Hafızası silinen kentler

0
908

Düzce’yi yıllar öncesinden hayal edip düşündüğümde, bugünkü Düzce’nin bu hayallerime ne kadar yabancı olduğunu görüyorum. Oysa yıllar önce yaşadığım bu kent bir gerçekti. İlkokulu okuduğum İsmet Paşa okulunun bodrum katındaki karanlık gizemi, okul girişindeki geniş merdivenleri, sütunlu girişin karşısındaki şömineli salonu, üst kat dersliğine çıkan ahşap merdiveni ve hemen altındaki kooperatif dediğimiz, tadına doyamadığımız kaymaklının satıldığı yeri. Okulun arka bahçesinde o dönem Amerikan yardımı olarak Türkiye’ye gönderilen süttozundan süt almak için elimizde bardaklarımızla sıraya girişimizi. Eski hükümet konağı karşısında çok kişinin göremediği ve bugün ne yazık ki hiç bilmediği mermer zincirli kuyu suyundan tas tas su içtiğimi. Ortaokulumun bir dönemini geçirdiğim, daha sonra da kız enstitüsü olarak hizmet veren binayı, bahçesindeki sac barakayı unutmak mümkün mü?  

Kentin anacaddesi üzerindeki Halk Eğitim binası. İkinci katında ortaokul öğrencisi iken açtığım yağlıboya resim sergisi. Ahşap merdivenleri ve cephesi ile mimari dengeyi, güzelliği sunan o güzel binayı. Perşembe günleri 3 film birden gösteren, saat 11.00’de başlayan seansı ile, akşamın alacakaranlığında sinemadan çıkışımızı. Yaz geceleri bahçe sinemasında ahşap, sert sandalyelerde film seyretmemizi. Bugün tamamen yok olan Gençlik Sineması’nı…  

Düzce, 1938

Kentin küçük meydanlarından olan alanda sabahçı kahvesi ve hemen arkasında şehir tuvaleti. Onun önündeki erik ağacı. Meydanın karşısında yer alan Lale Sineması. Ona cephe olan yol üzerindeki sıralı faytonlar. Merkezde dar sokakların arasındaki küçük, sevimli ve insan ölçeğindeki eski dükkânlar. Oradaki Bol Kepçe Lokantası ve onun mercimek çorbası. Yaz mevsiminde üstü asma ve sarmaşıklarla örtülü o güzel sokaklar…  

Hükümet Konağı

Ankara Caddesi üzerinde bugün eski kente ait tek kalan varlık PTT binası. Karşısında Arap Sabahattin’in kırtasiye dükkânı. Az ileride solda Yeşilyurt Oteli ve alt kattaki kahvehanesi. Düzce’nin en büyük sineması olan Bayram Sineması. Üst katı, locaları ve zamanının en görkemli yüksek tavanlı binası…

Düzce şehir parkı. Ortasında o dönemlerin olmazsa olmazı yuvarlak havuzu, girişte Üskübü’den (şimdiki Konuralp) getirilmiş, antik döneme ait iki mermer köşeli sütunu. Gün sonunda maç yaptığımız bugünkü tören alanı. Tam karşısında Tekel binası. O döneme göre oldukça büyük algı yaratan ve ahşap kâgir yapı geleneğini terk ederek yığma sistem ve betonun uygulandığı Cumhuriyet dönemi yapılarından. Caddenin devamında Askerlik Şubesi binası ve alabildiğine geniş Uzun Mustafa Köyü merası. Oradaki at yarışları, gençlerin oyunları, köyün mezarlığı…  

Halkevi, 1958

Hayallerimi biraz daha derinleştirdikçe bugünkü Düzce’den bir o kadar uzaklaşıyorum. Bir kentin hafızası bu kadar mı silinir! Yaşanmışlıklara bu kadar mı yabancı kalınır! Düzce’ye gittiğimde bu yaşanmışlıkları arayıp baktığımda ne yazık ki bir kültürel mirasımızı bile göremiyorum. Geçenlerde PTT binasının saçaklarını, payandalarını, pencere sövelerini izledim. Koskoca kentte tek kalan mimarlık örneği yapı oydu. Şimdilerde Lütfi Şimşek, Nuri Çetin ve duyarlı arkadaşların fotoğraf arşivlerindeki görsellerle avunuyorum.

Bu kentte yaşamış, Düzceli bir mimar olarak da sorguluyorum. Bu kentin bugünlere taşınacak kültürel mirasına, nasıl oldu da bu kadar ilgisiz kaldık? Oysa sivil mimari örnekleri ile dolu mahallelerimiz, kent merkezinde kamu binalarımız vardı. Hiçbir yerel yönetim bu konuda kalıcı bir çalışma yapmadı. Adeta geçmişi, kentin belleğini silerek bugün hiçbir anlam ifade etmeyen yapıları ile kimliksiz bir kent yaratıldı. Oysa kültürel değerleri ile Anadolu’nun birçok bölgesindeki yapıları bünyesinde barındıran; tarihi, mimari değerleri, yaşamı, örf, âdet ve gelenekleri ile tam bir açık müze olan Düzcemizde şimdi çok sıradan bir kent dokusu ile -bu değerlerimizi de yok edecek şekilde- yaşıyoruz.  

Çok değil, 50 yıl öncesinin Düzce’sinden ne kaldı diye sorsam, koskoca bir “hiç” diyebiliyorum. Şimdiki gençlerin hafızasında kalacak neyimiz var? Gelecek kuşaklara aktaracağımız ne kaldı? Eski kartpostallardaki “Yeşil Düzce” imajı nerede? Tüm bunları sorgularken düşünmek de gerekiyor. Neden? Kentlerin hafızalarının silinmesi, gelecek nesillerin kimliksiz kentlerde yaşatılması kimlerin işine gelir? Her şeye rağmen bir yerden başlamak gerekir. Bugün bu mutlaka yapılmalı. Yarın geç olmadan… 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz