En çok, kendisinden gezgin olarak bahsedilmesinden mutluluk duyacağını belirtiyor H. Okan İşcan ama çevresinde çok iyi bir dost olmasıyla da biliniyor aslında.
Seyahatlerinde bir taraftan da üretiyor, yaşadıklarını kelimelere döküyor. Kişilere özel ama pek çok kişinin ortak duygularını dile getiren mektuplarıysa çok derinlere dokunuyor. Sadece yazmıyor, çok da okuyor…
Muzip tebessümü, çokyönlülüğü, çektiği güzel fotoğraflar, elinde pşineyle “Hoyra rira hoyra rira”lar…
Bu kez size onu biz anlatalım istedik…
-H. Okan İşcan’ı sınırlı tanıyanlar için biraz kendinden söz eder misin…
-Seyahat etmeyi, yazı yazmayı seven biri olarak tanımlayabilirim kendimi.
1972 Adapazarı doğumluyum, Samsun kütüğüm ama daha çok Niğdeli, Siirtli, Yerköylü hissederim kendimi. Babamın görevi nedeniyle birçok farklı şehirde yaşadığımızdan dolayı kendimi daha çok bu bahsettiğim yerlere ait hissederim…
Annem Abhaz, Maan-pha ve babam Ubıh, C’upe… Tek kelimeyle tarif edilsem “gezgin” denmesi herhalde mutlu eder beni…
-Jineps’te çok uzun zamandır yazıyorsun, her anlamda destek oluyorsun. Yollarınız nasıl kesişti?
-Gazete ile ilk tanışıklığım Çurmıt Sebahattin ile oldu denebilir, “Yazsana” diyordu yıllar önce ama sonradan bir gün Serap Canbek yanıma gelip “Şu yazını yayımlamak istiyorum” diye söyleyince birden kendimi gazetede buldum. Oubykh Mektupları adıyla imzalı birçok kişiye mektup gitti. Zaman zaman Oubykh Nal İzinde diye kitap tanıtımları da yaptığım oldu… En uzun süreli yayın olmasını değerli buluyorum, hâlâ gazete olmasını değerli buluyorum… Dün Guaze, bugün Jineps.
-Olaylara, kişilere ilişkin yazdıkların, özellikle de mektuplarında nasıl bir yol izliyorsun? Gözlem yeteneğinin farkındayız ama ayrıca hafızan mı çok güçlü, notlar mı alıyorsun?
-Açıkçası hiç not almıyorum, duygularımı kâğıda dökmek bana iyi geliyor. Gözlemim yüksek. Ayrıca hafızam kuvvetli ama beni ne etkilediyse onu paylaşıyorum, dolayısıyla not almıyorum fakat zamanı ve yeri gelince düşünceler kâğıda dökülüyor.
-Adrese teslim yazdığın mektuplardan oluşan “Açılırken Tek Kilitli” adlı kitabın kısa zamanda iki baskı yaptı. Oktay Chkouta tarafından Abazacaya çevrildi ve önsözü Gennadi Alamiya tarafından yazıldı. Tüm bu süreçler sana neler hissettirdi?
-“Açılırken Tek Kilitli” eski yazdığım yazılardan 40 tanesini topladığım bir çalışma oldu. Belki pandemi süresince veya eskiden de olan ‘bir kitabım olsun’ düşüncesi filizlendi. Kitabın ilgi görmesi biraz çevremin geniş olması, çok tanıdığım olmasından kaynaklı diye düşünüyorum.
Kitap yayımlandıktan sonra Oktay Ağabey’e “Bir hayalim var” dedim. Daha ben ötesini getirmeden o, “Hayalini gerçekleştirelim” dedi. Neredeyse bir hafta içinde çevirisini yaptı. Ardından “Editörlüğünü birisinin yapması gerekir” diye bahsedince “Siz nasıl uygun görürseniz” dedim. “Ben Gennadi’yi düşünüyorum” dediğinde ise hayal âlemine girdim diye düşündüm. Hem kitabın Abazacaya Oktay Ağabey tarafından çevrilmesi hem de Gennadi Alamiya tarafından önsöz yazılmasının beni ne kadar mutlu ve gururlu hissettirdiğini söylemem gerek.
Son bir gelişme ise Oktay Ağabey’in jest yaparak beni ve birkaç kişiyi Abhaz Yazarlar Birliği üyesi olarak önermesi ve bunun kabul edilmesi ise apayrı bir mutluluk kaynağı.
-Tebrik ederiz. Sırada yeni bir kitap var mı?
-Haddimi aşarak evet diyorum. “İlkinin hatası olmazmış” dediler, sanırım bu sebeple haddimi aşarak yeni bir kitabımın olmasını istiyorum.
-Elbruz adlı yayından söz eder misin? Kuruluş süreci nasıl oldu, neler yayımlandı? Tekrar böyle bir çalışma yapmak gibi bir projen var mı?
-Elbruz, ilk dijital çıkan bir dergi idi, künyesinde “aylık kültür dergisi” yazıyordu, her ay yaklaşık 40 katılımcılı bir dergi çıkarıyorduk.
Erol Yıldır, Ayşe Turkuaw, Betül Kanbolat, Atila Chartoyati, Ufuk Ün gibi birlikte yol aldığımız çekirdek kadro ile 24 sayı, 2 yıllık bir sürede her ay 40 dostumuzun katkıları, emekleri ile bir ilki gerçekleştirdik. Maalesef devamı gelmedi. Umarım bu çalışmaları tekrar okunur hale getirebiliriz.
-Hem işin gereği hem gezme/görme amaçlı sürekli seyahat halindesin. Hatta bu konuda “hasedimizden çatladığımızı” sık sık iletiriz sana.
Tüm bunlara zaman ve koşulları nasıl yaratıyorsun? Bu konuda gezgin adaylarına verebileceğin ipuçları var mı?
-Herkesin kendini tetiklediği, diri tuttuğu şeyleri bilmesi lazım, beni diri tutan şey ise seyahat etmek. Yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, dünyanın ne kadar büyük ve küçük olduğunu görmek, savaşların ne kadar gereksiz olduğunu bir defa daha fark etmek için seyahatlerimi gücüm yettiğince yapmak istiyorum. Ben çok doğru bir örnek olmayabilirim tavsiye vermek için ancak istemek çok önemli. Önceden planlama yapmak da çok önemli; ucuz konaklama yeri, ucuz uçak ve zaman bulunca seyahat kaçınılmaz oluyor benim için.
Diğer taraftan çıkış noktam hep şu oldu: Eyfel’i görmeden Paris’i… Yani seyahatlerde tüm istediklerinizi yapamayabilirsiniz ya da göremeyebilirsiniz. Ne de olsa biz Erhan (Hapae) Ağabey kuşağıyız; Carı.
-Kafkasya’da nerelere gittin? En etkilendiğin yeri ya da anı sorsak…
-Kafkasya’ya ilk 2000 senesinde gittim. Son 10 senedir neredeyse her sene gitmeye çalışıyorum. Adigey, Karaçay-Çerkes, Abhazya, Kabardey-Balkar, Kuzey Osetya şimdiye kadar gördüğüm yerler. Neredeyse her yer beni çok etkiliyor ancak Karaçay-Çerkes’te üç ayak sofra ile duygularını bize aktaran yaşlı bir Abaza kadının sözlerini bitiremeyip ağlaması en çok etkilemiştir, diyebilirim.
-Mektuplarından birinde “İlk gittiğim yere bir daha gitmek hissi, üstelik bunu defalarca yapmak hissinden kaçamıyorum bir türlü…” diyorsun.
Kaç ülkeye gittin? Ve tekrar ziyaret ettiğin yerlerde neler hissediyorsun?
-Şimdiye kadar 8 pasaport eskittim ve 56 ülke gördüm. İlk başlarda değil ama sonradan yapmaya başladım; gittiğim ülkelerin bayraklarını topluyorum. Şunu hissediyorum; belki bir daha o ülkeye ömrüm boyunca gelemeyeceğim fakat oraya tekrar gelebilmek hissi çok önemli…
Son olarak bahsetmek istediğim bir konu daha var, beni çok mutlu eden bir husus…
Bildiğiniz üzere Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun (KAFFED) mentor-menti programı var, bu programda yer alan gençlerimizden Harun Gergin, profesyonel yaşamımın yanı sıra kitap çıkardığım için beni seçtiğini dile getirmiş.
Bunu duyduğum zaman çok etkilendim. Umarım bana yol gösterici olanlar gibi ben de yol gösterebilirim.
-Çok teşekkür ederiz.
Edebiyata yeni bir afacan geldi
Edebiyatın yaramaz çocuk halleri olduğuna öteden beri inanırım. Meraklıdır ve karıştırır, alttakini çekerken üsttekileri devirir.
Afacandır, zira zekâsı parlaktır. Tatlı ve sevimli hâllerine diyelim kaş çattınız, fazla kızamazsınız, iki dakikada sizi tebessüm ettirir; işte edebiyat budur…
Sözün, söylemenin, anlatmanın gücü her zaman bu yaramaz çocuğun zihninde yeni soru işaretlerine, türlü arayışlara dönüşür.
…
İşte böylesi bir edebiyat denemesi kısa süre önce raflarda yerini aldı:
“Açılırken Tek Kilitli”
…
İşcan işi icabı Evliya Çelebi’liğe çıkmış biridir; nazar değmesin ama herkese kısmet olmaz böylesi.
…
Romandan hikâyeye, şiirden düz yazı ve denemeye kadar belki de bütün türlerin bir kokteyli bulunuyor elimizde…
…
Sizin de hayata dair küçücük gibi görünen ve üzerinde durmayı ihmal ettiğiniz nice şeyleri, bir daha durup düşünüp, satır satır ve yavaş bir ritimle tekrar tekrar okuyabileceğiniz yepyeni bir tarz sunan, mektup-öykü ve şiirin bezediği sessiz bir zihin yolculuğu kitabı, tarafımdan tavsiye edilir…
Rahmetli şairimiz Gülten Akın’ın, “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” dizeleri kulaklarımızda çınlıyorsa, işte şimdi İşcan’ın sözcüklerini dinleyerek ince şeylerin peşine düşmek vaktidir.
Serdar Müteferrika Serhatlı
Açık Gazete