Anavatana dönüş ile ilgili görüş alışverişleri, tartışmalar yıllardır sürüyor, sürmeli de.
Şunu kesin olarak söylemeliyiz ki, aslolan geri dönmek, samimi geri dönüş niyetini ve hedefini canlı tutmak ve beslemek.
Ama…
Varoluş mücadelesini bir bütün olarak görmek de gerek.
Anavatanda olanlar, geri dönenler, geri dönemeyenler, dönmek isteyip şartları uygun olmayanlar ya da dönmek istemeyenler…
Bu mücadelenin öncelikli şartı ise samimiyet ve gönül bağı bana göre!
Kimi burada verir mücadelesini, kimi orada verir. Bazen birlikte verirler.
Ters de düşebilirler zaman zaman.
İyi niyetli hiçbir emek boşa gitmez.
Biz biliyoruz ki geri dönenlerin kahir ekseriyeti yüksek idealler ve fedakârlıklarla attılar bu cesur ve takdire şayan adımı.
Ama bazı istisnalar da muhtelif beklentilerle gittiler ve halkların varlık mücadelesi ile kişisel çıkar yan yana duramadığından aradıklarını bulamadılar.
Gerçekten idealist duygularla dönenler de oldu. Ama yapamadılar. Bunu da anlamak gerek! Kolay değil.
Yine biliyoruz ki diasporada geri dönüşü dillerinden düşürmeyen nicelerinin ayaklarının altına kırmızı halı serilse, iş ciddiye bindiğinde bahaneler üretecekler.
Olağan tüm bunlar.
Sonuç;
Her nerede olursak olalım, hangi dili konuşuyorsak konuşalım, halkımızın büyük varlık mücadelesinde üzerimize düşeni yapabiliriz.
Bilinçli, kimliğine sahip çıkan, güçlü diasporaların varlığının bu mücadeledeki büyük gücünü göz ardı etmemek ve küçümsememek lazım.
Diaspora tüm gücüyle anavatanın yanında olmalı, anavatan da diasporanın yanında durmalı.
Çok sayıda ülkeye dağılmış olmanın günümüz dünyasındaki avantajlarından istifade etmeye çabalamalıyız.
Yeter ki gayretli, özverili ve samimi olalım.
Son söz;
Dönebiliyorsak dönmeliyiz elbette!
Dönmedik-dönemedik diye mücadelemizden vazgeçmemeliyiz.
Döndük diye hizmetimizin sona erdiğini düşünmemeliyiz.
Ve…
“Birbirimize göre eksik ya da fazlalarımız olsa da hiçbirimiz mükemmel Çerkes değiliz” gerçeğini aklımızda tutmalıyız.
Zaman zaman duyduğumuz, kültürümüze nereden ve nasıl tıkıştırıldığını çözemediğim, “Eleğe bütün Çerkesleri doldurdular, elediler. Herkes döküldü, biz kaldık” söyleminin hiçbir geçerliliği bulunmuyor.
Benim anlayışımda “iyilik-haslık”; fayda ve hizmet ile en azından zarar vermemekle ölçülüyor.
***
Sürgün! Halkımızın büyük yarası! Bitmedi, devam etmekte.
Hem vatanından koparılmak anlamında hem de dağıldığımız coğrafyalarda sürgünün en hazini, en umarsızı “Kendinden sürgün edilmek” şekline dönüşerek…
Soykırım! Bitmedi…
Işıltılı kisvelere büründü soykırımcılar; kılıçla, topla, tüfekle değil ama çok daha tesirli silahlarla, yüzümüze gülüp başımızı okşayarak devam etmekteler icraatlarına.
Ötenazi de eklendi bu kıyıma.
Kölelik!
Tarihin 21. yy gözlüğüyle değerlendirilmesi, adlandırma sorunu ve genellemeler nedeniyle her zaman istismara ve yanlış aktarımlara müsait, adeta bize mahsusmuş algısı oluşturulmaya çalışılan bir mesele!
Bitmedi…
Osmanlı’da, kurallara uyulursa köle (çalışan yani) 7 veya 9 sene sonunda dilerse alabilirdi ıtlaknamesini. Bir anlamda iş akdi sona ererdi.
Şimdi sermayenin, egemen bireylerin ve zümrelerin, tüketimin, siyasetin, paranın, makamların, şanın şöhretin, teknolojinin azat olamayan kölelerinden ibaret dünya.
300 yıllık savaşlar da bitmedi. Yabancısı olduğumuz namert cephelerde var gücüyle sürmekte. Bir yandan da şerrin neferleri iç savaşın ateşini yakma gayretinde.
Ve biz haklı olarak mazi için dertlenirken, dertlenmemiz de gerekirken, her gün kendimizden biraz daha sürgün edilişimize, soykırıma, bitmek bilmeyen savaşa, her an biraz daha köleleşmemize, velhasıl elim halimize gözyaşı dökmeyi ve başkaldırmayı ihmal ediyoruz bence…
Oysa, dünya durdukça bitip tükenmeyecek bir cevher var, yamalı ve fersude giysilere hapsettiğimiz ruhumuzun derinliklerinde.
Azat edilmeyi bekliyor.