Cennetin bahçesinde

0
694

Antik bahçeler, Kuzey Kafkasya’nın en büyük gizemlerinden biridir. Bir zamanlar Abazalar, Şapsığlar ve diğer Çerkes halklarının yaşadığı geniş bir bölgede yer alan ormanların içindeki kilometrelerce alanda meyve tarlaları bulunur: Elma, armut, ayva, kiraz, erik, ceviz ağaçları… Şaşırtıcı bir ustalıkla aşılanmış olan bu ağaçlar, çok eski dönemlerden kalma olmalarına rağmen hâlâ meyve veriyor.  

  

Kayıp cennet 

Rusya’nın Kafkasya’yı ilhakından sonra, birçok gezgin burada Şapsığlar, Abazalar ve diğer Adige kabileleri tarafından yetiştirilen çok sayıdaki bahçeyi görünce şaşırmıştı.  

Bahçeler bozulmaya başlamıştı, ancak büyüklükleri, doğurganlıkları ve tarım kültürü düzeyleriyle şaşırtmaya devam ediyordu. Moskova Arkeoloji Cemiyeti Başkanı Kontes Praskovya Uvarova, 1886’daki Kafkasya’ya yaptıkları keşif gezisinde acı bir şekilde şunları kaydetmişti: “Birçok alanda, ihmal edilmiş bir sürü meyve ağaçlarıyla Çerkes bahçeleri görüyoruz, şu anda çoraklaşmış.” Bu sadece bireysel meyve dikimleriyle ilgili değil, tüm “meyve imparatorluğu” ile ilgiliydi. Bu arazinin eski sahiplerinin bahçeleri onlarca mil boyunca uzanıyor, tüm ovaları kaplıyor, dağ yamaçlarındaki balta girmemiş ormanların arasında yükseliyordu. 

Akademisyen İvan Vladimiroviç Michurin, “Çerkes bahçeleri, yetiştiricilerini bekliyor” başlıklı dokunaklı bir makale kaydetti. “Eski Çerkes bahçelerinin inanılmaz zenginliğini uzun zamandır biliyordum. Adigey’in yabani meyve çalılıkları ve bitkileri, Kafkasya’daki yetiştiriciler için en değerli kaynak materyallerdir. Ancak burada önemli bir açıklama gerekiyor: Bunlar sadece ‘yabani çalılıklar’ değil, Kuzey Kafkasya’ya dağılmış eski Adige bahçelerinin kalıntılarıdır” diye yazdı. 

Sovyet bitki yetiştiriciliği tekniğinin bir diğer öncüsü, Nikolay Vavilov’un öğretmeni akademisyen Pyotr Jukovsky, uzun yıllarını Şapsığ ve Abazinlerin değerli bahçe mirasını incelemeye adadı. Avrasya’nın ana meyve mahsullerinin atalarının onlar olduğu sonucuna vardı. Örneğin, bir armut ağacının Avrupa’da ortaya çıkışı hakkında Peter Mihayloviç’in yazdığı şey şuydu: “Armudun kültürel biçimlerinin kökeni araştırıldığında, tüm kanıtlar hem yaban hem de kültür armudunun evriminin arenasının Kafkasya olduğunu göstermektedir. Ne eski Yunanistan halklarının doğal armut kaynakları ne de deneyimli nüfusu, Kafkasya’dakilerle kıyaslanamaz… Basklar, aşılamayı Helenlerden önce biliyorlardı ve bunları İberyalılara öğrettiler. Ancak Baskların kökenleri, aşılama uygulanan Kafkasya’ya dayanıyor olabilir. Aşılamanın doğum yeri Kafkasya’dır.  

Jukovsky; elma, ayva, kiraz, ceviz, erik, çakaleriği, kızılcık ve kestane hakkında da benzer sonuçlara vardı… Onun ikna edici argümanlarına göre, Avrupa ve hatta Asya’nın büyük bir bölümünde en yaygın meyve bitkilerinin kökeni Kafkasya’ydı. 

Kafkasya dağlılarının ataları, Helenlere bile bahçe işlerini öğrettilerse, bu bölgelerin yerli nüfusunun 19. yüzyıla kadar yeni meyve yaratma ve iyileştirme yöntemleri konusunda belki de gezegendeki en ileri teknolojiye sahip olmalarına şaşırmamak gerekir. Şapsığlar ve Abazalar, verimli topraklarını yüzyıldan yüzyıla düzenli ve kesintisiz bir şekilde güzel bir bahçeye dönüştürdüler. 

  

Eski bahçelerin sırları 

Eski Adige bahçelerinin bugünkü kalıntıları, bir zamanlar Şapsığlar ve onların akrabalarının yaşadığı yerlerde bulunmaktadır. Eski meyve ağaçları, Adigey’de ve Kuzey Kafkasya’nın diğer yerlerinde çiçek açmaya devam ediyor ve hâlâ olağanüstü verim sağlıyor. Akademisyen Jukovsky, “Karadeniz’in Kafkasya kıyısındaki eski bir Çerkes bahçesinde bulunan ayva çeşidinin 3 kg ağırlığa ulaşan meyveler ürettiğini” yazmıştır. Bu toprakların yerli sakinleri, bu kadar yüksek düzeyde özgün bahçecilik yapmayı nasıl başardı?  

Adigelerin çok-etnikli temsilcileri sadece açık alanlarda ekim yapmadı, yıllar geçtikçe dağ ormanları bile “orman bahçelerine” dönüştü. Örneğin, Şapsığlarda, köyün her sakininin ilkbaharda ormanı ziyaret etmesi ve kendi bahçesinden en az bir dalı yabani bir ağaca aşılamasına dair bir gelenek vardı. Dağlılardan bazıları, çevredeki ormanlarda ardında birkaç yüz kadar meyve ağacı dikti. Devrim öncesi etnoğrafların belirttiği gibi, bazı Adige köylerinde hiç kimse yanlarına bir çeşit filiz almadan ormana gitmeyi düşünmüyordu bile. Kontes Praskovya Uvarova, yerel bahçecilik kültürünün başarıları hakkında hayranlıkla şunları yazmıştı: “Artık çalışamayanlar ya da toplum tarafından verilen görevleri kaldıramayacak durumda olanlar, meyve ağaçlarına belirli sayıda aşılama yapmak zorundaydı. Bu yükümlülüğün izleri şimdi bile, özellikle kayısı ağaçlarında görülebilir.” 

Şapsığları ve Abazaları topraklarına bu uçsuz bucaksız bahçeleri böylesine ısrarla dikmeye iten neydi? Gerçek şu ki, dünyayla ilgili mitolojik tanımlamalarında ağaç önemli bir yer işgal ediyordu. İnsan vücudunun bölümlerinden tüm gezegeni oluşturan elementlere kadar tezahür eden evrenin tüm yapısı, Kafkas mitolojisinde “Hayat Ağacı” ile karakterize edilir. Yerel bayram geleneklerinde, “Hayat Ağacı” için hâlâ ayrı bir kutlama yapılmaktadır. 

Ayrıca bahçe, üç İbrahimi dinin kutsal kitaplarında cenneti sembolize eder, dünyevi ve göksel. Kuran’da şöyle buyrulmuştur: “Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetinde hoş meskenler vaat etmiştir (9:72)”. Yani vatanlarını sayısız bahçelerle süsleyen Şapsığlar, Abazalar ve diğer Adigelerin asırlık bahçelerinde, yitik cennetin yeryüzüne geri dönüşü ile ilgili insanlığın ebedi rüyası ortaya konmuştur. 

Kafkasya’ya yayılmış kutsal bahçeler kültü buradan geliyor. İslam’ın gelişinden önce bile Abazalar, Şapsığlar, Ubıhlar ve Adige grubunun diğer temsilcileri bu korularda kurban kesip dualar ediyordu. Ağaçların altında vaatlerini bozulmaz bir yeminle taahhüt ettiler. Rus birlikleri Kuzey Kafkasya’ya geldiğinde, Adigelerin kutsal bahçelerini ne kadar özverili bir şekilde savunduklarını görünce şaşırdılar. Güç olarak kendilerinden üstün düşmanı gördüklerinde köylerini terk edip dağlara çekilmek zorunda kalmasalardı, bu değerli ormanları asla terk etmezlerdi. Hepsi kanlarının son damlasına kadar karşı koydu, dinin kutsadığı ağaçları düşmanın saygısızlığından korudu. 

  

Kutsal üreticinin mirası 

Kafkas kutsal bahçeleri kültünün derin kökleri vardır. Avrasya mitleri, tarım ve bahçeciliğin atasının belirli bir ilahi uygarlığa ait olduğunu söyler: Uygar insanlığın ilk kralı, gezgin bir kahraman. Çok eski zamanlarda insanlara tohum ekmeyi, üzüm yetiştirmeyi ve yabani ağaçları verimli hale getirmeyi öğreten oydu. Mısırlılar ona Osiris, Yunanlar Dionysos, Romalılar Bacchus adını verdi. Bu ‘bitki tarımının kurucusu’ ile ilgili tüm eski efsanelerde bir şekilde Kuzey Kafkasya’dan bahsedilir. 

Yunan yazarlara göre, Dionysos, Mısır’dan Hindistan’a yapılan bir askeri sefer sırasında, ilk bahçeleri ve üzüm bağlarını diktiği Kafkasya’dan geçerek, yerli dağlılara tarımın sırlarını sunmuştur. En şaşırtıcı şey, Kuzey Kafkasya mitolojisi belleğinde bu ‘kutsal üretici’nin sıkıca muhafaza edilmesidir. Adige kabileler ona Sozereş derdi. Aralık ayının sonunda Çerkesler onun onuruna kutlamalar yapardı. Aynı günlerde antik çağ halklarının da “Dionysos Gizemleri”ni ve Hıristiyanların kutsal ağacın Batı’daki karşılığı olan ladinleri süsleyerek Noel’i kutlamaları ilginçtir. Çerkesler arasında da benzer bir kült vardı ve Hıristiyanlıkla tanışmalarından çok önceydi. 

“Sozereş adı, Kafkas halklarının belleğinde korunmuştur” diyen tarihçi Tatyana Fadeeva şunları anlatıyor: “Çerkeslerin, Osetlerin ve Svanların dağ kabileleri, yerel dinlere ait olmayan bir tanrı olan Sozereş’in bayramını her yıl kutlama geleneğini sürdürdüler. Onun dünyayı dolaşan ve insanlara faydalı sanatlar öğreten bir gezgin kral olduğunu söylediler. Çerkesler, Sozereş’e arkaik bir geleneğe göre saygı duyuyorlardı: Onu bir armut ağacının gövdesi ile sembolize ettiler (muhtemelen “Hayat Ağacı”), bu ağacı süsleyen mumlar yıldızları simgelerdi. Aralık ayı sonunda lambalarla süslenmiş kutsal armut ağacının altında toplanan Çerkesler, etnograf Dubrovin’in gözlemlerine göre şu duayı yapardı: Sozereş, bu yılki hasat için sana teşekkür ediyoruz, gelecek yıllarda da bol hasat bahşetmen için yalvarıyoruz. Ekmeğimizi hırsızlıktan, ambarımızı ateşten koruman için sana yalvarıyoruz Sozereş.” 

Belli ki Şapsığlar ve diğer Çerkes halkları arasında armut ağacı kültü çok eski zamanlardan beri vardı. Ayrıca, Jukovsky’nin iddia ettiği gibi, kültür armudu ilk olarak Kafkasya’da ortaya çıktı, oradan Yunanistan’a ve diğer Akdeniz ülkelerine götürüldü. Öyleyse, Helenlerin Dionysos kültünü Kuzey Kafkasya ile ilişkilendirmeleri ve bu bölgeyi tufan öncesi ‘bahçecilikteki başarılar’ın yeri olarak tanımlamaları şaşırtıcı mıdır? 

Bu arada, üzüm yetiştiriciliği de Çerkes bahçeciliğinin ayrılmaz bir özelliğiydi. Üzüm asmaları bahçelerde yetişir, meyve ağaçlarının gövdesini örer ve olağanüstü randıman verirdi. Adige şarap yapımı geleneği de uzak geçmişe dayanmaktadır. Bildiğiniz gibi, şarabı hoş karşılamayan İslam’ın kabul edilmesi bile bu geleneği yok etmedi. 

Eski günlerde Şapsığlar ve diğer Çerkes kabilelerinin çok özel kutsal ağaçları da vardı. 17. yüzyılda Türk seyyah Evliya Çelebi, 22 savaşçının çevresini ancak kavrayabileceği devasa büyüklükte bir ağaç görmüş. Dallarının altına bin koyundan oluşan bir sürü sığmış. Evliya Çelebi, “Eski bir efsaneye göre bu ağacın filizi Aden Bahçesi’nden alındı ve Allah tarafından İskender-i Zülkarneyn’e (Büyük İskender) sunuldu” diye yazmıştır. 

Çerkes kabilelerinin yaşadıkları yerlerden sürülmesinden sonra, Kafkasya bahçelerinin çiçek açan evreni, terk edilmişliğin üzücü yazgısını yaşadı. Muhteşem Adige bahçecilik kültürü tamamen çöküşün eşiğindeydi. Onun canlanmasına özen göstermek çok-uluslu, gelenekler bakımından zengin Rusya’mızın her vatanseverinin kutsal görevidir. Öyle görünüyor ki, kendimiz için tekrar tekrar keşfetmekten asla bıkmayacağız. (chudesamag-ru) 

* Çevre hukuku uzmanı 

  

Çeviri: Serap Canbek 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz