Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

“10 Dakika” ne kadar sürer?

10 dakika ne kadar sürer? Retorik bir soru gibi görünse de zamanın ölçülebilir olmayan, soyut ve göreceli bir kavram olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz.  

Zamanın ölçülmesi antik uygarlıklar döneminde başlamış olsa da 16. yüzyıla kadar zamansal örgütlenmenin temelini mevsimler, panayırlar, pazarlar ve kilise takvimi oluşturmaktaydı. Endüstri devrimi ve piyasa ekonomisinin ortaya çıkışıyla, zaman da kapitalizmin gelişimine uygun olarak yeniden tanımlanmış ve bireylere yeniden tasarlanmış bu zaman algısı sistemin kendi araçlarıyla dayatılmaya başlamıştır. Mekanik saatin icadı ve bu icadın nüfusun neredeyse tamamına yayılması, günün çalışma zamanına uygun olarak dilimlenmesi, zamanı nicelleştirip toplumsal yaşama tek biçimli bir ölçüt getirmiştir. 

Kapitalizmin örgütlediği tek biçimli, nicelleştirilmiş zaman algısını bir kenara bırakırsak 10 dakika gerçekten ne kadar sürer? Bir düşünün. Belki bu yazıya başlayıp okumayı bitirdiğinizde hayatınızdan 10 dakika geçip gitmiş olacaktır. Bir sigarayı yakan çakmağın ilk aleviyle küllüğe bastırılan izmarit arası 10 dakika tutabilir sözgelimi. Yakın bir markete gidip hızlı bir alışveriş yapmak yine bu zamanı silebilir hayatımızdan. Bir dizinin reklam arası da bu sürenin geçmesine sebep olabilir. Sınırsız örnekler sayabilsek de kapitalizmin 10 dakika algımız üzerindeki tahakkümünü değiştirmek biraz zor olacaktır. 10 dakika “kısa” sayılabilecek bir süredir. Bir arkadaş buluşmasına geciktiğimizde “10 dakikada oradayım” mesajı çekebilir ve kendimizi affettirebiliriz. İşverenden kişisel ihtiyaçlarımız için 10 dakika izin istesek çok göze batmayız.  

Yönetmen Ahmed Imamovic, senaryosunu Srdjan Vuletic’in yazdığı, European Film Awards ve Sarajevo Film Festivali ödüllerini kazanan 2002 yapımı kısa filmi “10 Minuta (10 Dakika)” adlı çalışmasıyla zihnimizde 10 dakikanın kısalığı ve uzunluğu üzerine bir çelişki yaratıyor ve kapitalizmin zihnimizdeki 10 dakika kısalığı tahakkümünü bulandırıyor.  

Film, kurgusal bir başarıyla izleyicisine aynı süre içinde iki farklı uzamdan sesleniyor. 1994 yılının Roma’sından neşeli görüntülerle açılan film, Japon bir turistin 10 dakikada fotoğraf bastırdığı andan paralel bir olay örgüsü düzlemiyle Saraybosna’ya geçiş yapmakta. Yıkıcı savaş şartları altında Bosna’daki insanların yaşamının ‘10 dakikasını’ sinema diliyle işleyen kısa film, Roma’daki bir turistin ailesiyle birlikte çektirdiği gezi fotoğraflarını teslim almasıyla sona ermekte.  

Yönetmen tek açılı basit çekim tekniğiyle eleştirilmiş olsa da bunun tercihen yapıldığını anlamak çok zor değil. Filmin kurgusunda Saraybosna’nın içerisinde bulunduğu olumsuz vaziyetin ve rutin yaşamın ne denli zarar gördüğü, konum olarak Saraybosna’ya yakın Avrupa’nın başka bir başkentiyle kıyaslanarak gerçeklikten tam manasıyla ayrılmadan görsel dünyaya taşınmış. Yönetmen, savaşın travmatik yıkımlarını kurgusal bir oyunla “karşılaştırma” tekniğiyle izleyicisine kısacık bir sürede nakledebilmiş.  

Filmde geçen kişilere yakın bir bakışla bu kişilerin simgesel anlamlarını çözümlemeye çalışacağım: 

Japon turist 

Filmin açılış ve kapanışında karşımıza çıkan Japon turist, Roma seyahatinde çektiği fotoğrafları tab ettirmek isterken bir fotoğrafçı dükkânının önünde gördüğü ilanla dükkâna girer. İşinin 10 dakikada halledilebileceğini öğrenerek sevinçle karışık bir şaşkınlık yaşar. Bu süreyi dükkânın önünde, büyükçe bir sokak saatinin altında içtiği sigarayla geçirir. Bu turisti, filmi izleyen tüm alımlayıcıların kişileştirilmiş hali olarak okuyabiliriz. Kapitalist sistemin içinde eritilmiş, sistemin istediği şekilde yaşamaya çalışan, teknolojinin sağladığı hızın tutkunu olan ve en önemlisi de fotoğraf kadrajını sadece güzelliklere ve kendi ailesine ayıran, bunun dışındaki dünyayla ilgilenmeyen tipik bir modern zaman bireyi. Yeni dünyaları görme ve tanıma derdinde olan; ama her dünyaya da açılamayan turist üzerine olumlu veya olumsuz bir yargıda bulunamamaktayız. Çünkü film boyunca herhangi bir karakter özelliği göstermeyecek ve bir tercihe maruz bırakılmayacaktır. Kendini her şeyin öznesi zanneden ancak filmin temalarını vurgulamak için araçsallaştırılan basit bir nesne konumundadır. Film, bu açıdan da zamanını aşarak, sosyal medya desteğiyle kendini tek ve biricik sayan bugünün insanını çok iyi yansıtmaktadır. Turist, izleyiciyi yansıtsa da filmin sonunda değişime uğramaz; ancak kendini izleyen izleyici, kurgusal düzleme üçüncü göz olarak şahitlik ederken tercihlerini ve bakış açısını sorgulamak zorunda bırakılır. 

  

Fotoğrafçı 

İtalyan fotoğrafçı, çat pat İngilizcesiyle Japon turist ile iletişime geçmeyi ve ürününü pazarlamayı amaçlar. “Al Pacino” gibi popüler kültür öğelerinden yararlanarak turistle ortak bağlamlar yaratmanın ve sempatik görünmenin derdindedir. Turiste sunduğu en büyük fırsat, hizmetinin 10 dakika içinde gerçekleşeceği bilgisidir. Tüm bu unsurları bir arada düşündüğümüzde fotoğrafçıyı kapitalist sistemin kendisi, sistemin öğretici araçlarından biri olarak kabul edebiliriz. Kapitalist sistem içindeki tek amaç ekonomik fayda sağlamaktadır. Bu pragmatist tutumun karşılığında her yol mubahtır. Sistemin içinde sindirmeye çalıştığı bireylere en sempatik ve renkli haliyle görünür. Tek ölçütü zamandır. Hız çağının içinde kendi organize ettiği zaman algısını bireylere de dayatır. Ancak zaman, sistemin öngördüğü gibi işlemez ve algılanmaz. 

Saraybosnalı Memo 

Filmin gerçek öznesi savaş yıllarının çetin şartlarında hayatta kalmaya çalışan Saraybosnalı Memo ve ailesidir. “Sözde özne” diyebileceğimiz Japon turist ve Memo birbirini görmez ve olay örgüleri farklı uzamlarda ilerler. İnsanlığın büyük ayıbı olan “savaş”, aile içi iletişimin her zerresine nüfuz etmiştir.  

Memo, su dağıtımı için meydana giderken kırık dökük şehrin içinde top oynayan Memo’nun sokak arkadaşlarını görürüz. Yönetmen Imamovic, savaşın rutinleştiği ve günlük hayatın bir parçası haline geldiğini bu etkileyici sekansla izleyiciye yansıtır. Siperde bekleyen silahlı iki Boşnak ile Memo’nun diyalogları da etkileyicidir. Ekmeği sigarayla takas eden Memo, savaşın “tüccarlaştırdığı” ve savaş üzerinden ekonomi sağlamaya çalışan savaş tacirlerinin çocuk ruhunu bile ele geçirmiş olduğunu izleyiciye yansır. Su kuyruğundayken patlayan bomba, Memo’nun tüm ailesinin birden yok olmasına yol açacaktır. Hikâyenin zirve noktasındaki kurgusal dönüş ve Japon turistin fotoğraflarını ele alışı Memo’yu kapitalist düzen içinde yok olmuş, bireyin görmeyi unuttuğu veya görmezden geldiği dünya gerçekleri simgesiyle okunmasını gerekli kılar. Memo, hiçbir zaman turistin kadrajına girmeyecek, hayata dair çektiği fotoğraflarında görünmeyecektir. 

Japon turistin büyük sokak saati altındaki tasasız sigara içer görüntüsü, sistemin örgütlediği lineer zaman algısı altında ezilen modern bireyin ta kendisidir. Ancak Memo sayesinde, izleyici 10 dakikanın yeni anlamlarını keşfeder. Film, süregelen hayat akışındaki 10 dakikada hiç akla gelmeyenleri anımsatır. Savaşta yok olan aileleri, göç yollarında bırakılan çocukları, suyu unutmuş insanları… 

Ahmed Imamovic, filmde masum ve sivil çocukların öldürülmesinin nefret duygularını yaymaktan ziyade insanlığın sınırlarını sorgulamakta ve sorgulatmakta, evrensel bir perspektifle olaya bakabilmektedir. 

“Büyük Saat” şiirinde “Şimdi tarihte saat kaç?” diye soran Turgut Uyar’ı anmalı ve öğretilmiş zamanı, unutturulmuş insani duygularımızı hatırlayarak esnetmeliyiz belki de. Çünkü zaman, bize öğretilen mesai düzeninden fazlası. Çünkü zaman, görmediklerimizin ötesi. Çünkü “durursa anlaşılır saatin kaç olduğu”. 

  

Kısa film linki:  

https://www.youtube.com/watch?v=A6t3dB4Ur98 

Hakkı Yüksel
Hakkı Yüksel
1987’de İstanbul’da Eski Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak doğan Hakkı Yüksel, lisans ve yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı. Aynı üniversitenin Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünde öğrenim görmektedir. Çeşitli Balkan derneklerinde ve Balkan kültürünün korunmasına yönelik faaliyet gösteren internet sitelerinde Eski Yugoslavya devletleri başta olmak üzere tüm Balkan coğrafyasının sinema, dil, kültür, müzik, edebiyat ve tiyatrosu hakkında çeşitli araştırmalar yapmış ve çalışmalar yayımlamıştır. Farklı dergilerde kısa öyküler, tiyatro oyunu, film, dizi ve kitap eleştirileri yazmaktadır. 2011’den bu yana Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalışmaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Yeşil sahalardaki Dionysos

Karl Marx’ın “Din toplumların afyonudur” şeklindeki meşhur sözü, zamanla evrilerek futbol için de anılır olmuştur. Futbolun, kapitalist sisteme hizmet eder şekilde endüstrileşerek kirlenmesini bir...

Antigone sendromu

Tarih, tuhaf acımasızlığıyla tekerrür ediyor. 1999 yılının ağustosunda ekonomik krizle cebelleşen Türkiye, yeni bir yüzyıla girerken büyük bir depremle sarsılmıştı. Çeyrek asır sonra, daha...

‘Bu Şarkı Kimin?’

“Bir Yunan, bir Makedon, bir Türk, bir Sırp ve bir Bulgar bir restoranda müzik eşliğinde bir şeyler içip akşam yemeklerini yerler.” Bir fıkranın başlangıcı...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img