Tarih boyunca düşünürler, filozoflar ve son dönemde ruh sağlığı uzmanları mutluluğu farklı şekillerde tanımlamışlardır. Mutluluğu kavramsal olarak yaşamdan tatmin ve keyif alma, olumlu duyguları daha sıklıkla hissetme, yaşamı anlamlı bulma, yaşamaya değer amaçlar ve eylemlere sahip olma şeklinde tanımlayabiliriz. Mutluluk üzerine yapılan araştırmalar mutluluğun neredeyse yarısının genetik faktörler, diğer yarısının da çevresel faktörler, düşüncelerimiz ve eylemlerimizle açıklanabildiğini ortaya koymaktadır.
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren temel gelişimsel gereksinimlerimizin yeterli düzeyde karşılanması, beyin gelişimimizi olumlu şekilde etkiler. Beynimizin biyokimyasal işleyişi mutluluğumuzdan sorumlu olan dopamin, seratonin, oksitosin ve endorfin gibi farklı hormonların salımını sağlarlar. Depresyon gibi yaşamdan yeterince keyif alamama, mutsuzluk ve geleceğe dair umutsuzluk gibi belirtilerin görünür olduğu haller, günümüzde psikoterapide sıklıkla çalışılan durumların başında gelmektedir. Depresif bir tablo ya da kişinin yaşam doyumunun düşük olması genetik ya da biyolojik faktörlerin dışında gereksinimlerimizin zedelenmesi ile oluşan erken dönem uyumsuz şemaların tetikleyici durumlarla ortaya çıkması ile açıklanabilir. Tüm bu biyolojik ve psikolojik etmenlere ek olarak günümüz tüketim söylemi, teknolojik gelişmelerin hızla değişmesi, mutluluk ile ilgili beklentilerimizi, yaşam stilimizi ve sosyal bir varlık olarak ilişkilerimizi etkiler. Tüm bunlar günümüz insanının haz arayışını ve mutsuzluğunu anlamamız için gerekli olan biyo-psiko-sosyal modeli göz önünde bulundurmamızı gerektirir.
Sabit mutluluk noktası ve hedonik adaptasyon
Yukarıda ele aldığımız biyo-psiko-sosyal etmenlerle birlikte hepimizin sahip olduğu sabit bir mutluluk düzeyi vardır. Bu hem psikoterapide hem de psikoloji araştırmalarında kişinin belirli bir skalada kendi mutluluk düzeyini ifade etmesine yani özbildirime dayalıdır. Hedonik adaptasyon, erişkin hayatında kişinin hayatının normal seyrinin dışında gerçekleşen, onu çok mutlu ya da mutsuz eden iyi ve kötü olayların duygusal etkilerinin bir süre sonra nötralize olmasıdır. Adaptasyonumuza hizmet eden bu işleyiş, bizi sabit mutluluk noktasında tutmaya devam eder. Hayalini kurduğunuz bir tatile gitmek, güzel bir araba almak sabit mutluluk noktanızda bir süreliğine artışa neden olsa da mutluluk düzeyiniz bir süre sonra tekrar aynı düzeye inmeye başlayabilir. Benzer şekilde hastalık ya da kayıp gibi zorlayıcı durumlardan sonra da eski sabit mutluluk noktanıza yakın bir yere gelmeniz olasıdır. Sabit mutluluk noktası elbette yalnız bir insanın tatmin edici romantik bir ilişkiye başlaması ya da kişinin yaşam standardını yükseltecek şekilde gelir düzeyinin artması gibi belirli yaşam olaylarıyla artabilmektedir. Bazen de kötü giden bir evlilik, iş hayatı ya da anneliğin ilk dönemlerinde kadınlar için sorumlulukların paylaşılamaması gibi durumlar da sabit mutluluk noktasından bir düşüşe neden olabilir. Dolayısıyla bir yaşantının sabit mutluluk noktasını ne şekilde etkileyeceği kişinin öznelliğine göre değişir. Sabit mutluluk noktasında düşüşe neden olan yaşantılar kişilerin yaşamlarında daha az sıklıkla olumlu duyguları deneyimlemesine neden olur. Bu yaşantılar özellikle yukarıda da bahsettiğimiz gibi erken dönem uyumsuz şemalar ile ilişkiliyse bu düşüş daha kolay olabilmekte, gerekli durumlarda psikoterapi önerilmektedir.
Bağlanma, özerklik, duygu ve gereksinimleri ifade, spontanlık, gerçekçi limitler gibi beş temel gereksinimden bir ya da birkaçının zedelenmesiyle gelişimimizin erken dönemlerinde başlayan, yaşamımız boyunca tekrarlayan, kendilik yıkıcı, duygusal ve bilişsel kalıplardır.