Empati yargısız bir şekilde tanıklık etmek, yargılarınızın farkında olmak ve bu yargılarınızı geçici bir süreliğine arka plana alıp durumu ya da olayları tanıklık ettiğiniz kişinin bakış açısından değerlendirmektir. Bu aynı zamanda kişinin bulunduğu bağlamı, kişilik özelliklerini, mizacını ve öyküsünü göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bazı insanlar empati duymakta daha usta iken diğerleri sıklıkla empati duymak yerine yargılamaya ve tavsiye vermeye eğilimlidirler çünkü karşılaşılan durum ile ilgili empatik duyum göstermeleri beklenen karşılarındaki kişinin bakış açısı yerine kendi bakış açılarını baz alıp bir değerlendirmede bulunurlar. Fakat sıklıkla ihtiyacımız olan, tavsiyelerden çok, doğru bir kavrayışı içeren düşünce ve duygularımıza dair empatik duyumlardır.
Felsefede Epictetus’un öğretisi ‘insanlar şeylerden değil, şeyler ile ilgili düşüncelerinden rahatsız olurlar’ sonraları psikoterapide pek çok psikiyatrik rahatsızlık için etkililiği bilimsel olarak kanıtlanmış bazı yaklaşımların belkemiğini oluşturdu. O halde “olayın ya da karşılaştırdığımız durumun kendisinden çok bu durum ile ilgili düşüncelerimizin duygularımıza neden olduğu” öğretisi tartışmasız iyi bir öğretiydi. Tüm bunlar bir yana, Rogers psikoterapide değişimin anahtarı olarak duygu, düşünce ve davranışlara müdahaleden ziyade doğrudan empatiye vurgu yaptı. Carl Rogers empatiyi; “Yanında bulunma, karşıdaki kişinin özel algısal dünyasına girmek ve orada tam anlamıyla rahat olabilmek demektir ve anbean kişinin içinde akan, değiştiği hissedilen anlamlara; korku, öfke, şefkat, karmaşa ya da yaşadığı duygu her ne ise ona duyarlı olmayı içerir. ‘Yanında bulunma’, geçici olarak başkasının hayatını yaşamak, yargıda bulunmadan, duyarlılıkla bu hayatın içinde gezinmek anlamına gelir” şeklinde tanımladı.
Jacques Lacan’ın tanımladığı obsesif yapıda özne, eksikli olmayı reddeder ve kendisini bir bütün olarak konumlandırır. Bu yapıda öteki ile kesişen bir yapı geliştirmek mümkün olmamıştır. Özne ötekinin varlığını reddederek kendini ve ötekini iki ayrı bütün olarak konumlar. Kesişim mümkün olmadığı için ötekinin varlığı kendisinin yok oluşu anlamına gelir. Bu yapılanmada eksikli olmayı kabul etmek ve yine eksikli olan ötekinden mesajı alabilmek mümkün olmadığı için karşısındakinin bakış açısını anlamak ve empati duyabilmek oldukça zorlayıcıdır. Bir ötekinin duygusunu ve düşünce tarzını nasıl kavradığımızı etkileyen fizyolojik donanımımız, kendi yaşantılarımız, beklentilerimiz, yargılarımız, kâr-zarar tahminimiz gibi birçok faktör de olsa eksiklik ile nasıl ilişkilendiğimiz empati becerimizi de önemli ölçüde etkiler. Klinik alanda ya da günlük yaşantıda ötekinin varlığını tanımak, kesişim alanlarına izin vermek, diğer insanların yaşantılarına ya da bakış açılarına karşı yargısız ya da bunlarla ilgili yargılarımızın farkında olarak empati duymak oldukça elzem. Bu, bir alan içine yerleşmek ve orada yeşermek anlamına gelir. Bu tavır, bir ötekinin hayatta kalmasına, tutunmasına ve kendini gerçekleştirmesine olanak sağlayabilir, kim bilir.