Çarlığın dönüşü

0
1033

1966 yılında ABD’de yapılan ve sonraları kült statüsünde sayılmaya başlamış bir film vardır. Filmde bir Sovyet denizaltısı New York açıklarında gözetleme yaparken gelgit yüzünden karaya oturur. Bulunduğu bölgeden motor gücüne sahip botlarla çekilmesi gerekmektedir. Sovyet kaptan İngilizce bilen (Abartılmış Rus aksanı ve yarım yamalak İngilizceyle) 2 personelini ve diğer 7 personelini gizlice adaya gönderir. Personel adadan motorlu botlar temin edecek ve denizaltıyı kurtaracaktır. Yalnız sakarlıkları ve aksanlarıyla adeta “Merhaba, biz Rusuz” diye bağıran halleri onları kısa sürede ele verecektir. Göstere göstere gerçekleşen bu olaya tanık olan ve o zamana kadar her şeyden habersiz bir çocuk, askerleri pencereden görür görmez bağırır: “Anne! Ruslar geliyor!” Norman Jewison’ın yönettiği ve Soğuk Savaş’taki ABD halkının Sovyet duyarlılığını tiye alan bu filmin adı işte bu replikte saklıdır: “Ruslar geliyor!” 

Rusya, filmde olduğu gibi bugün de göstere göstere, bağıra bağıra gelmektedir. Yalnız filmin aksine hiç sakar değiller ve plan-programdan yoksun bir halleri yok. Aksine, ne yapmak istediğini bilen, herkesin gücünü tartan ve yapabileceklerinin farkında olarak hareket ediyorlar. 

Rus yayılmacılığının tarihini 17. yy sonlarında I. Petro’ya kadar götürmek mümkündür. Petro doğuda Orta Asya’ya, kuzeybatıda Baltık Denizi’ne, güneyde ise Karadeniz’e yayılma yolunda planlar yapmış ve bunu uygulamaya koyulmuştur. Ondan bir yüzyıl sonra Rus kadınlar saltanatının en parlak figürü II. Yekaterina bu siyaseti genişletmiş ve Karadeniz’in kuzey kıyıları ile, doğu ve batı yakasını oluşturan Kafkas ve Balkan bölgelerinde etkin olmaya başlamıştır. 19. yy’ın ortalarına gelirken, artık Rusya Karadeniz’deki en büyük güç, Balkanlar’daki en büyük tehdit ve Kafkasya’daki en iştahlı işgalcidir. 20. yy başına gelindiğinde Balkanlar’ın büyük bölümündeki en büyük vesayet sahibi olmuş, tüm Kafkasya ve Kuzeydoğu Anadolu eline geçmiş, Baltık’a hâkim olmuş, Pasifik’e ulaşarak Japonya’yı tehdit eder hale gelmiş, Hindistan üzerinde planlar yaparak Britanya İmparatorluğu’nu Reval’de masaya oturtmuştur. 

Sovyetler döneminde ise bu yayılma II. Dünya Savaşı sonrası ile birlikte batıya doğru uzanmış, Avrupa’yı çevreleyen bir politika ve karşısında ABD’nin yayılmacılığı ile dünya yıllar boyunca soğuk terler dökmüştür. Kore, Vietnam ve Afganistan’daki savaşlar, bu soğuk savaşı beslemiştir. Nükleer tehdit, bıçak sırtında yıllara sebep olmuştur.  

Glasnost sonrası dönemde ise Sovyetler çöküş sancılarını yaşamaya başlıyor. Darbe girişimleri, Yeltsin’in iktidara gelmesi, sosyoekonomik çöküntü, krizler ve çözülme… Birer birer bağımsızlıklarını ilan eden eski Sovyet cumhuriyetlerine tam da bu sırada bir yenisi daha ekleniyor: Çeçenya. 

Çeçenya’nın daha önce özerk cumhuriyet statüsü kaldırıldığı ve diğer kurucu unsurlardan olmadığı gerekçesiyle bağımsızlığının tanınmaması sonrasında Rusya, o kaotik haline rağmen buraya müdahale ediyor. Önce seçimleri ve Dudayev’in yönetimini tanımayan Rusya yanlısı muhaliflerden bir grup organize ediliyor. Ancak darbe ve saldırı, Çeçen güçlerince püskürtülüyor. 1994 yılının sonlarına doğru Yeltsin, çizilen karizmasını kurtarmak ve Rusya’nın asla vazgeçemeyeceği petrol kaynaklarına yeniden hâkim olmak amacıyla doğrudan Rus ordusuna saldırı emri veriyor. 2 saat içinde zafer kazanma ümidiyle Çeçenya’ya giren Rus ordusu, 2 yılın sonunda mağlup edilerek ülkeden ayrılmak zorunda kalıyor. 

Putin ise bambaşka bir adam. KGB kökenli, hırslı bir politikacı. Giderek gücünü merkezileştirip otoriterleşme eğiliminde. Bu süreçte pek çok oligarkla işbirliğine gidiyor. Aynı zamanda, Yeltsin’in yarım bıraktığı işi tamamlamak için kolları sıvıyor. Çeçenya’nın işgali. 

Dünyada ise tuhaf bir iyimserlik hâkim. Sovyetler’in dağılmasından sonra “küreselleşme” ve “tek kutuplu dünya” musikisi zafer ve barışın sarhoşluğuyla sonsuz bir teganniye başlamış. BM’de bir sultaniyegâh havası var: “Saçının telleri göğsünde perişan yaraşır. / Öyle sünbüllere bir böyle gülistan yaraşır.” ABD ve NATO ise rast makamında çoktan: “Bu kadar yürekten çağırma beni. / Bir gece ansızın gelebilirim. / Beni bekliyorsan, uyumamışsan / Sevinçten kapında ölebilirim.” Kapıldıkları yalancı iyimserlik, onları ardı ardına cüretkâr adımlara itiyor. Rusya ise Putin’le birlikte uzun bir kürdilihicazkârdan yeni çıkmış, hicazkâr bir havada mahurunu bekliyor: “Mâni oluyor halimi takrire hicâbım / Üzme yetişir üzme firâkınla harâbım / Mahvoldu sükûnum beni terk eyledi hâbım / Üzme yetişir üzme firâkınla harâbım.” 

Oysa Batı dünyası, Çeçenya’da Moskova’ya dur diyebilseydi, belki de bu çarlık sevdası hiç başlamadan bitecekti. Ancak onlar rast geçişleriyle buselikler peşinde turuncu devrimler kovalayıp, eski Demirperde ülkelerini NATO’ya, AB’ye üye yaparak, ellerini kollarını sallayarak her yere dertsiz tasasız yerleşebileceklerini ümit ettiler. Olmadı. Putin gücünü konsolide etmeye başlar başlamaz “Ruslar Geliyor!” dedirtmeye başladı. Çeçenya’yı Gürcistan izledi. Onu Kırım, onu Doğu Ukrayna, şimdi de Ukrayna’nın tamamına gözünü dikmiş durumda. Duracağını mı düşünüyoruz? Hitler, Çekoslovakya’dan sonra durmuş muydu? 

Bazı şeyler için doğrusu çok geç. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz