Çerkes Gelini Denef – Denefgül

0
516

Denef, ızgarayı ocağa yerleştirdi, kor olmuş odun kömürünün mavi alevi, sağa sola yalpalıyordu. İri lüferleri özenle dizdi. O balık yemezdi, görmek de istemezdi. Emin Efendi, eşi Şazer Hanım’ın balığa düşkünlüğünü bildiğinden, kahvehaneyi kapattığında, Laz Dursun’un tezgâhında balık kalmışsa Şazer Hanım için lüfer, Denef için de tavukçudan iki tavuk budu alırdı. 

Denef’in gözleri, cansız mavi alevlere daldı ve aklı çok uzaklara gitti. Su dökerek söndürdüğü Afıps’ta ocağındaki son alevi, duvardaki kırmızı düğün entarisi, kocası Jantemir’in başı dik, göğsü ileride, bir eli yumruk olmuş havada, üzerinde Çerkeskası, mızıkanın sesiyle dönerkenki hali canlandı mavi alevler arasında. Jantemir, Karadeniz mavisi gözleriyle öylece bakıyordu.  

Suskun’un dürtmesi, Şazer Hanım’ın seslenmesiyle kendine geldi. Kızarmış balık kokusu genzine doldu. O uğursuz günü hatırladı. Kızarmış lüferleri misafir Latife Hanım’ın, Şazer Hanım’ın, Emin Efendi’nin ve Suskun’un tabaklarına servis yaptı, tiksindiğini belli etmeden. Kendi de sofranın aşağı başına oturdu. Tabağındaki tavuk parçalarını boğazında düğümlense de yutmaya çalıştı.  

Denef yirmisini sürerken, al atın üzerinde al entarisiyle, Beslen’in büyük oğlu Jantemir’e gelin gelmişti, mızıka sesleriyle Kuban kıyısındaki Afıps’a. Her Çerkes gelini gibi temennalar yapmış, büyüklere sesini duyurmamış, onların yanında kocasının gözlerine sevgiyle bakamamıştı. Odalarının dışında sadece birkaç kez parmakları birleşmişti. Sevginin sıcağını hissetmişti parmak uçlarında. Jantemir’in mavi gözlerinde sevgiyi görmüştü ama, sevgi sözcüğü işitmemişti. Haynap (ayıp) idi sevgiyi dillendirmek törelerinde öyle uluorta. Jantemir’in onu sevdiğini herkesin de bilmesini ne kadar isterdi. Bazen otururdu Kuban kıyısında, köpük köpük tuzlu Karadeniz’e kavuşma telaşıyla akan nehre anlatırdı derdini. İki çocukları olmuştu, kızları Sinef ve oğulları Guşan. 

Kuşluk vaktiydi, erkekler tarladan zamansız gelmişti. Ocakta yemek pişmek üzereydi. Baba Beslen, “Toplanın, Çar’ın askerleri bizi öz yurdumuzda yaşatmayacak. Beylerin de ümidi kalmadı. Birer torba alın, içine yalnız yiyecek koyun” dedi. Köyün ekinleri ateşe veriliyordu, erkekler nöbet tutuyordu tarlalarda, Jantemir böyle bir nöbette üşütmüş, fena öksürüyordu.  

On beş haneli köyü, çaresiz terk edeceklerdi. Ev halkı göçe hazırlanıyordu. Denef torbaya ekmek, Çerkes peyniri, bir de kayınpederine göstermeden kocasının Çerkeskasını koymuştu. O, Jantemir’in bir parçasıydı, onsuz Çerkes olduğunu anlatamazdı. Çerkes atları son kez koşuldu, Tuapse’den gemilere binildi.  

Karadeniz’in dalgaları hırçındı, gemi kalabalıktı, erkekler ambarda yolculuk ediyordu. Açlık ve hastalık perişan ediyordu. Yiyecek sadece çocuklara verecek kadardı. Denef bebesini memesine sıkı sıkı bastırdı. Sarı saçlarını örten eşarbının ucuyla hem memesini, hem bebesini saklıyor, uyutuyor gibi ninni fısıldıyordu. Görevli, kadınların başına dikilmişti, birazdan sıra ona da gelecekti. Olsun, bebesi birkaç dakika daha kucağında kalacak, anasının sıcağıyla biraz daha geç soğuyacaktı. Görevli çekip aldı kucağından, bedeni henüz soğumamış bebesini. Kayınvalidesi ve diğer kadınlar gözlerini Denefi’in gözlerinden kaçırdılar. Kızı Sinef teselli edercesine ellerini sıkı sıkı tuttu annesinin. 

Gemi limana yanaştı, İstanbul yeni bir güne başlarken karşılamıştı göçmenlerini. Limana çıktılar, kayınvalidesine dayandı erkeklerini beklerken. İki kişi geliyordu karşıdan; Beslen ve küçük oğlu. Dikildi bugüne kadar sesini duyurmadığı kayınpederinin karşına: “Çocuklarımın babası nerede, onu da mı oğlum gibi Karadeniz’in kara sularına gömdünüz?” Bu sefer susma sırası baba Beslen’deydi, gözündeki yaşı göstermemek için başını çevirdi yana.  

Sıra sıra isim kaydı yaptırarak, dağlarını, nehirlerini, insanlarının huylarını bilmedikleri bir toprağa ayak basıyorlardı. Adını sordu görevli Denef’e, anlamadı, sağına soluna baktı, arkadan bir Çerkes büyüğü erkek “Denefgül” diye seslendi. Kayıtlara öyle girdi adı. “Elini bırak kızın” dedi aynı Çerkes büyüğü, bırakmadı, daha sıkı tuttu. Onu vermeyecekti. “Bırak, o iyi yere, Saray’a gidecek, orada yetişir, seni de kurtarır.” Küçük avcunun sıcağı avcunda, hayali mavi gözlerinde kaldı.  

Emin Efendi ile Şazer Hanım, yanlarına bir yoldaş bulmak için gelmişlerdi gemiyi karşılamaya. Şazer Hanım’ın gözü Denef’in hüzünlü mavi gözlerine takıldı. Adını sordu Emin Efendi Çerkesçe, önce Denef, sonra Denefgül dedi. Etrafına baktı, tanıdığı kimse yoktu. “Yürü, kaderin bizimle kızım” dedi. Yürüdü Denef kaderinin peşinden. 

Emin Efendi ile Şazer Hanım Arnavut Ahmet’in Yenikapı’daki iki oda bir mutfaklı evinde kiracı idiler. Emin Efendi Vefa’da bir kahve işletirdi. Kahvesine daha çok İstanbul’daki Çerkesler gelirdi. Bazen keyiflenir, mızıka çalar, Çerkes oyunları oynarlar, civar esnaf seyre dökülürdü. Emin Efendi daha önceki yıllarda göçen Çerkes bir ailenin oğluydu. Şazer Hanım ise Selanik göçmeniydi.  

Misafirleri Latife Hanım da Selanikliydi, Şazer Hanımlara sık gelirdi, şehit kocasının çevresi nedeniyle beylerle, paşalarla ahbaplığı vardı. Yıllar geçmiş, Denef elli yaşına gelmiş, bir gün bile kızını bulma ümidini kaybetmemişti. Latife Hanım’la sohbette söz Saray’a verilen Çerkes kızlarından açıldı. Denef uzun zamandır Saray’daki Çerkes kızlarının Saray dışında evlendiklerini duymuştu. “Latife Abla senin tanıdığın çoktur. Saray’dan çıkan gelini olan birini tanıyor musun?” Latife Hanım biraz düşündü. “Evkaftan Hasan Paşa’nın gelininin Saray’dan çerağ edilmiş olduğunu duymuştum. Lakin onlar da evlerine her gideni ya maaş ya iş için gider diye geleni pek hoş karşılamazlar.” Denef boynunu bükünce karşısında, “Peki gidelim” dedi. Suskun, köşede sessizce konuşulanları dinliyordu. 

Suskun beş yıl önce, lodoslu bir gece yarısı Emin Efendilerin kapısını çaldığında, üç-dört yaşlarında bir çocuktu. Denef kapıyı açıp, soğuktan dudakları morarmış bu çocuğu görünce eve almış, yıkamış, paklamış, yedirmiş, içirmiş ama bir türlü konuşturamamıştı. O günden sonra, çocuğu ne arayan ne de soran olmamıştı. Mahalleli ve ev halkı onu Suskun diye çağırıyordu. Suskun, konuşmaz ama kendinden her isteneni yerine getirirdi. Bir şey söyleyeceği zaman mavi gözlerini Denef’in hüzünlü gözlerine diker, meramını işaretle anlatırdı. 

Latife Hanım Denef’in kıvranışlarını anlıyordu, “Haydi kalk, paşalara gidelim” dedi, aceleyle giyindiler. Suskun, onlardan önce hazırlanmış, kapı önünde bekliyordu. 

Birlikte Vefa’daki konağa yürüdüler, Latife Hanım azıcık nefeslendi. Denef sabırsızlanıyordu, oymalı sokak kapısının el biçimindeki tokmağına korkarak dokundu. Kapıyı Arap hizmetçi açtı. Denef heyecandan titriyordu, konağın kapısı Latife Abla sayesinde ne kadar da kolay açılmıştı. Daha önce kızını sormak için çaldığı kapılar, yarı açılıp sonra yüzüne kapanmıştı.  

Ayaklarına terlikler verildi, salona alındılar. Büyük hanım, geniş oymalı bir koltukta oturuyordu. Gözleri iyi görmüyordu, Latife Hanım’ı sesinden tanıdı. Oturtup hatırlarını sordu. Latife Hanım Büyük Hanım’a Denef’in hikâyesini anlattı. Büyük Hanım üzüldü, “Kavuşursun inşallah kızına” dedi.  

“Benim gelinim de Saray’dan çıkma Çerkesti. Beş sene oluyor, bir gün oğlumla gelinim oğullarını da yanlarına alıp, “Kadıköy’deki hasta akrabamızı ziyarete gidiyoruz” diye evden çıktılar. Kayığa bindiklerini görenler olmuş, aniden lodos patlamış, kayık sularda kaybolmuş, çok arandı, ne onlar, ne kayıkçı bulunamadı. Paşa bu acıya dayanamadı, Hakk’ın rahmetine kavuştu. Benim de ağlamaktan gözlerim görmez oldu.” Denef’in aklı çok gerilere, denizde kaybettiği oğluna ve kocasına gitti.  

Arap hizmetçi ikram ettiği şurubu Denef’in önünde tutuyordu. Beklettiği için mahcup oldu. Bardağı alıp yudum yudum içmeye başladı. Sağına soluna döndü, Suskun yoktu. Telaşla “Suskun” dedi. Suskun, konsolun karşısında hareketsiz durmuş, konsolun üzerindeki çerçeve içindeki fotoğrafa bakıyor, Denef’i duymuyordu bile. Yaklaştı Denef, seslendi, omzuna dokundu. Döndü Suskun, gözleri yuvalarından fırlamıştı, yumruklarını sıkmış, öyle duruyordu. Denef sarılmak istedi, izin vermedi. Yaşlı kadınlar dualar okumaya başladılar. Suskun birden ağzını açtı, bağırmaya başladı. “Annem, annem” diye bağırıyordu. Sarıldı Suskun’a bütün cesaretini toplayıp, sordu Büyük Hanım’a: “Gelininizin Çerkesçe adını biliyor musunuz?” Büyük Hanım biraz tereddüt etti, “Saray’da adı değiştirilmiş ama gelinim hatırlıyordu, esas adı Sinef’miş. Saray’da Sinemgül demişler, biz Sinem diyorduk”.  

  

(Kadınların Öyküleri kitabından) 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz