Ekoloji hareketinin ‘omerta’sı

0
467

Türkiye’de çevre ve ekoloji hareketinin en temel gündemi ormanları savunmak. Ormanlarımızın yıkımına neden olan en büyük uygulama; orman alanlarının madencilik, turizm, altyapı vb. tesisler için ormancılık dışı amaçlarla kullanımlara tahsis edilmesidir. 2004-2020 arasında 750 bin hektar büyüklüğündeki ormanlık alan, ormancılık dışı kullanım için tahsis edildi. Büyük ormanların parçalanarak küçük alanlara dönüştürülmesi de son 11 yılda yüzde 56 arttı. Ekonomik krizin bir etkisi de ormanların odun için kesilmesi oldu. Sadece son dört yıl içinde (2017-2021) 15.5 milyon m³’ten 27.7 milyon m³’e çıkan endüstriyel odun üretiminde yüzde 78.7’lik bir artış yaşanmıştır. Yani iktidarın tam desteği ile şirketler ormanları yok etmek için hücum halindeler. 

Bunun bir örneği de aylardır Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşanıyor. Tam bir keyfiyet ile aylardır süren ağaç kesimi artık Google Earth’ten bile görülüyor. Şırnak Barosu’nun yaptığı açıklamaya göre bölgedeki ormanlık alanın yüzde 10’u birkaç ayda yok edilmiş durumda. Kesilen ağaçlar TIR’larla başka bölgelere, illere gönderilerek odun olarak satılıyor.  

Bölge Kürt bölgesi olunca ağaçları savunmak bile terör faaliyeti olarak değerlendiriliyor. Kürt illerinde orman yakmanın, ormansızlaştırmanın, baraj yapmanın vb. hepsinin nedeni “güvenlik”! İktidar ve yereldeki temsilcileri valiler “güvenlik” gerekçesi ile konserlerden kadın cinayetlerine karşı eylemlere, halkın yangınları söndürmek için seferber olmasından gençlerin uyuşturucu kullanımına karşı örgütlenmesine kadar her şeyi yasaklayabiliyor. Batı kamuoyu, iktidarın diğer her konudaki açıklamasını şüphe ile karşılarken bu “güvenlik” gerekçesini büyük oranda destekliyor. İktidarın, Kürtleri, onların her türlü talebini “terör” olarak damgalamasının Batı’da büyük oranda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Elbette iktidarın bu başarısında başta CHP olmak üzere ulusalcı hatta kendine sol, sosyalist diyen parti ve kesimlerin de dolaylı desteğinin büyük payı olduğunu söylemek lazım. Çünkü iktidar örneğin ekonomi, laiklik, kadın hakları gibi konularda ne söylerse söylesin inanmayan, şüphe ile yaklaşan, kendini ulusalcı, demokrat, yurtsever, Atatürkçü, solcu, sosyalist, feminist, çevreci, ekolojist vb. olarak adlandıran kesimlerin büyük çoğunluğu Kürt sorununu hâlâ “dış güçler”in bir oyunu, “terör sorunu” olarak görüyor ve iktidarın bu konudaki her türlü açıklamasını derhal kabul ediyor.  

Bu yaklaşım ekolojik yıkım ile ilgili konularda da hemen kendini gösteriyor. Kürt illerindeki madencilik, yol, kalekol inşaatı, odun üretimi vb. nedenlerden dolayı yaşanan ekolojik yıkım karşısında Batı illerinden hep cılız sesler çıkıyor. Bunun bir nedeninin korku iklimi olduğunu görüyoruz elbette. İktidar Batı’daki ekolojik yıkımla ilgili eylemelere belli oranda müsamaha gösterirken mevzu Kürt illerindeki sorunlara dikkat çekmek için yapılacak eylemlere gelince kesinlikle yasak koyuyor, konuyu dile getirenlere karşı da gözaltı ve tutuklama yoluna başvuruyor. Batı’daki muhalif güçlerin Kürt Sorunu ile ilintili her türlü konudan uzak durmasını, sopasını göstererek sağlıyor. Fakat sorun sadece bu değil, olamaz.  

Asıl mesele kuşkusuz en genel olarak AKP karşıtları olarak tanımlanan kitlede olduğu gibi, çevre ve ekoloji hareketinin de ulusalcı, milliyetçi zehirlenmeden kurtulamamasıdır. Savaş, militarizm karşıtlığı ekoloji hareketinin en temel özelliği olmasına rağmen Türkiye’deki ekoloji hareketinde savaş karşıtlığı hep zayıf olmuştur. Bunun temel nedenlerinden biri, hareketin ekolojik yıkıma neden olan konuları baştan beri “siyasetler üstü” bir sorun olarak ele almasıdır. Ekolojik yıkımın siyasetler üstü olduğu savunusu, ekoloji hareketinin en önemli özelliği olarak da savunulmuştur, savunmaya devam edilmektedir. İşin kötüsü “siyasetler üstü” tezini savunanların da kompleksli bir soldan türemesidir. Çevresel sorunların herkesi etkilediği, bundan dolayı da herkesin bir araya gelerek bu sorunların üstesinden geleceğini savunan bu “siyasetler üstü”lük ideolojisi nedeniyle, gerici bir uzlaşmaya dayalı bir çevrecilik hareketi gelişmiştir. Eski devrimci ile MHP ya da Milli Görüşçü birinin, örneğin bir HES projesine karşı aynı platformda bir araya gelmesi, ortak eylem yapması bu açıdan övgüyle bahsedilen bir olay olarak ele alınmıştır. Bununla birlikte bu “ortaklaşma”nın belli konular hakkında sessizlik anlaşması üzerine inşa edildiği gerçeği pas geçilmiştir. Böylece en temel demokratik hak arama hareketinin demokrasi içeriği boşaltılmıştır. Geçmiş dönemin ekoloji hareketinin temel derslerinden biri budur: Kürt sorunu gibi herkesi “bölen”, uzlaşmazlık yaratan konularda demokratik tartışma ortamı yaratamayan hiçbir hareket birleştirici demokratik bir hareket olamaz, olamıyor.  

Ekoloji hareketin -hep söyleyegeldiğim gibi- kapıdaki düşmanı kovmak için can havliyle geliştirdiği bazı edaları ayağına dolanmış durumdadır. Bu edalarından biri de belli konulardaki “omerta”sıdır. Son yıllarda ekoloji hareketinin bu “omerta”sının bozulması için zayıf da olsa değerli adımlar atılmaya başladı. Türkiye’deki yerel çevre platformlarının bir araya gelerek kurduğu ‘Ekoloji Birliği’nin eşsözcülüğü benimsemesi ve eşsözcülerinden birinin Kürt illerinde örgütlü olan ‘Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin üyelerinden seçilmesi bu konudaki olumlu adımlardan biridir. Üç yıl önce kurulan ‘Polen Ekoloji Kolektifi’ ise başından itibaren Kürt illerindeki ekolojik yıkımı, Marksist bir bakış açısıyla, Türk burjuva sınıfının sömürgeciliği olarak değerlendirerek bu konuda ilk kez ulusalcı, milliyetçi yaklaşımlara açıkça cephe aldı. Bir diğer adım ise ‘Kazma Bırak’ kampanyasıdır. Polen Ekoloji Kolektifi’nin çağrısıyla başlayan kampanya, Akdeniz’deki fosil gaz çıkarma rekabetine karşı Türkiyeli, Yunanistanlı ve Kıbrıslı ekoloji örgütlerini, ortak barış ve iklim mücadelesi vermek için bir araya getiren bir girişim oldu. ‘Kazdağları İstanbul Dayanışması’nın sosyal medyasının Kürt illerindeki gelişmelere karşı savaş karşıtı tavrını da belirtmek gerekiyor.  

Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Özgür Kadın Hareketi (TJA), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin çağrısı ve organizasyonu ile gerçekleşen Cudi Yürüyüşü, çevre hareketindeki omertayı bozmak için bir fırsat yarattı. ‘Polen Ekoloji Kolektifi’ ve ‘Yeryüzü Ekoloji Kolektifi’ destek açıklaması yaparak yürüyüşe katıldılar. Birçok yerel çevre örgütü yanında sendika ve meslek örgütlerinin kurduğu ‘İklim Adaleti Koalisyonu’nun Cudi Yürüyüşü’ne çağrı yapması, İstanbul’da yapılan çağrı açıklamasına pankartıyla destek vermesi ve yürüyüşe katılması da çok önemli bir adımdır. Cudi Yürüyüşü’ne ‘EGEÇEP’ ve ‘Muğla Çevre Platformu’ da pankartlarıyla katıldılar. Bunlar belki nicelik açısından sembolik bulunabilir ama bir bilinç düzeyi açısından geliştirilmesi, güçlendirilmesi gereken adımlardır. Çevre ve ekoloji hareketi yıllardır var olan “omerta”yı bozduğu oranda gerçek demokrasi potansiyelini harekete geçirecektir. Ve bunu yapabildiği oranda ekolojik yıkımı durduracak bir güç yaratacaktır. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz