Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Verimli bir toprak parçasına tutunabilme sevdasına kurban verilmiş hayatlar

Uzun bir kışın bitiminde… 

Bereketli yağmurların sel olup, Zamantı boyunca uzanan uçsuz bucaksız çayırlıklarında eriyen kar sularının coşturduğu akarsu taşar, tüm çayırlıklar bir süreliğine su altında kalırdı… 

Bu zaman dilimi tüm kışı ahırlarda geçiren atların hamlığını almak için çok uygundu. 

Zorlu hasat mevsiminden önce paslanmış hayvanların, kış boyunca ahırın rutubetinden tutulan kaslarını açmak için olmazsa olmaz bir çalışmaydı. 

Antrenman amaçlı koşulan atlar, çayırlara taşan derin sular içine sürülür, bu işlem aynı zamanda atların nallanmadan önce bir süre ayaklarının ve kışın uzayan tüylerinin de temizlenmesine vesile olurdu. 

Yer yer at arabasının içine taşacak kadar derinlere sürülürken beni bir heyecan basar, kendimi okyanusa açılan denizci gibi hissederdim. 

Derin suyun içinde zorlanarak at arabasını kararlıca çeken atlarımız ıslandıkça ayna gibi parlamaya başlar, ara ara burunlarını suya daldırıp heyecanlı ve hırıltılı sesler çıkarırlardı…  

Güçlü kaslarından savrulan köpüklü çayır suları yüzümüzü mesh ederdi serin serin… 

Zamantı havzasının mızıka kokulu ıslak çayırlarında, at arabasının arkasında bıraktığı sulu çayırların cızırtılı ve kıvrımlı izlerini dinleyerek dolaşmanın keyfini anlatabilmek o kadar uzak ve imkânsız geliyor ki! 

Bu şekilde birkaç günlük bir antrenmandan sonra sıra atların nallanmasına gelirdi. 

Babam önce ön ayaklardan olmak üzere, amcam atın tek ayağını kaldırıp tombul ve güçlü elleriyle toynağından sıkıca kavradıktan sonra, işleme başlardı. 

Önce kış boyunca uzayan tırnaklarını simtaç ile yontarak düzeltir, aya kenarını da düzelttikten sonra nalı çivileyip ön tırnaktan çıkan sivri ucunu kesip perçinlerdi. 

En zoru arka ayakları nallamaktı. Atın yan karnından yanaşıp kaldırılan ayağını tüm nallama süresince tutabilmek gerçekten güç ve sabır gerektirirdi. 

Genelde atın kuyruğunu ayak bileğine dolayıp tutulurdu fakat bu kez de üç ayak üstünde beklemekten yorulan hayvan üzerinize kaykılıp tüm ağırlığını üstünüze yıkardı… 

Amcam bu durum altında babamdan dolayı sessizliğini muhafaza etse de içinden yağız atın kulaklarını çınlattığını anlamak hiç de zor değildi… 

Her şey bir kalın romanın eksik sayfaları gibi kesik kesik. 

Kuru bir sonbaharda yuvarlanan “Yeniden Diriliş” bitki yumakları misali; tohumlarını hangi diyarlara savurduğunu kendisinin dahi bilemediği, asıl köklerinden mahrum, verimli bir toprak parçasına tutunabilme sevdasına umutla kurban verilmiş hayatlar… 

“Şı aa yii şımıaa yii” jey… 

Var mıydı yoksa yok muydu… 

Yazarın Diğer Yazıları

Çiy taneleri…

Tozlu bir yolculuğun sonunda eriştiğimiz bir “Ket ceug” idi Uzunyayla bozkırında... Gündüz gözüyle görseniz bu kârgir binanın içine insan girmez diye düşünebileceğiniz kadar eğrelti yapının,...

Samanyolu kokulu geceler…

Bozdağ’ın eteğinde inatla şırıldayan kör çeşmenin kıyısında dayanılmaz uyku nöbetlerinden biriydi. Yılkı sürüsünde öğle sıcağının uyuşukluğuyla birlikte çeşme ayağı boyunca yumuşacık taze çimenleri otlamak vazgeçilmez...

Her zamanki akşamüstüne benzemiyordu o gün…

Bir kırgınlık üzerime sinmişti sebepsiz. Güneşin batmaya yakın aydınlattığı şeker dağları birbirine küsmüş, kaskatı duruyorlardı sanki. Oysa aynı dağlar gündoğumunda altın saçan ışıklar altından bir gülümseme...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img