar söz sahibi olması için çoluk çocuğunu büyütüp belli bir yaşa gelmesi gerekirdi. 

Çocukluğumdaki en büyük yasaklardan biri de pantolona dairdi. “Kızlar pantolon giymez” söylemleri arasında pantolona hasret büyüdük. Liseli yıllarıma kadar bu yasak nedeniyle pantolon giyememiş bir kız çocuğu olarak İstanbul’a taşınır taşınmaz ilk yaptığım şey altın küpelerimi satıp kendime bir kot pantolon almak olmuş, bu yasağın acısını aylarca etek-elbise giymeyerek çıkarmıştım. 

Kayseri bunalımı 

Kızlı erkekli, şenlikli köyümden kalkıp okumaya gittiğim Kayseri’de bir kız çocuğu olarak ilk şoklarımı yaşamaya başlamıştım. Tüm yaşam biçimini dedikodunun yönlendirdiği şehir… Sokağa çıktığımda sağa ve sola bakmadan, peşime erkek sinek takmadan hareket etmeliydim. Neyse ki tipim icabı, gittiğim kız lisesinin çıkışında bekleşen erkekler topluluğunun ilgisini pek çekmiyordum. Karma eğitim veren Kayseri Lisesi dururken bir kız lisesinde olmak ve bu duruma itiraz edememek zaten canımı sıkmıştı.  

İstanbul’dan ziyarete gelen ağabeyimle hava karardıktan sonra birlikte bir yere gidemeyeceğimi, gece bir erkekle (ağabeyim olduğu alnında yazılı olmadığından) göründüğümde dedikodu çıkacağını, hava karardıktan sonra tek başına bir kadının taksiye binemeyeceğini… Hep bu şehirde öğrendim. ‘Bir şehir bir köyden nasıl bu kadar geri olabilir’ diye çok düşündüm. Henüz kalacağım evin adresini bilmediğimden dayı çocuklarımla mektuplaşabilmek için okulun adresini vermiştim. Bir gün müdür yardımcısı odasına çağırınca kalbim küt küt atarak karşısına dikildim ‘ne hata yaptım kim bilir’ diye. Müdür yardımcısı “Bir erkekten size mektup gelmiş” dedi. “Kim” diye sorunca dayımın küçük oğlu olduğunu öğrendim. Bu sefer korka korka “Öğretmenim, ben Çerkesim, bizde dayı çocukları kardeş gibidir” deyince bozulma sırası müdür yardımcısına geçmişti. “Bizde de öyledir. Bir daha okula mektup göndermesin arkadaşların” diyerek göndermişti sınıfıma. Ne bir sinema ne bir tiyatro yüzü göremeden geçirdiğim iki yıldan sonra bir daha dönmemek üzere ayrıldım Kayseri’den. 

İstanbul, özgürlükler şehri… 

Sonra İstanbul, özgürlükler şehri. Aksaray semtinde yurtvari, herkese açık bir ev. Evdeki yedi kardeşin her birinin arkadaşlarının toplandığı, sabahlara kadar gündemin değerlendirildiği, memleketinden uzak, İstanbul’da okuyan her Çerkes çocuğuna açık olan evimiz. Yine kızlı erkekli, yine eşitlikçi. Ben üniversitede, kız kardeşim lisede. Bizim kız nerede korsan eylem, orada. O zamanlar 8 Mart için izin alınamaz, korsan eylemler konurdu. Her 8 Mart kız kardeş, kadınların korsan eyleminde olurdu ama ya teyze oğlunu ya dayı oğlunu yanına alır, “Kadınların özgürleşmesine katkınız olsun” diye götürürdü. 

Yurtvari evimizde annem, ben ve kız kardeşim kadın nüfusunu oluştururken beş erkek kardeşle birlikte memleketten gelmiş, İstanbul civarında okuyan hısım akraba gençler sık sık konaklamalı misafir olurlardı. Evin iki kızı, ev hizmetinden yılmıştık. Bir gün kafa kafaya verip “Bu böyle gitmez, evde kim kalıyorsa bulaşıkları sırayla yıkayacak” diye bir karar alıp duyurduk. Gecelerden birinde dayımızın oğlu ve erkek kardeşime bulaşık yıkama sırası geldi. Kız kardeşimle ağzımız kulaklarımızda, mutfakta bulaşık işleri nasıl gidiyor diye bakmaya gidince bir de ne görelim; annemiz sıvamış kollarını, bulaşığı yıkıyor. “Hayırdır anne, görevliler nerede?” diye sorunca “Bir erkeğe bulaşık yıkatacak kadar kaba değilim’’ demesin mi!  

Gelenekler, görenekler, yaşam alışkanlıkları, anlayış farkları, korkular… İşimiz zor be kız kardeşler! Yıkacak daha çok tabu var. DAYANIŞMAYLA… 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz