PORTRELER

0
889

Somut kültürel mirasın korunması ve sonraki nesillere aktarılması konusunda yürütülen çalışmalar büyük ölçüde ekonomiyle ölçeklendirilir; ancak somut olmayan kültürel mirasın korunması ve aktarılması için gereken tek şey özveri ve özendir. Bu özveri ve özeni göstermek konusunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaksızın çaba sarf eden iki kıymetli portreyle tanıştıracağız sizleri… 

Yegâne amaçlarının içtenlikli bir katma değer üretmek olması, onların içine doğdukları kültür açısından ne kadar kıymetli olduklarını anlamamıza yardımcı olacaktır…  
Her birinin farklı ve renkli yaşamöykülerini sizlerle paylaşmak istedik, keyifle okumanızı dileriz…

Siux Sinemis Ertan

‘Hem Çerkes kültürü açısından hem de insani açıdan önceliğimiz eğitim olmalı’

Kayseri Pınarbaşı’na bağlı bir Abzeh köyü olan Panlı’da 1980 yılında dünyaya gelmiş; Nart, Sinemis ve Janset kardeşlerin ortancası olan Siux Sinemis Ertan, hayatının ilk 10 yılını kendi köyünde geçirmiştir. Hem güzel bir çocukluğu olmasını hem de kültürü ve dili yaşayarak öğrenme şansı bulmasını, köyde büyümenin avantajları olarak nitelendiriyor. 10 yaşından sonra Kayseri’ye, bir süre sonra da Mersin’e taşınıyorlar. Anne ve babasının dernekte aktif olarak bulunmaları ve teşvik edici olmaları, onun dernek ortamını benimsemesini kolaylaştırıyor. Lise yıllarında Mersin’de Ankara Derneği ekibinin gösterisini izleyen her genç gibi motive oluyor ve Elbruz Halk Dansları topluluğunda olma hayaliyle, üniversite tercihini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme bölümü olarak belirliyor. Ardından Gazi Üniversitesi’nde yönetim-organizasyon yüksek lisansını tamamlıyor. 1997-2003 yılları arasında Elbruz Halk Dansları topluluğunda yer alıyor. İş hayatına bir dernek büyüğünün desteğiyle onun firmasında başlaması, ilerleyen dönemde eşi Murat Kerim Ertan’ın da dernek çalışmalarında aktif olması gibi etkenlerle dernek hayatı kesintisiz devam ediyor. 2007 yılında Özel Sine Anaokulu’nu kurarak kendi işini yürütmeye başlıyor. Bu süreçte Sine, Lina ve Janbi adında üç çocuğu dünyaya geliyor. 

Çocuklarla çalışması ve eskiden beri çocuklara olan ilgisi onu dernekte de çocuklarla ilgili faaliyetlere yönlendiriyor doğal olarak. 2012 yılında dernekte Elbruz, Kazbek, Nartıj ve çocuklar ekibi gibi pek çok grup olmasına rağmen, okulöncesi ve daha küçük yaş grubuna yönelik bir ekibin olmayışı Sinemis Ertan’ı ve eski ekip arkadaşı Ercan Erden’i bu boşluğu doldurmaya yöneltiyor. Kendi çocukları ve yakın arkadaşlarının çocuklarının da yer aldığı bu eğlenceli ekip çalışmalarına katılım hızla artıyor ve Sinemis Ertan bu çalışmaları 4 yıl sürdürdükten sonra ara veriyor. Ancak bu yıl minikler ekibi çalıştırıcıları arasına yeniden katılıyor. Bir yandan Jıle Çocuk Kulübü’ndeki etkinliklere, bir yandan da kadınlar komisyonunda eğitime yönelik fikirlerin planlanmasına katkıda bulunuyor. Komisyon olarak amaçlarının günümüzde ihtiyaç duyulan kişisel gelişim eğitimlerini derneğe taşımak olduğunu ifade ediyor. “Önce her grubun ayrı ayrı eğitim aldığı, daha sonra tüm grupların birleşeceği bir eğitim programı planladık. Tüm eğitimlerimizi yine derneğimizin üyesi olan kadın eğitmenlerimizden almamız da ayrı bir güzellikti. İçimizde ne kadar başarılı kadınlar olduğunu bir kez daha görmüş olduk” diyor. Birkaç eğitimden sonra pandemi nedeniyle ara vermek zorunda kaldıklarını ancak pandemi sonrasında faaliyetlerine devam edeceklerini belirtiyor. 

Miniklerin çalışmalarında öncelikli unsur dans olsa da aslında onun bir araç olduğunu, asıl önemli şeyin ise onların küçük yaştan itibaren derneğe gelmelerini sağlamak olduğunu dile getiriyor. Küçük yaşta kültürümüzü sevdirmenin, anadillerini işitmenin, müzik konusunda bir kulak dolgunluğu, dans konusunda bir görsel zenginlik oluşturmanın, onlara dernekte bir çevre oluşturmanın önemini vurguluyor. “Elbette hepsinin dışarıda aktif bir hayatı var ancak burada kurulan ilişki çok uzun yıllar devam ediyor, buradaki çocuklar birlikte büyüyorlar. Benim 17 yaşımda Ankara’ya geldiğimde, burada edindiğim dostlarım bugün hâlâ hayatımda. Hatta çocuklarımız birlikte yine bu dernekteler. Minikler ekibine birlikte başlayan çocuklar, şu anda Elbruz ekibinin gençlerini oluşturuyor. Derneğimizin birliktelik sağlamak ve bunu devam ettirmek gibi bir güzelliği var” diyor. Jıle Çocuk Kulübü’nde dil, enstrüman eğitimi, sanatsal etkinlikler, robotik kodlama gibi çok farklı alanlarda da çalışmalar var. Çocukları bir araya getiren şeyin sadece dansla sınırlandırılmaması, tüm çocukların zevklerine hitap edecek etkinliklerin olması da ana hedefler arasında yer alıyor. “Hafta sonları çocukların bu binadan gülümseyerek ayrılması en büyük amacımız” diyor Sinemis Ertan. 

“Dernekte olduğum andan itibaren, burada olmanın avantajlarını hep yaşadım, bütün çocukların da bu avantajları yaşamasını isterim” 

Jıle Çocuk Kulübü dans eğitmenlerinden biri olması idealist bir tercihin ürünü mü, yoksa ilham verici bir kaynağı mı var diye soruyorum, “Aslında sadece kendi yaşadığım güzellikleri onlara da yaşatmak istiyorum. Dernekte olduğum andan itibaren, burada olmanın avantajlarını hep yaşadım, bütün çocukların ve gençlerin de bu avantajları yaşamasını isterim. Bunun devamlılığı için de yaşayanların çabası gerekiyor” diyor.  

Pandemi koşulları nedeniyle faaliyetlerini durdurduğu, bir girişimcilik örneği olan Sine Anaokulu’nun ve dernekte yürüttüğü faaliyetlerin yapıtaşını kadınlar oluşturuyor. “Bu durumun avantajları eminim ki daha çoktur ve bilinen şeylerdir, ancak aksayan yönleri pek dile getirilmez. Bu yönler neler” diye soruyorum, “Hem iş hem dernek hayatında kadınlar çok daha fazla rol almak istese de zaman en büyük engel” diyerek yanıtlıyor. “Kadın çalışsa da çalışmasa da ev yaşantısında büyük sorumlulukları var. Zamanla oturmuş alışkanlıklardan dolayı paylaşılabilecek noktalarda bile sorumluluk tek kişinin üzerine kalıyor. Hayatın, özellikle çocukların eğitim-öğretim hayatının haddinden fazla hareketlenmesinin zamansal faturası da annelere kesiliyor. Sonuç olarak zaten çok fazla rolü olan kadın daha da bölünüp parçalanıyor. Gerek iş gerek dernek hayatında yönetim kadrolarında çok fazla olamayışımızın asıl sebebi bu aslında” diyor. 

Çocukların yetiştirilmesi ve topluma kazandırılması açısından önemli bir role sahip olan kadınların dernek faaliyetlerindeki ‘çocuk’ kategorilerinde daha fazla yer almasını cinsiyet rolleri açısından toplumsal mı yoksa kültürel bir refleks olarak mı gördüğünü merak ediyorum. “İçgüdüsel olarak kadınların bu konuya yatkınlığından kaynaklanıyor büyük ölçüde. Daha iyi anlamak, daha kolay harekete geçebilmek, bu alanda daha çok sabır gösterebilmek, üretkenliğini bu alanda daha çok kullanabilmek gibi avantajları oluyor kadınların. Ama pek çok konuda olduğu gibi burada da biraz kalıp yargılar var. Gerek dernekte gerek anaokulumdaki velilerim arasında pek çok baba, abi, dede gibi farklı erkek figürler gördüm, bir kadından çok daha iyi biçimde çocuk dilinden anlayan, kaliteli zaman geçirebilen, bakım verebilen… Demek ki biraz da isteyince oluyor” diyor gülümseyerek. 

“Yaşadığı hayattan keyif alabiliyorsa güçlüdür bir kadın…” 

Güçlü bir kadına ait niteliklerin neler olabileceği, bir kadında ne varsa ‘güçlü’ olarak addedileceğini soruyorum, “Kadının doğasında fayda sağlamak, üretmek zaten var. Kendisi için, yakın çevresi için, toplum için bir üretimi varsa ve bundan keyif alabiliyorsa güçlüdür” diyerek yanıtlıyor. “Bir de tabii klişe olmuş, ‘kendi ayakları üzerinde durabiliyorsa’ cümlesi var. Çocuklarımızı bile yetiştirirken belirli bir yaştan itibaren ‘Hadi artık, kendi işini halledebilirsin, kendi ayaklarının üzerinde durman lazım’ diyoruz. Yani bu klişeyi sadece kadın olarak değil tüm insanlar için kullanmalı artık, elbette gerektiğinde gerekeni yapabilecek açıklıkta ve beceride olmak gerekiyor. Maddi manevi, her türlü hayat koşulunda devam edebilmek… Özetle, yaşadığı hayattan keyif alabiliyorsa güçlüdür bir kadın” diyor. 

Kendisine ilham veren ya da rol model olarak gördüğü kadınların kimler olduğunu merak ediyor ve soruyorum, “Tabii ki başta annem ve yakın çevremdeki pek çok kadının pek çok özelliği ilham verici olabiliyor. İş hayatında pek çok kadın tanıdım, derneklerimizde çok sevdiğim, çok beğendiğim kadınlar var, özellikle kendini geliştirme yolunda eğitimlerine katıldığım, takip ettiğim pek çok kadın var, yine sosyal hayatımda etrafımda çok fazla dostum, ablam, kuzenlerim, kız kardeşlerim var. Benden büyük ya da küçük fark etmez, hepsinden ayrı ayrı ilham alabilirim. Eğer yapabiliyorsam sorarım, izlerim, beğendiğim yönünü hayata geçirmeye çalışırım, yapamıyorsam onu takdir ederek izlemeye devam ederim” diyerek yanıtlıyor. 

“Toplumun pek çoğuna nazaran çok daha kıymetli, güvende ve rahat olduğumuzu hissediyorum” 

Kendisinin bir Çerkes kadını olarak toplumdaki diğer kadınlardan daha ayrıcalıklı bulduğu yönlerinin neler olduğunu soruyorum, çok daha rahat ve çeşitli bir sosyal hayatımız olduğunu söyleyerek, dernekte yıl içerisinde sayısız organizasyona katıldıklarını ve kimisinde organizatör, kimisinde seyirci, kimisinde dinleyici, kimisinde misafir olduklarını ifade ediyor. “Ortam içerisinde çok sosyal ve aktif bir biçimde yer alıyorsun, bu da insana enerji veren ve sürekli geliştiren bir ortam. Ben 25 yıldır Ankara Çerkes Derneği’nde de, doğduğum evde de, şu anda bulunduğum ailede de kadın olmamdan ötürü bir zorluk yaşamadım. Kendimi, toplumun pek çoğuna nazaran daha kıymetli, güvende ve rahat hissettim her zaman” diyor. 

“Derneğin genç yönetim kurulunun temel hedeflerinden biri de bir Çerkes okulöncesi kurumunu faaliyete geçirmek” 

“Bir erkek yetişirse bir birey, bir kadın yetişirse bir nesil yetişir” sözüne istinaden, gelecekte kadınlarımızın hem Çerkes toplumu içerisinde hem de diasporada ulaşmasını ümit ettiği noktanın neresi olduğu soruyorum, “Hem mesleki açıdan hem Çerkes kültürü açısından hem de insani açıdan önceliğimiz eğitim olmalı” diyor önemle altını çizerek. Ankara Çerkes Derneği’ndeki genç yönetim kurulunun temel hedeflerinden birinin de bir Çerkes okulöncesi kurumunu faaliyete geçirmek olduğunu ve bunun önemini bir kez daha vurgulayarak bitiriyor sözlerini. 

Sinemis Ertan, kariyer hayatını hem özel sektörün yönetici kadrolarında hem de derneğin kadın gruplarında şekillendirmiş, ‘çekirdekten yetişen’ bir nesil hayaliyle yola çıkıp kendi kültürüne ve topluma büyük katkılar sunan ve sunmaya devam eden önemli kadın kazanımlarımızdan biridir. Çocukların yetişmesinde içine doğduğu kültürün ne kadar önemli olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor. Hem öğrenmeye hem de öğretmeye kararlılıkla devam ettiği bu ilham verici öyküsünün nesilden nesile, daha çok uzun yıllar boyunca, anlatılmasını diliyoruz.


Adza Sibel Pak

‘Her kadın kendi hayatında bir başrol ve bir şeyler için ilham kaynağı…’

Sivas Şarkışla’da yedi çocuklu bir ailenin en küçük kızı olarak dünyaya gelip 9 yaşında oradan ayrılarak eğitim hayatına Antalya’da devam ediyor Adza Sibel Pak Solmaztürk. İlk ve ortaöğreniminin geçtiği “sıcacık insanları, zeybekteki coşkuları, paylaşımcılıkları, samimi yaklaşımları…” diyerek tasvir ettiği Denizli Çivril’e taşınıyorlar. Babası emekli olunca tekrar köye dönüyorlar, Yeniyapan’a… 2000 yılında annesinin rahatsızlığı nedeniyle geldikleri Ankara’da kalıp ilaç sektöründe çalışmaya başlıyor. 22 yıldır sürdürdüğü çalışma hayatının büyük bir kısmı Ankara’da geçiyor. Tıbbi mümessillik ile başlayan iş hayatı, OSTİM’de eğitim uzmanlığı, ardından reklam sektörü ve huzurevi yöneticiliğiyle kariyerinin STK ile ilgili bölümü başlıyor. Ankara Abhaz Kültür Derneği, İstanbul Kafkas Kültür Derneği derken, halen Ankara Çerkes Derneği Lokal Müdürü olarak STK kariyerinin neredeyse 10. senesine devam ediyor. 

2012 yılı yazında, yaklaşık 50 kişilik bir grupla Ayaayra için Abhazya’ya seyahat ediyorlar. Orada farklı ülkelerden pek çok insanla tanışma şansı buluyor. “Çok heyecanlıydı benim için… o boşluk, arafta kalma duygusu, buralı mıyım, oralı mıyım, kimlik meselesi, aidiyet meselesi, her şey orda uçup gitti… O sınır kapısını geçtikten sonra hissettiğim duyguyu anlatacak kelime yok cebimde” diyor gözleri dolarak… “Ayaayra günü Sohum sahilinde sofralar kurulduğunda dedeler bize sarılıyordu. Siz bizim çocuklarımızsınız, lütfen buraya dönün, burası sizin vatanınız…” Aralarında lehçe farkı olması sebebiyle birbirlerini çok iyi anlayamadıklarını ancak birbirlerine sarılarak ağladıklarını o günkü hisleriyle aktarıyor. “Anlamak için bazen kelimelere ihtiyaç yok…” diyor. İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde çalıştığı dönemde, rutin dernek faaliyetleri dışında Ankara Mezbjen’in (Doğa Sporları Topluluğu) İstanbul ayağını oluşturuyor. Bu kez yaklaşık 15 kişilik bir grupla 2015 yılında, Abhazya’nın Avadxara bölgesinde 1700 rakımda kamp kuruyorlar. Her gün farklı rotalarla diaspora çocukları anavatan dağlarıyla buluşuyor, ‘Mezbjen Ankara’nın kuruluşundaki hayaller bu vesileyle gerçeğe dönüşüyor.  

2016’da Ankara Çerkes Derneği Yaşamkent Sosyal Tesisi’nde müdürlük görevine başlıyor. O günden bugüne kadar da devam ediyor tutkunu olduğu işine. “Oradaki amacım mevcut alanın maksimum verimle kullanılıp, derneğin maddi sorunlarını çözmekti” diyor. “Orayı başka türlü nasıl geliştiririm diye düşünürken kurslarla başladık” diyerek devam ediyor sözlerine. Öncelikle çocuklar ve kadınlarla ilgili dans kursları, dil kursları, spor aktiviteleri, resim atölyeleri, satranç kursları düzenliyor, ardından tesisin daha etkin ve verimli kullanılabilmesi açısından, kır nikâhları ve düğün organizasyonları için kolları sıvıyor. Azerbaycan Derneği ve Kariyer Masa Tenisi Kulübü’ne salon tahsisi sayesinde farklı sivil toplum kuruluşlarıyla da sosyal açıdan işbirliklerine kapı aralamış olduklarından söz ediyor. Dahası civardaki okulların yıl sonu gösterilerine, keman konserlerine ve derneğin ‘Dostluk Kulübü’ organizasyonlarına ev sahipliği yaptıklarından bahsediyor.  

“Çocuk kulübü projesiyle henüz toprağa hiç dokunmamış çocukları toprakla buluşturduk. Bizim köylerimiz vardı toprakla temas edebileceğimiz… Keşke onların da olsaydı… Şehirlerde çekirdek ailede büyüyen çocuklar bu bağdan yoksun kalıyor ne yazık ki” diyor üzülerek. Bütün amacının çocukların dernekle organik bir bağ kurabilmesini sağlamak olduğunu vurguluyor. Bu proje, Jıle Çocuk Kulübü adıyla halen faaliyetlerine devam ediyor. El sanatlarımızı, KAFDAV’ı (Kafkas Kültür Araştırma Vakfı) bir sonraki nesle aktaramadığımız müddetçe bir anlamı olmadığını dile getiriyor. Derneklerimiz ve federasyonda çizilen rota yenilenerek, zamana ve ihtiyaçlara göre güncellenerek sonraki nesillere devredilmesi gerektiğine, aksi takdirde yıllardır verilen emeklerin zayi olabileceğine dikkat çekiyor. 

“Kadınların dernekte sadece bir seyirci ya da sadece el sanatları grubu kurmanın dışında pek çok şey üretebilecek güçleri var” 

Kadınların el işi ve misafir ağırlamanın ötesinde başka bir açılıma ihtiyaçları olduğuna dikkat çekiyor ve onların da bu farkındalık düzeyine eriştiklerini vurguluyor. “Kadınların da kendilerini yenilemeleri gerekiyor, dernekte sadece bir seyirci ya da sadece el sanatları grubu oluşturmanın dışında pek çok şey üretebilecek güçleri var. Kadın varlığının daha görünür kılınması için toplumsal bilinç düzeyinin de geliştirilmesi şart” diyor. Türkiye’de kadınların yaşadıkları sorunların yalnızca Türk milletine özgü olmadığının da altını çiziyor. “Toplumumuzda gerek seçimle işbaşına gelen kadınlarımızın gerekse derneklerden bağımsız olarak yola çıkmış kız çocuklarının nelerle karşılaştığını gördük. Demek ki kadına şiddet uzağımızda değil, aslında bizim merkezinde durduğumuz bir mesele” sözleriyle ifade ediyor. “Bunları yok saymayla, göz yummayla yok olmuyorlar. Bu durumla yüzleşmek aslında bizim ‘yiğit’ duruşumuza daha yakışır bir tavır. Yaşananları inkâr etmek yerine muhasebeyi denkleştirmek ve yaramızla sulh olmak lazım. Bundan sonraki nesil, bu tip kırılmaların neticesinde şekillenecektir. Bizden sonrakilere nasıl bir duruş sergilediğimiz çok önemli. Hatalar olmuş olabilir, yeter ki samimiyetle kabul edilsin ve bunları telafi etme niyeti olsun.  Toplumsal olaylarda sergilenen agresif hiçbir tutumun çözüme yararı olmadığını da tecrübe etmiş bir toplumuz. Bu tutumun ne bugünümüze ne de yarınımıza bir yararı var” diyor. Kadınlarımızın yaşadığımız coğrafyada ve dünyada ön plana çıkan meselelerle ilgili bir duruş sergilememesi, bir deklarasyonda bulunmamasına da anlam veremediğini dile getiriyor.  “Çekinceleri politik olabilir ya da başka bir nedene dayanabilir. Bunun sebebini ortaya koyup tartışmak gerekiyor. Belki seminerler düzenlenmeli; çay toplantıları yaparak insanları bir araya getirip neden söyleyecek tek bir cümlemizin olmadığını sorgulamamız gerekiyor. Son yaşanan kadın katliamları ortadayken bizim kız çocuklarımızın da benzer durumlarla karşılaşmayacağından nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Sivil toplum desteği olan davaların seyrini değiştirme gücümüz ortadayken neden bunu kullanmıyoruz? Yersiz korkularımızı bir kenara bırakıp, kollarımızı sıvayıp işin içine dahil olmamız gerektiğine inanıyorum. Kadınlar olarak çok geride ve pasif duruyoruz. Biz bu muyuz? Tekrar bir bakmak lazım sanki” diyor meselenin altını çizerek. “Toplumumuzdaki kadınların bilinç düzeyi olarak dernekleri STK olarak değil de daha çok kültür derneği olarak algılaması bu durumun temel meselesi olabilir mi” diye soruyorum satır arasında… “Bizim, STK algımız ve sivil toplum kuruluşlarımızın kendilerini gerçekleştirmeleriyle ilgili boşluklarımız var. Henüz bunların içini dolduramadığımız için kadınlarda da bu refleksin gelişmesi zor” diyor. 

“Bu coğrafyada yaşanan toplumsal olaylarda bizim gösterdiğimiz duruş, geleceğimiz açısından belirleyici olacak” 

“Federasyonumuz ve derneklerimiz, sadece Çerkes kadını cinayetlerinde üzüntülerini belirttiği müddetçe Çerkes kadınlarından, Çerkes kadınlarının cinayeti dışında bir kelime duymak biraz zor görünüyor. Dolayısıyla bu zemini biraz da biz kadınlar oluşturacağız. Buradaki her acı bizim acımız. 5 yaşındaki bir çocuk istismara uğradığında tepki veremeyebilir ama biz tepki gösterebiliriz. Bu coğrafyada yaşanan toplumsal olaylarda bizim gösterdiğimiz duruş, geleceğimiz açısından belirleyici olacak. Böylesi büyük toplumsal meselelerde sessiz kalmamızı kabul edemiyorum. Yüksek bir bilinç düzeyi ve medeni bir kültüre sahip olmamıza rağmen, bunu kullanmak konusunda boşluklarımız var. Ancak derneklerin ve federasyonun ara ara yayımladığı deklarasyonlar umut verici bir adım. Bu, toplumu muhakkak tetikleyecektir. Bunu bizim için, çocuklarımız için, geleceğimiz için söylemeliyiz bilinci zamanla gelişecek” diyor. 

“Kapasitenin çok üstünde bir yük ve sorumluluk alma refleksi hepimizde var” 

İçinde yaşadığımız toplumun kadın profilini göz önünde bulundurduğumuzda; Çerkes kadınlarının diğer kadınlardan ayırt edici özellikleri olup olmadığını sorduğumda “İç Anadolu, Ege ve Akdeniz’de yaşadım. Kadın aslında gittiğim her yerde evin baş tacı, emektarı, çile çekeni, kaygı duyanı, yara saranı, yük taşıyanı, hasta bile olsa yatmayanı, o çorbayı karıştıranı… Bunun çok farklı olduğu bir coğrafya görmedim. Çerkes kadınında bir nahiflikle akıyor tüm bu bahsettiklerimiz. Nahif bir ruh var. Derinlerde böyle bir incelik var. Kapasitenin çok üstünde bir yük alma, sorumluluk alma refleksi hepimizde var” cevabını veriyor.  

“Çerkes kadınlarının toplumsal temsili açısından şimdiye kadar yapılmış en kıymetli çalışma ne oldu ya da ne olmalı” diyorum, “Topluma emek veren kadınların isimleri çalışma gruplarına veriliyor. Bir insanın öldükten sonra yaptıklarını yâd etmek kıymetli ancak yaşarken, hak ettiğini muhatabına teslim etmekle ilgili bir sorunumuz var. Biz teşekkürü, takdiri biraz geride tutan; eleştiriyi ise sınırları aşan boyutta ön planda tutan bir toplumuz. Teşekkürü, takdiri öyle cömertçe söyleyemiyoruz. Teşekkür etmek de bir ihtiyaç ayrıca. Alma verme dengemizi tekrar bir gözden geçirmemiz gerekiyor. Mesele, topluma emek veren insanlara yaşarken haklarını teslim etmek. Bu kültür bizde var ama zayıf, boşluklarımız var” diyerek yanıtlıyor. 

“Federasyon başkanlığına bir kadının seçilmesi ile bir eşik aşıldı” 

“Çerkes kültüründe toplumsal cinsiyet rolleri açısından aşıldığını düşündüğünüz meseleler nelerdir” diye sorduğumda, kadın federasyon başkanımızın göreve gelmesiyle bir eşiğin aşıldığını dile getiriyor. Yönetim kadrosunda kadınların yer almaya başlamasının değerli olduğunu vurguluyor. Kadının aile içindeki rolünün değişmeye başlamasının da önemli bir adım olduğunu dile getiriyor. “Daha kat edilmesi gereken çok yol olduğu da kesin. Bunu söylemek gelişime açık olduğumuzun bir göstergesi zaten. Değişen dünyayla uyumlu olarak kendi istek ve ihtiyaçlarımız dahilinde seçimler yaparak, kendi yaşamsal doğruluk çizgimizden vazgeçmeyerek ama yenileyerek, buna Xabze’deki ihtiyaçların revizyonu da dahil olmak üzere yol almak gerekiyor” diyor. Sayısal olarak, üretim olarak ya da sahada çalışmakla ilgili erkeklerle benzer biçimde üretime dahil olmayınca kadınların geri planda kaldığını, bu nedenle bu dönüşümün değerli olduğunu vurguluyor.  

“Kadınların STK’larda mı, sendikal örgütlenmelerde mi yoksa siyasi kadrolarda mı daha güçlü örgütlenmeye ihtiyaçları var” diye soruyorum; politik açıdan sağ ya da sol ideolojilerin dışında bambaşka bir bakış açısı gerektiğinin altını çiziyor. Halkın, sorunlarının konuşulup çözümle ilgili gayret edildiğini görmeye ihtiyacı olduğunu ve insanların haklarını savunan her hareketin de kıymetli olduğunu düşünüyor. “STK’ların kendilerini gerçekleştirmesi ve mevcut potansiyellerini kullanması ile ilgili alacak yolumuz var. Kadınların geri planda olduğu bir gerçek; ancak derneklerimiz de bu anlamda oldukça geri planda. Bizim bir adım öteye giderek toplumsal meselelerde bir duruş sergilememiz kültürümüze zarar vermez. Böyle bir duruş sergilemek değerlerimiz için de uygun olanıdır. Sahip olduğumuz değerleri yaşatmak için o değerleri yaşıyor olmamız lazım” diyor. 

“Çerkes toplumuna sunduğunuz değerli katkıları göz önünde bulundurursak, oldukça ilham verici bir hikâyeniz var, peki sizin ilham kaynağınız var mı” diye soruyorum, “En temel ilham kaynağım annem” diyor. Kanser hastalığı nedeniyle kaybettiği annesinin yaşama sevincinden, azminden, sabrından, kalbinin ve sofrasının açıklığından, güler yüzünden, neşesinden ve daha birçok güzelliğinden bahsediyor hüzünlenerek… 

Mesleki açıdan ise hem meslektaşı hem de meslek büyüğü olan Betûl Mardin’in etkileyici bir hikâyesi olduğunu ve pek çok kişiye ilham olabilecek insanlardan biri olduğunu vurguluyor. Bu keyifli sohbetini şu cümlelerle sonlandırıyor: “Her kadın aslında kendi hayatında bir başrol ve bir şeyler için bir ilham kaynağı. Farkında ya da değiliz. Kendi hikâyemizi yazan kahramanlarız belki de…”  

Daha uzun yıllar Çerkes kültürüne bilgisiyle, görgüsüyle, birikimiyle ve en önemlisi kalbiyle hizmet edecek olan Sibel Pak, henüz hayattayken hakkı teslim edilmesi gereken emektar kadınlarımızdan sadece biri. Yaşadığı tüm zorluklara karşın mücadeleci tavrını kararlılıkla sürdürmesiyle, ‘en büyük ümidim’ dediği genç nesiller için örnek bir figür olarak yerini çoktan almış görünüyor. Bugün ‘ilham verenler’in içinde andığımız bu kıymetli genç kadının, yıllar sonra ‘iz bırakanlar’ arasında anılmaya devam edilmesini ümit ediyoruz. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz