Yapılan kamuoyu yoklamaları, bugün seçim olsa ortaya çıkacak olası sonuçlar hakkında bir fikir veriyor. Benim esas merak ettiğim ise; kimin hangi partiye oy verecek olduğundan ziyade gerçekten nasıl bir hayat düşlediği. Bugünkü iktidarın devamı yönünde oy kullanan sade vatandaşın gündelik hayata ilişkin hayalleri; nihayetinde aç kalmadığı, çoluk çocuğunu güvende bildiği, gelecek kaygısı duymadığı bir ülkedir. Bu iktidar bunu sağlıyor olsa da olmasa da. Aynı şekilde; muhalefet partilerinden birine oy verecek kişi de iktidar değişimiyle ortaya çıkacak ülkenin, tüm hayallerini gerçekleştirmeyeceğini biliyordur. Oy verme sürecinde etkileyici ve belirleyici olan faktörler o kadar çok ve çeşitli ki, sürecin yönetimi ve mühendisliği için bu yüzden milyonlar harcanıyor zaten.
Nasıl bir ülkede yaşamak isterdin? Ne olsa mutlu olurdun? Ne olsa güvende hissederdin? Hangi kimliğinle var olmak istiyorsun? Anadilin nedir? Çocukların için ne istiyorsun?
Bu soruların yanıtları tam olarak yansımaz seçim sonuçlarına çünkü talepler benzer olsa da onları gerçekleştireceği düşünülen siyasi partiler birbirinden farklıdır. Tamamen bilinçsiz oylardan burada bahsetmemeyi tercih ediyorum. Bu ülkede yaşayan insanlar olarak taleplerimiz benzer olabilir. Yukarıdaki soruların yanıtlarının mutlaka ‘öteki’lerle yani bizim dışımızda olanlarla, onların yanıtlarıyla ve aramızdaki ilişkilerle bağlantısı vardır. Çocuklarımızın iyiliğini, sağlıklı olmasını isteriz mesela çoğunlukla. Bu ortaklaştırılabilecek talebin karşılanması bile birbirimizle olan ilişkilerimizle bağlantılıdır.
Rönesans, Reform süreçlerini incelediğimizde görürüz ki; önce bilimsel devrimler olur, sonra siyaset ve dolayısıyla toplum değişir. Tekerleğin bulunması, buharlı makine gibi teknolojik sayılabilecek örnekleri de var bu etkileşimin.
Ukrayna’da savaş, zeytin ağaçları yerine madenler, mart ayında yağan kar, eriyen buzullar, kirlenen su kaynakları, direnen akademisyenler… hepsi mevcut sistemin tezahürleri. Bilimsel devrimlerin ve bunların toplumsal hayata aktarılmasının sonucu olarak inşa olan bir sistem bu. Nasıl bir ülkede yaşamak istediğimiz, ne olsa mutlu olacağımız gibi sorulara alternatif yanıtları şu anda bu bilimsel anlayış, bu sistem, bu kültür sunuyor.
Prof. Dr. Türker Kılıç’ın; ‘’Yeni Bilim; Bağlantısallık, Yeni Kültür: Yaşamdaşlık’’ adlı çalışması meraklısı için başucu metni olabilir. Kitap, bugün yaşanmakta olan bilimsel devrimden, gelmekte olandan, ortalama okurun anlayabileceği bir dil ile söz ediyor. Bu değişikliğin sonuçlarını siyasette ve toplumda er ya da geç görecek olmalıyız. Tıpkı buharlı makinanın sonuçlarını yaşamış olduğumuz gibi.
Kılıç, çok önemli bir bilimsel paradigma değişikliğine işaret ediyor. Anlaşılan o ki bu değişiklik ile
-determinizmin yerini olasılık,
-diyalektiğin yerini bağlantısal bütünlük,
-beden-zihin-bilinç ayrılığının yerini bütünlüğü alıyor.
Bunlardan benim anladığım; aynı suda iki kez yıkanmak hâlâ mümkün değil ama bilimin konusu artık bütünün parçaları değil, bütünü oluşturan parçaların önce birbirleriyle, daha önemlisi de bütünle arasındaki etkileşimdir.
Şöyle diyor Kılıç;
“İnsanlık aydınlanma ile birey oldu. Ulus-devlet ile yurttaş, sonra vergisini ödeyen vatandaş, neoliberal ekonomi ile global tüketici olmayı öğrendi.
Şimdi bağlantısal bütünsellik bilimi ve ortaya çıkmakta olan kültürü ile de yaşamdaş olmayı öğrenecek.
Yaşamdaşlık, zihnin ‘yaprak’ olmaktan çıkıp, ‘ormanın’ bağlantısallığı içine yerleşmesi demek.
İnsanlık uzun süreden beri ilk kez hiç tanımadığı insanların enfekte olmaması için maske taktı. Enfekte olmamanın ilkeleri ile enfekte etmemenin ilkelerinin benzer olduğunu anladı. Bağlantısal bütünlük kültürünün ilk öğretisi ‘kendini geliştirmek istiyorsan işe yanındakini geliştirerek başla’ ilkesidir. Koronavirüs bize ‘kendin hastalanmak istemiyorsan önce yanındakini enfeksiyondan koru’ pratiği ile bu ilkeyi öğretti.’’
Bu durumda; ayakları yere basmayan birlik çağrıları ya da zıtlıkların altını çizen daha da ayrıştırıcı adımlar fark yaratacak gündemler değil gibi.
Yaşamı ancak birbirimizle ve hatta dünyadaki tüm diğer canlılarla birlikte kurgulayabileceğimizi anlayan politikalar fark yaratabilir. Yaşam dediğimiz şey yaptığımız seçimlerden ibaret. Yeni bilimsel düşünce artık ‘insan için yaşam’ yerine ‘yaşam için insan’ tanımlamasını kullanıyor. Demek ki; her birimizin yaptığı, seçtiği bir diğerini etkiliyor. Martin Koçesoko’nun yalnız olmayışı bu nedenledir. Abhazya’daki 82 endemik bitki türünün varlığını sürdürmesini savunurken aynı anda Akdeniz sahillerinde yanan ormanların yerine otel yapılmamasını talep etmek bu yüzden önemlidir. Elbette somut bir talep etrafında başarılı ve sonuç alan ittifaklar mümkündür.
Uzun soluklu dönüşümler ve var olma mücadeleleri için ise “zihnin ‘yaprak’ olmaktan çıkıp, ‘ormanın’ bağlantısallığı içine yerleşmesi” gerek. Bir formül ya da birdenbire olacak bir şey değil bu.
İnsanı varoluş sisteminin merkezi olmaktan çıkaran bu bilimsel paradigma değişikliğinin hiç de spekülatif gözükmeyen ve yapay zekâdan bahseden çıktısı ile sonlandıralım bu yazıyı.
Bilgi işleyen enformasyon sistemleri (ergeç) zekâ üretirler.
Yapay zekâ dediğimiz ‘makine’ kendi başına da zekâ üretebilir ve Adigabze konuşan avatarlara çok da uzak değiliz demektir bu.