Ridade’den modern dansa uzanan sanat yolculuğu

0
800

 

 

Herhangi bir projede Çerkeslerin emeğinin geçtiğini duymak hoşuma gidiyor. Hele bu kişiler benim gibi eski Ridade dansçısıysa… Canberk Yıldız ile kültürel danslarımızı, modern dansı ve koreografisini hazırladığı, DasDas’ta sergilenen “Dünya Yerinden Oynar” oyununu konuştuk. Şimdiye kadar yaptığım en keyifli söyleşiydi.

 

 

 


-Öncelikle röportajı kabul ettiğiniz için teşekkürler. 

-Ben teşekkür ederim. 

  

-Okurlarımız için bize biraz kendinizi tanıtır mısınız? 

-Ben Canberk Yıldız. 36 yaşındayım. Şapsığım, Luhuş sülalesindenim. Dansa Kafkas danslarıyla, Düzce’de başladım. Tizeğus ekibinde dans ettim. Sonrasında küçük bir Almanya maceram oldu. Dönünce İstanbul’a yerleştim ve Ridade Kafkas Halk Dansları Topluluğu’na katıldım. Oradaki eğitmenim Valeri Tanya’nın birazcık üstüme düşmesiyle birlikte, profesyonel bir dansçı olmak istediğime karar verdim. Liseden sonra 2004 Kasım ayında Hürrem Sultan Dans Topluluğu’na girme hakkını kazandım. 

MSGSÜ Modern Dans Bölümü’nden mezun oldum, Devlet Opera ve Bale-Modern Dans Topluluğu’nun kurucu dansçısıyım. 

 

-Ridade Kafkas Halk Dansları Topluluğu’ndaki deneyiminiz size neler kattı? Bizim danslarımızı sizce diğer dans türlerinden farklı kılan nedir? 

-Bizim danslarımız, ‘daha iyiye nasıl gider, daha iyi nasıl icra ederiz’ mantığıyla ilerlediği için çok çalışma, emek ve fiziksellik gerektiriyor. Çoğunlukla dağlık alanlarda yaşandığı için icraata yönelik, yaşamsal döngünün sert koşullarını gördüğümüz bir dans biçimi. Ritimler de kendi içinde çok farklılaşabiliyor. Örneğin leperuş’un ritmi, aslında şu an çoğu dans biçiminde ve dans yapılış şeklinde, müziğinde yok. 

Bunları öğrenmek, bunlarla beraber devam etmek, ilerleyen senelerde benim, farklı ritimlerle beraber kendi dans biçimimi de modern dansa eklememi sağladı. Kimi zaman sert, kimi zaman da durgun olmaya çalışılan bir dans biçimi bizimki. Bunun özellikle çağdaş dansa çok güzel bir etkisi oluyor. Çağdaş dansta artık dönemsel faktörler gereği, biçimler ortaya çıkmaya başladı. O biçimler de kendi bedenini dansa nasıl adapte ettiğinle alakalı. Bazı teknik kurallar var. O teknik kuralların dışında bir de her bedenin kendine özgü hareket etme biçimi var. Kafkas dansı şu an bana göre, Gorski’deki solo çalışmalarımı, mahallide kendi marifetlerimi sergilediğim bir ortamı alıp, kendi bedenselliğimi bir yerden sonra çağdaş dansa çok rahat ekleyebildiğim bir yöntem. Bir de bazı pasajlar vardır. Modern dansta yer seviyesi, orta seviye ve üst seviye diye biçimler vardır. Bizim danslarımızda da aynı zamanda dönemin getirdiği zorlu koşullarla beraber çıkan halk dansları figürleri de yer, orta ve üst seviyede kendini gösterir. Bu da bir yerden sonra benim algımı, normal halde gördüğümüz çağdaş dansta, balede daha ileri seviyeye taşıdı açıkçası. 

  

-Modern dansı diğer dans türlerine tercih etmenizin belirli bir sebebi var mı? Eğitim alırken örnek aldığınız isimler oldu mu? 

-Modern dans, bir yerden sonra artık halk danslarının etkisini hayatımda daha fazla dönüştürmek istediğim bir dönem oldu. Hürrem Sultan’a 2004’te ilk girdiğimde CD’ler vardı. Nacho Duato’yu seyrediyordum. Netherlands Dance Theatre’ın CD’leri geliyordu, onları seyrediyordum. O dönemlerde, Anadolu Ateşi’yle beraber zaten halk dansları modernleşmeye başlamıştı. Lisede okuduğum dönemlerde en üst seviyedeydi. Türkiye’de profesyonel dans ediliyordu artık. O dönem ağabeylerim de vardı. İlk başta, daha çocukken, Şamil Trapş, Ersin Kutsnia ve Cihat Agrba’yı gördüm. Dans ederek para kazanıyorlardı. Aynı zamanda daha lise 2. sınıftayken, Valeri Tanya’nın da bana, “Sen şu liseyi miseyi bırak oğlum, seni dansçı yapalım” diye bir çıkışı vardı. Tabii ki heyecanlanıyordum böyle şeyleri duyunca. Valeri Tanya benimle hafta içi buluşup bale gösteriyordu.  

Bale bizim danslarımızda da var. Orada eğitimlerin arasında bale de yapıyorlar, biraz daha sert, hızlı ve çok sıkı çalışıyorlar. Ben o çalışma biçimini yavaş yavaş sevmeye başladım ve halk oyunlarıyla beraber, profesyonel olduktan sonra yaptığımız dansların baleyle, modernle birleştiğinde bir farklı biçiminin daha olduğunu izledim ve Türkiye’de bunları öğrenebileceğim hangi okullar var diye baktım. O dönem Mimar Sinan’la Yıldız Teknik Üniversitesi’nin bölümü vardı. Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki şu an kapalı. “Ben gireceğim” dedim. “Ben bırakacağım halk danslarını, okumak istiyorum. Bunu yapmak istiyorum. Bu gördüğüm, izlediğim şeyleri yapmak istiyorum” dedim. Bedenimle beraber anlatmak istediğim çok şey vardı. Beni yavaş yavaş içeride de ön plana çıkarıyordu. Orada birlikte çalıştığım, şimdi aklıma gelmeyen bütün hocalara teşekkür ediyorum. Celal Hoca vardı benimle çok uğraşan, sabahları uyandıran. Antalya’da bir çardağın altında “Bana şunu öğretir misin, bunu öğretir misin” diye merakla sorduğum dönemler oldu. İlerleyip ilerleyip, artık değiştirmek ve dönüştürmek istediğim bir bedenimin olduğuna karar verdim ve ondan sonra Mimar Sinan’a geçmek istedim. 

Eğitim hayatım boyunca örnek aldığım topluluklar oldu. Dünyada birçok topluluk var şu anda çağdaş dans ve modern dans yapan. Ultima Vez gibi, Netherlands Dance Theatre gibi, The Royal Danish Opera House gibi, Gothenburg Opera Dance Company gibi… Pina Bausch gibi, Sasha Waltz gibi birçok koreograf var. Bunlar modern dansçılar, bir de performansçılar var. Meg Stuart gibi, Ann Van den Broeck gibi çok yetenekli ve önemli kişiler var. Türkiye’de, şu anda birlikte çalıştığım Beyhan Murphy gibi, Çıplak Ayaklar Kumpanyası gibi… Bunları hep izleyip bir yerden sonra merakımla beraber daha derinine inip hepsini birleştirdim ama spesifik olarak “şu kişi” diyemem hiçbir zaman. Spesifik olarak bazı büyük biçimleri, toplulukları çok fazla takip ettim. Bir de arada dansçıların nasıl yaşadığına dair, dansçılığın nasıl olduğunu gösteren belgeselleri, Türkiye’de daha yapılmamış ama orada birçok dansçının hayatını irdeleyen, onlara bakıp nasıl yaşadıklarını gösteren belgeselleri izleyip ilerledim. 


 

“Dünya Yerinden Oynar”, özgür ruhlara müzikli bir oyun… 

Herhangi bir yerde, belki uzakta bir ülkede ya da önünden geçtiğiniz bir evde duyabilirsiniz kadınların sesini. Oyunumuz İstanbul’un yalılarından birinde geçer. 

Yedi kadın, özgürlükleri için yan yana dururlar, el ele verirler, hayatları pahasına mücadele ederler ama şarkılarını söylemekten asla vazgeçmezler. 

Şarkıları İstanbul semalarında dolaşırken siz de bu tanıdık melodileri mırıldanacak, onların sözlerine hak vereceksiniz.

 

 


-“Dünya Yerinden Oynar” isimli oyun nasıl bir yolculuktu? Önceki çalışmalarınız nelerdi? 

-Türkiye’de müzikaller dönemi tekrar başladı. İlki, Hisseli Harikalar Kumpanyası’yla beraber biten bir dönemdi. Sonrasında, müzikalin tekrar canlandığı dönemde, sekiz sene önce Sertab Erener’le başladık biz. Ben Beyhan Murphy’nin asistanıyım aynı zamanda, çıkardığımız da bir müzikal hikâyesi. “Alice Müzikali”ni de beraber çıkardık.  

Mert Fırat’la uzun zamandır bir arkadaşlığımız var. “Dünya Yerinden Oynar”ı o yapmaya karar vermiş. Beni de tanıdığı, bildiği için çağırdı. Hikâyeyi dinleyince çok hoşuma gitti. Konuştuktan sonra yapmaya karar verdik. 

Bunların öncesinde yaptığım çok iş var. Şu anda onu spesifik olarak söylemeye çalışırsam, oturup yazmamız gerekir, çoğunu unutuyorum artık. Türkiye’de gelişmiş, yetişmiş modern dansçıların yaptığı şeyler ikiye ayrılıyor; biri modern dans için yaptıkları, biri de para kazanmak için yaptıkları şeyler. İki ayrı uç… Bu iki ayrı ucun içinde para kazanmak için yaptığımız işlerin hepsi, yapmak istediğimiz sanat için ayırdığımız, kazandığımız para ve biz bedenimizi buraya aktarıyoruz bir yerden sonra. 

Hürrem Sultan’la başlayıp, halk oyunları olarak Magic of Ney’e gidip, Anadolu Ateşi’ne gittikten sonra sıkılıp, Mimar Sinan’a girip orada birçok eğitmenle çalıştıktan sonra, üçüncü senemde, bir seçmeyi kazanarak “Güneşli Pazartesi” diye bir oyunda yer aldım. O oyuna başladıktan sonra benim çağdaş dansta öğrendiğim sanatsal biçimler yavaş yavaş çoğaldı. İlk defa iki kişilik çağdaş bir eserle yurtdışında turnelere başladım. O devam etti, MDT başladı. MDT ile Andonis Foniadakis, Ihsan Rustem, Annabelle, yurtdışından getirdiğimiz, benim pratiklerimle onların koreografilerini birleştirdiğim Dong Gyu Kim var. Kendi işlerim var, sololarım var. Arkadaşlarım Bedirhan Dehmen ve Ejder Keskin ile beraber çıkardığım “Biz” diye bir oyun var. Bunlar çoğalıyor da çoğalıyor. Bir de reklam sektöründe yani daha çok seyirciye yönelik yaptığım işler var. Bunlara da seyirci geliyor bu arada. Bu da kendi sanatımızla yarattığımız seyirci. Bir de dış dünyada reklam olarak yaptığımız işler var. Onlar da çok fazla. Güzellik yarışmalarında iki sene üst üste (2013-14) dans ettim. Yasemin Mori’nin, Sertab Erener’in klibinde çalıştım. Olimpiyat açılışlarına, çocukluğumda Altın Kelebek Müzik Ödülleri’ne koreografi yapmışlığım var. Küçük toplantılara da koreografi yapıp dans etmişliğim var. Şimdiyse müzikal, tiyatro, opera koreografilerim var. “Klan” diye bir oyunun koreografisini yaptım. Bunlar sürekli, kendi işimle alakalı diye devam ediyor. 

  

-Hem dans hem de koreografi alanındaki yetkinliklerinizle, bizim kültürümüze ilişkin bir projeniz var mı ya da olacak mı? 

-Bizim kültürümüz aslında bir bireyin kendi dünyasını yaratabileceği biçimi, ortamı çok fazla sağlıyor. Kültürel ortamımız çok gelişkin. Büyük-küçük saygısının arasında, o küçüğün de her zaman kendine özgün, geniş ve rahat alanı var. Bunun, iletişimimi sağladığım insanlarla olan ilişkime, kendi bedenimden çıkanı anlatmama çok faydası oldu. 

Proje bazlı gittiğimizde ise kendi aramızda sürekli konuştuğumuz bir mevzu var, o da şu: Hikâye üstünden mi gitmemiz gerekiyor, yoksa bedensel biçim üstünden mi? Bedensel biçim zaten bizim şu anda var olduğumuz bir şekil. Hikâyelerin dinamiğini nasıl oluşturacağımıza, onu nasıl çağdaş döneme adapte edebileceğimize dair ise zaten sürekli geçişken bir hal devam ediyor. Bununla ilgili olarak, koreografilerden, koreografilerin anlatımındansa bedensel aktarımsal şekli seçiyorum ben. Yani şu anda yaptığım koreografilerin içinde de Kafkas halk danslarının getirdiği bazı öğeler görünebiliyor. Onları, sadece sertliklerini ve hareketlerini daha farklı göstererek yavaş yavaş aktarmaya başladım. Hatta şu anda “Dünya Yerinden Oynar”da bazı hareketlere baktığımızda “Ya, bu Kafkas adımları gibi oldu. Güzel de oldu” diye kendi aramızda konuşuyoruz. 

  

-Dansçılık mı yoksa koreograflık mı daha ağır basıyor? 

-İşte büyük soruuu. Hayatımın sorusu bu. Dans etmek çok önemli. İcracı dansçı dediğimiz bir yapının içerisindeyim ben. İki tip dansçı vardır; bir tanesi verileni yapar, bir tanesi de sözle bir şey söylesen de onu çeşitlendirip sana kendi hayatında geçirdiği deneyimlerle beraber bir şeyler sunar. İşte ben daha çok icracı dansçı olarak çalıştım. Koreografların bana hikâyeler anlatıp, biçimler üstüne konuşup beni sahneye gönderdikleri de çok olmuştur. Hiç çalışmadan hatta…  

Normal gündelik pratiklerimizi yapıyoruz bu arada tabii ki. Her gün ders yapıyorum, bir şeyler yapıyorum. O yüzden bedenim sürekli dans etmeye hazır. 15 gün tatil yapıyoruz. Bunun diğer dönemlerinde sürekli bale, modern teknik, yoga, pilates gibi şeyler… Sürekli bedenimiz hazır. Çocukluğumdan beri sahneye çıktığım için belki, dansçılık hep ağır bastı. Koreografiye geçmeye çalıştıkça, dansçılık yapmış olan tarafım hâlâ “Senin birazcık daha zamanın var” deyip o tarafa doğru itiyor; fakat şu anki halime baktığımda, bedendeki marazlardan ve yaşanan sakatlıklardan dolayı 45’ime kadar icracı dansçı olarak devam edip yavaş yavaş koreografiye doğru geçerim diye düşünüyorum. İkisi de ayrı güzel ama dansçılığı hiçbir şeye değişemem. 

  

-Beş sene sonra kendinizi nerede görmek istiyorsunuz? 

-Bunu hiçbir zaman düşünmedim. Çok fazla plan yapan birisiyim. Beş sene sonrası için on tane planım vardır. Şu anda hayatımda en önemli şey, Türkiye’de çağdaş dansı devamlı ve sürdürülebilir kılabilmek, seyircisinin devamlı çoğalmasını sağlamak… Açıldığımızdan beri kapalı gişe oynuyoruz. Bunun devam etmesi… İlk amacım o. Koreografi yapmak, dans etmek, zaten bununla gelen şeyler.  

Çağdaş dans Türkiye’de çok fazla mezun veriyor. Bundan dolayı da sürekli onlara bir şekilde fon bulmak, onlarla alakalı bir iş yapabilmek, onlarla beraber projeler üretebilmek benim asıl derdim şu an. O yüzden genel bazlı bir planım var. Bireysel olarak da sürekli bir işin içindeyim zaten. Bireysel yapmak istediğim şeyler yavaş yavaş ilerliyor. Eğer biz alanı tutabilirsek, dansı tutabilirsek, dans etme eylemini seyirciyle buluşturup daha da izlenir, daha da görünür kılabilirsek, bir şekilde ulaşmamız gereken çok kişi var diyorum çünkü taksiye bindiğim zaman da, muhabbet ettiğim zaman da, kahve almaya gittiğim zaman da “Hiç izledin mi?” diye oradaki çalışanlara da soruyorum. Onları alıp çekmeye çalışıyorum içeriye. Onları alıp gösteriye sokmaya çalışıyorum. Çağdaş dans, modern dans eseri izlemeyen bir kişi bile kalmasın diye bir heyecanım var. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz