Mısostey ziyareti – 1

0
508

Vikipedi’ye göre Glasnost (Rusça: “açıklık”), Sovyetler Birliği’nin son döneminde Mihail Gorbaçov’un liderliğinde ülkede bilhassa ekonomik sorunlara son vermek amacıyla uygulanmış politikaların tümüne verilen addır. 1985’te uygulanmaya başlamış, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla son bulmuştur. 

Seyahat etmenin ve iletişimin bu kadar hızlı ve kolay olduğu günümüzde, Türkiye’de yaşayanların, 1917-1985 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde yaşayan halklarla iletişim kurmasının zorluğunu gençlere anlatmak kolay değildi. Pandemi dönemindeki seyahat kısıtlamalarına şahit olduktan ve sonra Rusya-Ukrayna savaşının zaman zaman neden olduğu iletişim problemlerini tecrübe ettiklerinden belki artık daha kolay anlatabiliriz.  

Ama bizim yaşıtlarımız çok iyi hatırlarlar ki; bizim çocukluğumuzda Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında turistik ziyaretler yapılması çok zordu.  

Çocukluğumda çevremizde Kuzey Kafkasya bölgesini ziyaret etmiş kimse yoktu. Kafkasya’dan Türkiye’ye ziyarete gelmiş kimse de tanımamıştık. Kafkasya’dan gelen halkoyunları ekibinin gösterisine gittiğimizi, gösterinin yapıldığı spor salonunun hıncahınç dolduğunu, hayranlıkla izlediğimizi hatırlıyorum.  

Bir de büyüklerin konuşmalarında, hiçbiri görmemiş olsa da, Kafkasya’nın bereketli topraklarından, doğasının güzelliğinden bahsedilirdi.  

Bütün bunlar bir araya gelince, çocuk zihnimde Kafkasya denince muhteşem kıyafetleriyle dolaşan güzel kızlar ve yakışıklı erkekler ile yemyeşil düzlüklerde, tepelerde koşturan atlılar canlanırdı.  

Sanırım o yıllarda Kafkasya’nın, çocuk-büyük bütün Çerkesler için ulaşılmaz, masalsı, büyülü bir imajı vardı. Yine herkes için bu imajın, görmediğimiz topraklara duyulan özlemin hüzünlü bir yanı da vardı. 

Bizim evimizde ise Kafkasya diğer Çerkes evlerinden daha katmerli hüznü ifade ederdi. Çünkü dedem Türkiye’ye Bolşevik İhtilali’nden sonra gelmişti. Torunları doğmadan vefat etmişti ama onun hikâyeleri anlatılırken, bir süre sonra dönmek üzere ayrıldığı memleketine dönemediğini, orada bıraktığı yakınlarından haber alma çabasını, bir gün döneceğine dair umudunu ölene kadar taşıdığını bilirdik.  

Yıllar boyunca, Kafkasya’dan birinin benzer nedenlerle kaçıp Türkiye’ye geldiğini duyar duymaz, yakınlarından ve memleketinden haber alabilmek için atına atlayıp uzun mesafeler kat ettiği anlatılırdı. Rus ordusunda subay olan kardeşi Muhammedgeri’nin ülkeden çıkıp çıkamadığını ve akıbetini dedem hayatının sonuna kadar öğrenememişti. Bizim için de Muhammedgeri’nin akıbeti hep merak konusu olmuştu.  

Dedem yine bir gün kardeşiyle ilgili bilgisi olduğunu duyduğu kişiyle görüşmek için günlerce yol gider. O kişi, bir Fransız gazetesinde Çarlık ordusuna mensup bir generalin Amerika’ya gitmek için ertesi gün Paris’ten ayrılacağına dair bir haber gördüğünü, haberdeki fotoğrafta generalin yanındaki subayı Muhammedgeri’ye benzettiğini söyler.  

İşte bu nedenle, Muhammedgeri’nin hayatta kaldığını, Amerika’da yaşamına devam ettiğini, bir gün çocuklarına ulaşabileceğimizi hayal ederdim. Öyle ki, oğlu eğitim ataşesi olarak Amerika’ya giden bir yaşlı yakınımız oğlunu ziyaret ettiğinde orada yaşayan Çerkesler arasında Mısost’lardan kimse olup olmadığını soruşturmuş, çok emin olmamakla beraber birilerinin olduğunu duymuş ama ulaşamadan dönmüştü. Yine de Muhammedgeri’nin hayatta kaldığına ve bir aile kurduğuna dair umudumuz yeşermişti.  

Bugün düşünüyorum da, Muhammedgeri’nin bu kadar merak edilip dedemin diğer yakınlarının akıbetinin konuşulmaması veya sorularımızın geçiştirilmesinin nedeni ya haber alma umudunun olmaması ya da kötü haberin önceki yıllardan alınmış olmasıydı sanırım.  

Yıllarca gidiş-geliş yapılamayan Kafkasya’ya, bir yakınımızın Sovyet yıllarının son dönemlerinde yaptığı ziyaret, ailenin akıbetiyle ilgili tahminleri doğrulamıştı maalesef. 

Nalçik’i ziyaret eden aile dostumuz ve beraberindekiler genellikle aralarında devlet görevlilerinin de bulunduğu çeşitli ortamlarda ağırlanmışlar. Bulunduğu her ortamda Türkiye’deki tanıdık ailelerin oradaki mensuplarının olup olmadığını soruyor, dönünce irtibatlandırmak için tanışmak istiyormuş. Tabii sorduğu ailelerden biri de bizimkiymiş. Anlattığına göre, bizim aileyi kime sorsa olumlu-olumsuz bir cevap alamamış, hatta sorusunun geçiştirildiğini sonradan fark etmiş. Bir yemekte yanındaki bir adam kulağına eğilip fısıldayarak “Mısost’ları sorup durma, kimseden cevap alamazsın, onları yok ettiler” demiş. Tahmin edilenin teyidi olan bu cümle elbette babamı, halamı torunlardan daha fazla etkilemiştir.  

Glasnost’tan ve Sovyetler’in yıkılmasından sonra, daha önce konuşulması sakıncalı olan konuları konuşmak ve seyahat etmek kolaylaştı. O yıllarda, çok sayıda Çerkes tanıdığımızın Kafkasya’da atalarının geldiği bölgeleri ziyaret ettiklerine, aynı soyadını taşıyan akrabalarıyla kucaklaştıklarına tanık olduk. Ama bizim aile içinde birkaç kez konuşulsa da gitmeyi düşünmedik.  

Dedemin babaanneme söylediği “Lo’ların kızı, bir gün duvarlar yıkılacak, o zaman ben iki çocuğumu ellerinden tutup memleketime götüreceğim, gelirim dersen seni de başımın üstünde taşırım” cümlesini hatırlarken ve o gidememişken, gitmeye hakkımız olmadığını hissettim. Yüksek sesle dillendirmeseler de, sanırım babam ve halam da benim gibi, duvarların yıkılmak için çok geç kaldığını, artık anlamının olmadığını düşünmüştür.  

Kısaca ben, orada akrabamızın kalmamasına neden olan bildiğim olaylar ve bilmediğim kişilere küskün, dedemi memleketine kavuşturmayan kadere kızgındım. O nedenle damadı Nalçik’e giderken babama birlikte gitmeyi teklif ettiğinde babamın da benim de içimizden gelmemişti. 

Birkaç yıl sonra Nalçik’e görümcelerimle beraber gittim. O günlerdeki ruh halimi bugün çok garip buluyorum ama neredeyse dünyanın herhangi bir yerine turistik bir seyahat yaparmış gibiydim. Mısost’ların yaşadığı bölgeyi kim nereden bilecek diye öylesine sordum. Biliniyormuş, eski adı Mısostey idi, yeni adı Urwan dediler. 

Gelmeden iki gün önce gezi programımız tamamlanmıştı; son iki gün alışveriş yapılacakken alışveriş yerine Urwan’a gidip bakayım dedim. “Seni yalnız bırakmayalım, eşlik edelim” diyen görümcelerime “Siz programı bozmayın, ben arabadan bile inmeden bir tur atar gelirim” dedim. Nalçik’e beraber gittiğimiz Nart Tur’un sahibi Tarık Bey, bana eşlik etmek üzere öğrenimini Türkiye’de yapmış olan Karaçay bir fotoğraf sanatçısı olan Ahmat Baysi’yla tanıştırdı.  

Arabadan inmeden bir tur yapıp dönerim diye düşünüp Ahmat’la sohbet ederek gittiğimiz Mısostey’de ailemin geçmişine mucizevi bir kapı açıldı…  

Dedemin kardeşinden ayrıldığı 1920’den benim Mısostey’i ziyaret ettiğim tarihe kadar tam 95 yıl boyunca merak edilen Muhammedgeri’ye ne oldu sorusunun cevabını öğrenmek ise sadece 5 dakika sürdü… (Devam edecek) 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz