Efsaneye göre, zamanımızdan 3.500 yıl önce şimdiki Mora Yarımadası’ndaki Tegeya (Tegeia) adlı şehirde Aleos adlı bir kral bulunmaktadır. Bu kralın Athena Tapınağı’nda rahibelik yapan güzel kızı Auge, ülkelerine konuk olarak gelen yiğitler yiğidi Herakles’e âşık olur. Gelin görün ki onların evlenmelerinin mümkünü yoktur. Çünkü rahibe olurken hep bakire kalacağına dair yemin etmiştir, bu yemini bozanlar ölümle cezalandırılır. Bu nedenle sevgilisiyle gizlice buluşur ve hamile kalır. Vakti zamanı gelince de bebeğini gizlice doğurur ve ormandaki bir ağacın kovuğuna bırakır.
Bir insan bir suç işler de, o suç hiç gizli kalır mı? Auge’nin işlediği suç da gizli kalmaz. Haber kulaktan kulağa yayılır ve sonunda Kral Aleos duyar; köpürür küplere biner. Kızını yakalatıp bir sandığın içine koydurur, sandığın kapağını çiviletir ve denize attırır.
Ama sandık batmaz, günler geceler boyunca denizde yüzen sandığı dalgalar Anadolu’ya, Misya (Mysia) ülkesinin kıyılarına, şimdi Bakırçay denen, eski Kaykos Nehri’nin aktığı Çandarlı Körfezi’ne sürükler. Kıyıya vuran sandığı, oralarda oyun oynayan küçük çocuklar görürler. Koşup sandığı açarlar, içinde güzeller güzeli bir kızın baygın olarak yattığını görünce de çok şaşırır, büyüklerine haber verirler.
Misya Kralı Totras (Teuthras), bu güzel kızı sarayına getirtir. Onun ilginç öyküsünü dinlerken gençliğini ve yaptığı hataları hatırlar, yüreğine acılar dolar, gözleri yaşarır, Auge’nin sevgiyle yüzüne bakar, yanına oturtur, “Hata yapmayan insan olmaz” der. “Senin yaptığın hata bile sayılmaz. Sen sevginin kurbanısın. Seni günahlarından arındırmak için ayinler yapacağım, tanrılara kurbanlar keseceğim. Tanrılar da affedecektir seni.”
Totras’ın sözleri, korku, acı ve sevinci saniyeler içinde doldurup boşaltan Auge’nin yüreğine umut olursa da inanamaz duyduklarına. “Gönlü yüce kralım, size çok teşekkür ediyorum” der. “Size inanmayı, tanrıların affına kavuşmayı elbette çok isterim. Ama ben suçların en büyüğünü işledim. Tanrıların beni affedeceğini hiç sanmıyorum.”
“Umudunu hiç kesmemelisin” der Totras kendinden emin bir sesle. “Yaptığı hataların farkına varanları, samimi olarak pişman olanları her zaman affeder yüce tanrılar. Bunu kendi yaşamımdan biliyorum. Ben de büyük bir günahkârdım gençliğimde. Çok zalim bir prenstim. Merhamet nedir bilmez, kötülük yapmaktan zevk alır, tanrılara bile meydan okurdum. Bir gün Misya dağlarında av yaparken, karşıma çıkan bir yabandomuzu insan gibi konuşarak benden merhamet diledi. ‘Bana merhamet et ey prens’ dedi. ‘Benim canımı bağışla. Yavrularım daha küçük, ben olmazsam onlar da ölür.’
“Cevap olarak bir ok gönderdim. Yaralanan hayvan, koşup Artemis Tapınağı’na sığındı. Onu takip ederek tapınağın kapısına dayandım. Beni karşılayan rahibeler, ‘Bu hayvan tapınağa sığındı’ dediler. ‘Artık onun canı bize emanettir, ona dokunamazsın.’ Ama ben onları dinlemedim. Yabandomuzunu tapınakta öldürdüm. O zaman çılgına döndü tanrıça Artemis, ceza olarak aklımı başımdan aldı. Bununla da yetinmeyerek, cüzam hastalığına yakalattı.
“O günleri pek bilmem, aklım bir gider bir gelirmiş. Saraydan kaçıp dağlarda yaşar olmuşum. Benimle konuşan tek bir insan bile kalmamış. Bana bir tek annem Lisippe sahip çıkmış. Kâhinlere başvurmuş annem, tanrılara kurbanlar sunmuş, dualar etmiş, sonunda Artemis’in öfkesini dindirmeyi başarmış ve sağlığıma kavuşmuşum.
“Tanrılar günahlarımı bağışlayınca bambaşka bir insan oldum. O günden sonra canlıları koruyor, yoksullara yardım ediyor, konuklara hürmette kusur etmiyor, tanrılara kurbanlar sunuyor, adaklarda bulunuyorum. Hakkı ve adaleti sağlamaya çalışıyorum.
“Senin işlediğin suç, benim suçlarımın yanında hafif kalır. Pişman olduğunu gösterirsen tanrılar seni de affedeceklerdir. Esasen denizler tanrısı Poseidon seni koruyup kollamış. Eğer o seni kollamasaydı, çoktan kaybolup gitmiştin denizin derinliklerinde. Ben seni, Poseidon’un bana gönderdiği bir armağan olarak görüyorum. Benim görevim sana sahip çıkmaktır. Bundan böyle, sen benim kızımsın. Sarayımda prensesler gibi yaşayacaksın. Onların sahip olduğu her hakka sahip olacaksın.”
“Ama bebeğim… Ancak bir kez süt verebildiğim o suçsuz yavrum.”
“Hiç korkma!.. Yüreğini ferah tut. Onu da koruyacaktır yüce tanrılar…”
O günden sonra Auge, Misya Kralı Totras’ın kızı olarak kabul edilmiş. Totras’ın başka çocuğu da olmadığından krallığın da mirasçısı olmuş.
Auge, Totras’ın sarayında yaşayadursun, biz gelelim onun ormanda bıraktığı bebeğe…
O küçük bebeğe bir dişi geyik annelik yapmaya başlar. Anne geyiğin tanrısal sütlerini içen küçük bebek, semirdikçe semirir, güçlendikçe güçlenir. Onun çevresinde geyik yavruları koşuşur, tavşanlar cirit atar, sincaplar zıplar, kuşlar cıvıldaşır, kelebekler uçuşur; küçük çocuk da bunları dinleyip tatlı tatlı gülerek yaşarken, ormana gelen iki çoban olanları şaşkınlıkla seyretmeye başlarlar. Dişi geyiğin çocuğa annelik yaptığını görünce “Bu işte tanrıların parmağı var. Bu çocuğu tanrılar koruyor” diye düşünürler. Günlerce oradan ayrılamazlar.
Çobanları gören anne geyik, çocuğu bırakıp gider. Anne geyiğin geri dönmediğini gören çobanlar, çocuğun yanına koşarlar, onu alıp kralları Koritos’a (Korytos) götürürler. Çobanları dinleyen Koritos’un yüzü güler, gönlünde çiçekler açar, çobanları bahşişe boğar. “Belli ki bu çocuk tanrısal bir armağandır” der. “Zaten geyikler kutlu varlıklardır. Atalarımızın yol göstericileridir. Bu çocuğun annesi dişi geyik, babası benim. Onun için bu çocuğa, ‘büyük geyik çocuğu’ anlamında ‘Telefos/Telephos’ adını takıyorum. Bundan sonra böyle anılacak, sarayımda bir prens olarak yaşayacak” diyerek bağrına basar.
Kral Koritos’un sarayında büyüyen Telefos, bir gün av yaparken, karşısına çıkan iki adamı kazayla öldürür. Öldürdüğü adamların dayıları olduğunu anlayınca da yıkılır. Bu olaydan sonra, gerçek babasının Herakles, annesinin Auge olduğunu anlar; annesinin yaşayıp yaşamadığını merak ederek aramaya başlar. Danıştığı bir kâhin, Misya ülkesine gitmesini öğütler.
Hemen yola çıkan Telefos, çok geçmeden Misya ülkesine ulaşır ve annesinin karaya çıktığı yerde, şimdiki Çandarlı Körfezi’nde karaya ayak basar ve bir savaşla karşılaşır. Savaşanlardan birinin Misya Kralı Totras olduğunu anlar ve onun yardımına koşar. Hiç tanımadığı genç savaşçı Telefos’un yardımıyla düşmanlarını yenen Kral Totras, savaştan sonra genç savaşçıya teşekkür eder. Onun denizin karşı tarafından olduğunu ve Anadolu’ya yeni geldiğini öğrenince “Sen uğurlu bir adamsın” der, “Tam zamanında geldin, bana yardım ederek düşmanlarımı yenmemi sağladın. Ben de sana teşekkür ediyor, minnettarlığımı göstermek ve borcumu ödemek için seni güzel kızım ile evlendirmek istiyorum. Eğer kabul edersen, düğün hazırlıklarına hemen başlarız”.
Telefos, bu öneriyi kabul ettiğinden düğün hazırlıkları hemen başlar ve birkaç gün sonra Auge ile Telefos, başka deyişle, birbirlerini tanımayan anne ile oğlu, gerdek odasına girerler. Ama onların karı-koca olmalarına, her şeyi bilen tanrılar izin vermezler. Tam gerdeğe girecekleri sırada, tanrılar tarafından gönderilen kocaman bir yılan aralarına girer ve birleşmelerine engel olur. Yılanı gören Auge ile Telefos, birbirlerinin yüzüne şaşkınlıkla bakarlar. Her ikisinin de aklına, tanrıların bu ilişkiyi istemedikleri gelir.
İlk konuşan Telefos olur. “Belli ki tanrılar istemez bizim karı-koca olmamızı. Söyle, ey kadın, kimsin sen? Haşmetli ve adil tanrılar, neden karşı çıkarlar evlenmemize?”
O zaman Auge, acıyla hıçkırarak, “Senin hiçbir suçun yok” diye söylenir. “Bütün suç bende. Ben bir günahkârım. Evlenmesi yasak olan bir rahibeyim. Athena Tapınağı’nda rahibelik yaparken Herakles’e âşık olarak onunla birlikte oldum. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğuma da annelik yapamadım, zavallı küçük yavrumu ancak bir kez emzirdikten sonra, gözyaşları içinde ormana bıraktım.”
Bu sözleri duyan Telefos, koşup sarılır annesine. “Ben senin oğlunum” der sevinç dolu bir sesle. “Beni ormanda tanrısal geyik anne besledi ve tanrıların izniyle sana kavuştum. Bizi koruyan tanrılar, anne-oğul olduğumuz için, tanrısal yılanı göndererek engel oldular evlenmemize.”
Birbirlerine kavuşan anne ile oğlu, sarılıp ağlaşırlar, hasret giderirler. Bir daha da ayrılmazlar birbirlerinden.
Onların anne-oğul olduğunu öğrenen Totras da çok sevinir, Telefos’u oğlu gibi bağrına basar. Onu, Priyamos’un kızı Laodike ile evlendirir. Totras ölünce de, Telefos Misya kralı olur.
Troya’ya savaş açan Akalar (Akhalar), Troya’ya yardım etmesini önlemek için ilk önce Misya ülkesine saldırırlar. Ama Telefos, onları karşılar ve yiğitçe savaşır. Güzellikte Helena’yı da geçtiği söylenen ve Telefos’un karısı olan Hiyera (Hiera) (Laodike ve Astyokhe olarak da bilinir) da bu savaşta, Misyalı kadınların başına geçer ve aslanlar gibi savaşır. Sonunda Akalar yenilip çekilmeye başlarlar. Bu çekiliş sırasında Telefos, Akhilleus’un fırlattığı bir mızrakla kalçasından yaralanır.
Misya’da Telefos’a yenilen Akalar bir türlü kendilerini toparlayamaz, sekiz yıl kadar Anadolu kıyılarına uğrayamazlar. Sekiz yıl sonra tekrar harekete geçerler ama tanrıça Afrodit zihinlerini bulandırdığından Troya’ya giden yolu bir türlü bulamazlar, yolu bilen birini aramaya başlarlar.
Bu süre boyunca Telefos’un kalçasındaki yara da bir türlü iyileşmemiş, hatta daha kötüye gitmeye başlamıştır. Apollon kâhini yaranın ancak yaralayan kişi tarafından iyileştirilebileceğini söyler. Çaresiz kalan Telefos da, bir dilenci kılığına girerek Akhilleus’un yanına gider, kendisini tanıtarak yarasını iyileştirmesini ister. Akhilleus fırsatı kaçırmaz, Troya’ya kadar kendilerine rehberlik yapacak olursa ve Troya savaşına katılmazsa yarasını iyileştireceğini söyler. Telefos, Troya savaşına katılmamayı kabul ederse de onlara rehberlik yapmayı reddeder. Sonuçta Troya savaşına katılmaması ve yolu tarif etmesi şartıyla anlaşırlar. Bunun üzerine Ahilleus, mızrağındaki pası kazıyarak yaraya basar ve Telefos’u sağlığına kavuşturur.
Telefos, sözünü tutarak Akalara Troya’ya giden yolu tarif eder. Kendisi de Troya savaşına doğrudan katılmaz, ama oğlu Evripilos (Eurypilos) komutasında bir orduyu Troya’ya göndererek Troyalılara yardım eder.
Efsaneye göre Anadolulular, Telefos ve Laodike’nin diğer iki oğlu Tarkon (Tarkhon) ve Tirsenos (Tyrsenos) liderliğinde İtalya’ya göçmüşlerdir, ki bunlar Etrüsklerdir.
Açıklamalar
1.- Biliminsanlarına göre, bu efsane Anadolu’ya denizci bir halk tarafından yapılan gerçek bir saldırıyla ilgilidir. Andrev Dalby’e göre, Odysseya’da “Keteioi” olarak anılan ve Telefos’un oğlu Evrypylos’un komutanlığında Troya müttefiki olarak Troya savaşına katılan halksa Hitit bağımlısıdır. Bu ülkeye Hitit belgelerinde “Seha Nehri Ülkesi” denilmektedir. Bu ülke İlyada’da “Meiones/ Maionia’lılar” adıyla anılmaktadır. (Dalby, s. 111)
Ünal’a göre de, “Ketei’lerin pekâlâ Troya savaşlarına katılmış bir Hitit kabilesi oldukları akla gelebilir.” (Ünal, Kitap 1, s.35)
Halikarnas Balıkçısı, Merhaba Anadolu’da aynı konuya değinir:
“Homer ‘İlyada’sında , ‘keteians’ diyerek, Hititlerden söz eder. Bu, Hititlerin eski adları olan Hatti’den bozmadır. Ancak buradaki ‘h’, ‘k’ gibi telaffuz edilir. Homer, Keteianları, Apollon Smentheus’a tapan Pelajlar olarak kabul eder. Amazonlar ya da Hititler, Troya çevresinde yerleşip, Troya savaşında Troyalıların tarafını tuttular. Amazon kraliçesi Pentesiyela Akhilleus tarafından öldürüldü. Bir Amazon olarak Pentesileya, bir Hititli idi. Keteyos ırmağı, adını Keteianlardan yani Hattilerden alır.” (Halikarnas Balıkçısı, s.56)
İlyada’da “Maionia”lılar olarak anılan halk daha sonraki Lidyalılardır. Homeros, “Lidya” adını bilmez. Halka “Maion”, ülkeye “Maionia” der. (İlyada, ıı 864-866, x 431). Herodotos, Klio-1-7’de, Maionia kralı Atys oğlu Lydos’un “eskiden Maionia’lılar denen halka kendi adını vermiş olduğunu”, bundan sonra halka “Lidyalılar” denmeye başladığını belirtmektedir.
Hititler döneminde Arzava ve Seha Nehri bölgesindeki ülkelerde (M)asturi, Piyamaradu, Tarhunndaradu, Manapa-Kurunda, Kupanda-Kurunda, Atpa, Manapa-Tarhunt ve Manapa-Datta adlı kişilerin krallık yaptıkları anlaşılmaktadır. (Ünal, 2003 s.19; Umar, 1999, s.134; Dalby, s.111)
Milawanda kralı olan Piyamaradu, büyük Hitit kralı Muvattali zamanında (1290-1272) Ahhiyawa (Akha) krallığının desteğini alarak Troya’yı yağmalamış, Lazpa (Lesbos) Adası’nı fethetmiştir (Brandau ve diğerleri, s.92).
2.- Bölgedeki kral adları ve Abaza/Abhaz dili: Hitit metinlerinde görülen “Manapa” önadlı kralların adları Abhaz/Abaza dilinde güvenle açıklanabilir.
Abhaz ve Abazalarda Mağan/Maan adlı bir klan bulunmaktadır (Büyüka, s.11-228-232). Bu klanın adıyla, Anadolu’da görülen “Maion/Meon/Mean/Meen/Men” adları tam bir uyum içindedir. Adige ve Abhaz/Abaza (Aşuva) dillerinde şahıslar önce klan adı, daha sonra şahıs adı söylenerek anılır. Bu dilde Mana-pa, “Mana-oğlu” anlamına gelir. Data/Dada/Tata/Tıta/Dadaş/Tataş Abaza dilinde halen kullanılan şahıs adlarıdır. “Dada/Tete” Adige dilinde “dede” anlamında kullanılır.
Mana-pa- datta; halen konuşulan Abhaz/Abaza dilinde “Mana oğlu Datta” anlamına gelir. Mana-yi-pa-datta; “Mana’nın oğlu Datta” anlamındadır. “Dada”, aynı zamanda bölgede yaşayan halkın baştanrısının adlarından biridir (Umar, TTA, s.192).
Aktardığımız efsanede görülen ve efsanevi Etrüsk göçüne önderlik ettiği belirtilen Telephos oğlu “Tarkon” ile Mana-pa Tarhunt arasında tam bir uyum bulunmaktadır. Etrüsk özel ismi “Mean”, Etrüsk tanrıçası “Mania/Manya” ve Manya’nın eşi tanrı “Mantus” aynı dille açıklanabilmekte ve bir ilişkiyi gündeme getirmektedir (Yves Bonnefoy, s.165).
Aynı şekilde “Piyamaradu” adlı kralın adı da Abaza dilinde açıklanabilmektedir.
Abhazların arasında yaşayan “Bıya” adlı bir klan bulunmaktadır. Klan adına, “büyük güneş” anlamına gelen (“Mara” sözcüğü güneş, “du” sözcüğü büyük; “maradu” büyük güneş) “Mara-du” sözcüğü kralın lakabı olarak eklenmiştir: Bıya-Maradu.
3.- Misya (Mysia) Ülkesi: Misya bölgesinin Hitit metinlerindeki adı Masa’dır. Bu iki ad eşitlenmektedir. Hititler Masa halkıyla çeşitli dönemlerde savaşmışlardır (Ünal, Kitap 1, s. 114, 137, 186).
Masa, Mışa, Maza, Mas adlarını taşıyan Adige-Abaza klanları halen yaşamaktadır. Aşuva kabilesine bağlı arkaik Meşeko kabilesi Kafkasya’da Maykop Kurganı civarında Turçaninov tarafından tespit edilmiştir (Turçaninov, s.39).
4.- Aleos: “Tage” kralının adı olan bu sözcük, Yunanca değil, Yunan öncesi dildendir. “Ale-os” sözcüğünün sonundaki “-os” eki ise Yunancadır. Kök sözcük “A/le”, Abhaz kral soyunun da tarihsel adıdır.
Maykop Kurganı’ndaki resim yazıları okuyan Rus bilim insanı Turçaninov, kurganda yatan kralın soyunu “Lau” ve eski biçimini “La” olarak saptamıştır (Turçaninov, s.39). Son Abhaz kralı Açba/Çaçbalar da aynı soydandır. Türkiye’de yaşayan Aşuvaların kurdukları Çorum, Adana ve Kayseri’deki köylerden üçü Abazalar tarafından “Loo kıt, Lo/Loğ/Lov köyü” olarak anılmaktadır.
5.- Telefos (Telephos) sözcüğü de Yunanca değil, Yunan öncesi dildendir.
Konuyu çok uzatacağı için bu sözcüğün Adige ve Abhaz dillerindeki olası açıklamalarını yapmak istemiyoruz. Bazı açıklamaları hiçbir yorum yapmadan aktarmakla yetineceğiz.
Ünal bu sözcükle ilgili şu saptamayı yapar: “Eurypilos’un Hititçe karşılığının bulunamamasına karşın, onun babası olan Telephos’ta Hatti-Hitit doğa tanrısı Telipinu’nun adını görmek olasıdır.” (Ünal, Kitap 1, s.35). Telipuni, Hatti kökenli Hitit bitki tanrısıdır. Fırtına tanrısıyla Arinna güneş tanrıçasının oğludur.
Turçaninov, Tela/Tella sözcüğünü Abhazların “ülke” anlamında kullandıklarını ama Abazaların bu sözcüğü kullanmadıklarını belirtir (Turçaninov, s.34-127- 136- 231). Bu sözcüğün analizini Ömer Büyüka da yapar (Büyüka,1971-41-75).
“Telephos/Tel(a)-aphas” bileşik sözcüğündeki “aphas” sözcüğü açık bir biçimde “Abhaz-Abaza” etnik adına denk düşmektedir. Aynı şekilde, Hitit belgelerinde karşılaşılan “Apasa” kenti, bilim insanları tarafından ittifakla “Ephesos” kentiyle özdeşleştirilmektedir. (Melchert, s. 49-236.) “Ephes-os” adını Abhaz halkının adıyla, “Apasa” kent adını “Abaza” halkının adıyla eşleştirmek mümkündür. Bu iki ad birbirlerinin yerine kullanılabilen etnik adlardır.
Abhaz-Abaza-Aşuva halkının klanlarından birinin adı “Apha” adını taşımaktadır. Abaza-Aşkharıva lehçesinde Apha/Aphe sözcüğü “önder, öncü”; Abhaz (Apsuva) dilinde “Pıkhe/pxea” biçiminde, “ön, önde, ileride” anlamında kullanılmaktadır (Büyüka, s.236; Midas, s. 43-80).
“Dale” sözcüğü, Hurri diliyle akraba olan Çeçen dilinde tanrı anlamına gelir (Kutlu, s.38). Gürcülerde av hayvanlarını koruyan “Dali” adlı bir tanrıça bulunmaktadır (Yves Bonnefoy, s. 368).
6.- Sözcüklerin tesadüfen benzeme olanağı her zaman vardır. Ancak cümle ve sözcük dizileri (tamlamalar) ve bileşik sözcüklerin tesadüfen benzeşme olanağı çok az, hatta hiç yoktur. İncelememize konu olan sözcüklerse bileşik sözcükler, hatta isim tamlamalarıdır. Ayrıca anlam yönünden de tam bir uyum bulunmaktadır.
Kaynakça
-Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, Kitap-2, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İst., 2003
-Andrev Dalby, Homeros’u Yeniden Keşfetmek, Çev: Hakan Keser, Alfa, İst., 2018
-Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst., 2015
-Bilge Umar, İlkçağda Türkiye Halkı, İnkılâp Kitabevi, İst., 1999
-Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılâp Kitabevi, İst., 1993
-Bırgıt Brandau-Harmut Schickert – Peter Jablonka, Resimlerle Troya, Çev: Akın Kanat, Arkadaş, Ank., 2015
-Georgi F. Turçaninov, Çev: Kayhan Yükseler, Kafkasya’da Bulunan Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının Çözümlenmesi, Kafdav, Ank., 2009
-Halikarnas Balıkçısı, Merhaba Anadolu, Bilgi Yayınevi, Ank., 2016
-Homeros, İlyada, Çev: Azra Erhat – A. Kadir, Can Yayınları, İst.,1984
-Herodotos, Herodot Tarihi, Çev: Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İst., 1983
-Ömer Büyüka, Abhaz Mitolojisi Anaç mı?, Abhozoloji Yayınları, İst., 1971
-Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü, Çev: Sevgi Tamgüç, Kabalcı, İst., 2012
-Robert Graves, Yunan Mitleri, Çev: Uğur Akpur, Say Yayınları, İst., 2010
-T. Cemal Kutlu, Çeçen Direniş Tarihi, Anka, İst., 2005