İklim krizi şimdilerde NATO’nun Doğu ve Kuzey Avrupa’daki genişleme hamleleri ve Rusya’nın askeri ve ekonomik olarak geriletilmesi gündeminin sıcaklığında arka plana itilmiş durumda. Başta ABD olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkeler petrol şirketlerine yeni fosil yakıt çıkarma projeleri için yeni imtiyazlar ve destekler açıklıyor. Ayrıca gittikçe daha da ağırlaşan ekonomik kriz ekolojik yıkımı, iklim krizini göz ardı edilmesi baskısı yaratıyor.
İklim krizi herkesi etkilese de hem felaketten sorumluluk hem de bedelini ödeme eşit bir şekilde yaşanmıyor. ABD, Kanada, Avrupa, Japonya ve Avustralya, birikmiş küresel CO2 salımının %60’ına sebep olurken bununla karşılaştırıldığında gelişmekte olan en büyük ekonomiye sahip iki ülke, Çin ve Hindistan’ın birlikte payı %13’tür. Bununla birlikte iklim krizine neden olan felaketlerden en çok etkilenenler, iklim krizinde hiç payı olmayan Kuzey ülkelerinin yoksulları ve Güney yarımküredeki “azgelişmiş” ülkelerin halkları oluyor. Bu nedenle egemen ülkelerin iklim krizini kısa vadeli çıkarları için göz ardı etmesi gayet normal.
İklim krizi felaketindeki sorumluluk ve etkilenme bakımından farklılaşma, iklim krizinin çözümü için ileri sürülen ve Kuzey’in ülkelerinde muhalefet tarafından da benimsenen Yeşil Yeni Düzen, Yeşil Mutabakat gibi programlar açısından da yaşanıyor.
“Polen Ekoloji Kitaplığı”nın ilk kitabı olarak yayımlanan, Tunuslu bir Marksist olan Max Ajl’ın “Halkın Yeşil Yeni Düzeni” kitabı da tam olarak küresel iklim hareketindeki bu yarılmayı ortaya çıkaran bir çalışma. Max Ajl, Wageningen Üniversitesi Kırsal Sosyoloji Grubu’nda doktora sonrası araştırmacı ve Tunus Gıda Egemenliği ve Çevre Gözlemevi ile ilişkili bir araştırmacı. Aynı zamanda Agrarian South and Journal of Labor and Society’de editörlük yapıyor. Son sekiz yıldır Tunus’ta yaşıyor ve sömürgesizleşme (dekolonizasyon) ve kalkınma tarihi, hâkim kalkınma paradigmalarına alternatif olarak heterodoks bölgesel düşüncenin entelektüel tarihi ve Tunus ve Arap tarım sorunları üzerine akademik araştırmalarını sürdürüyor.
Ajl, küresel kapitalist sistemin “eşitsiz ekolojik değişim”e dayandığını söylüyor. Yani esasen Kuzey’in, yakın zamanda karbondioksit salımı için atmosferik uzayı kullanması da dahil olmak üzere, dünyanın kaynaklarını orantısız bir payla kullanması sayesinde bugünkü gelişmişlik düzeyine geldiğine dikkat çekiyor. Ayrıca, ülkeler arası baskı ve ekolojik yıkımın, çevre ülkeler içinde nasıl eşitsiz bir etki yarattığını gösteriyor.
Bu durumun, bu ülkelerin genellikle de eşi benzeri görülmemiş şiddetin eşlik ettiği ekstraktivizm faaliyetleri ile dünyanın geri kalanını yani sömürge ve yeni sömürge ülkeleri -burjuva iktisat ideolojisine göre “gelişmekte” ve “azgelişmiş ülkeler”- olabildiğince sömürüsüne ve ezmesine dayandığı gerçeğine vurgu yapıyor. Böylece eşitsiz değişimin ve ilkel birikimin nasıl gerçekleştiğini bize göstererek içinde olduğumuz durumdan çıkış ararken nasıl bir konum almamız gerektiğini sorguluyor. Yani ilerici veya sistem karşıtı bir ekoloji hareketi için Samir Amin’in adlandırmasıyla “fırtınalar bölgesi” olan sömürge ve yeni sömürge ülkelerin halklarının seslerine kulak vermek gerektiğini söylüyor.
ABD ve AB ülkelerinin bu ülkelere “yeşil dönüşüm” için mali yardımda bulunması çağrılarından daha fazlasını içermeyen YYD programlarını bu temelde değerlendiren Ajl, bunların sömürgeci mirasla yüzleşmek yerine, mevcut bağımlılık ilişkilerini nasıl yeniden ürettiğini ortaya koyuyor.
Ajl’ın YYD eleştirisi, Türkiye’de ve bölgemizdeki ekoloji hareketleri açısından son derece hayati bir önem arz ediyor. Zira Türkiye küresel işbölümüne bağlı olarak şirketlerin ekstraktivizm faaliyetlerinin en kuralsız olarak gerçekleştirdiği ülkelerden biri. İçinde debelendiğimiz ekonomik krizin önemli bir boyutu olan gıda enflasyonu ve gıda yoksunluğu, bu ekstraktivizm faaliyetlerinin neden olduğu ekolojik yıkımdan kaynaklanıyor. Türkiye’nin en önemli tarım alanları, ormanları, nehirleri, kıyıları tarumar ediliyor.
Ve bunca yıkıma karşı da oldukça yaygın bir direniş süreduruyor. Artvin’den Çanakkale’ye, Muğla’dan Dersim’e… Hem ekonomik kriz hem de ekolojik yıkımın yarattığı felaketin ağırlığı ister istemez bize kısa vadeli çözümler bulmaya icbar ediyor. Fakat bu kısa vadeli çözüm arayışları çoğu zaman da “ehvenişer” oluyor. Tam da bu nedenle, Max Ajl’ın “Halkın Yeşil Yeni Düzeni” çalışması, Türkiye’deki ekoloji hareketine olduğu kadar sol-sosyalist muhalefete de başka bir ufuk sunuyor. “Kalkınmak” ve “gelişmek” için emperyalist kapitalist merkezlerin önerdiğinden farklı yollar öneriyor. Başka türlü bir dünya yaratmak için bize yol gösterecek ekolojik bir sosyalizmin ilkelerini tartışıyor.
Halkın Yeşil Yeni Düzeni
Max Ajl
Ceylan Yayınları