Yüardan Hayt

0
255

Bir kez daha söylüyorum: Benim babam çiftçiydi. Yangınlar ve zehirli diller nedeniyle, iki taşınma geçirdiyse de, eksiksiz bir Abaza olarak yaşamını sürdürüyordu. Öküzü, arabası yerindeydi. Vaktinde tarlası ekili, vaktinde odunu taşınmış, vaktinde hasadı yapılı idi. O zamanlar üç baştan fazla hayvan bulunduramaz idiysen de, açık-gizli epey edinmişti. 

Ekmeği-tuzu, ağırlaması yerindeydi. İkinci savaş sürerken, ileri gelenler mezramıza geldiklerinde, yemek için saptıkları, güçlü iki-üç aile arasındaydık. Ama hepsinin ötesinde, anne ve babamız, şimdi altı evladı büyütmekteydi. Babam, çifti-çubuğu, şarkısı-oyunu, biniciliği ve asil duruşunun yanında, geleneksel Abaza hekimliğini de yürütürdü. Annesi, Mayya Gabliyapha’dan edinmişti bilgisini. Mayasıl ilacı, kemik veremi ilacı, kuduz ilacı ve daha neler… İlaçları çıkaracağı otların nerelerde bulunduğunu öğrenmişti; alapan ağacı kabuğunun ayrılacağı bir zaman da yok mu? Hepsini dizili, hazır bulundururdu. “A-ah, kurban” diye avlusuna dalıverenler için her gün hazırdı. İlaçların ötesinde, kırık çıkık ustasıydı. Gece yarısı; “Aa-a Kuampa, canımız eline bakıyor!..’’ diye çıkıp gelenler, alıp götürüyorlardı. 

Yüardan Şahan Cigerda köyünde kalırdı. Geçirdiği bir kaza nedeniyle aksayarak yürürdü. Hayt adında bir oğlu vardı, ama ne oğul… Yerinde duramayan, bir yere sığamayan. Bir gün, her yerin kavrulduğu saatlerde, tepelerinde güneş, avlumuza girdiler baba-oğul. Babam onları avluda görür görmez, Hayt’ın elinin çıkmış olduğunu anlamıştı; bir omzu sarkık duruyordu. Usta çıkıkçı bağırmasına aldırmadan kolunu yoklarken, anneme de sargı hazırlaması için sesleniyordu. Sonra, uzun bir peşkiri Hayt’ın koltukaltından geçirip, iki ucundan bağlayıp, kendi boynundan geçirdi ve yavaş yavaş yukarı çekmeye başladı. Bağırdı Hayt ama onun acısını kim düşünürdü, omzu yukarı çekilirken tak diye yerine oturdu. 

“Aa-a, su, su!” diye inledi Hayt. 

“Su vermeyin!” dedi Kuampa. 

Bir hafta olmak üzereyken, baba-oğul, Şahan ve Hayt, peş peşe tekrar avlumuza girdiler. “İyi günler olsun!” demek yerine “Aa-a, öldür bizi kurban!” dedi baba. Usta, bakıncaya kadar da anlamıştı omzunun tekrar çıktığını. Olan şuydu… Yüardan’ların mezrasında bir delikanlıya gelin getirmişler, düğününü yapıyorlardı. Hayt, bir-iki kadeh içmiş durumdayken, oyun müziğini duyar duymaz masanın üstünden fırladı. Önceden söylediğimiz gibi, çevik biri idi ve çok da iyi oynardı. Bunu gören bir kız da, yerinde duramayıp, yanında uçmaya başladı. Hayt, kolunu unutmuş, ateşleyip oynarken, dökülmüş et suyunda kayıp, yere yapışıyor ve omzunu kaldıramıyor… 

Hayt’ın omzu tekrar yerleştirildi ve eskisinden daha sıkıca bağlanıp, askıya alındı. Şahan, baştan ayağa güzel söz olup, özürler sıralarken avludan çıktılar… Çok geçmemişti, bir gün, biz çapadayken, tarlanın alt yanından bir ses duyuldu “Öldür beni Kuampa, öldür beni!” diye. 

Söylemeye gerek yok, bu, Yüardan Hayt’tan başkası değildi. Babası utanmış, başı eğik, uzaktan takip ediyordu. Peki, şimdi ne olmuştu?.. Hayt, Cırğul ötesinde bir düğün sofrasındayken, akranları araya alıp, bir güzel içirmişler. Gece yarısı geçmiş, ayakları birbirinin hatırını sayarak gelirken, Amçaa’ların alvarını dolanmaya üşenerek, kestirmeden gitmek için, bağlı avlu kapısına tırmanıyor. Ama bir ayağı kapı boşluğuna takılarak, sabaha kadar asılı kalıyor. Oradaki el-ayak çırpınmalarını kaldıracak durumda olmayan omzu, bildiğini yapıyor. 

Şimdi, artık üç olmuştu Hayt’ın omuz çıkığının yerine oturtulup, gönderilmesi. 

Babam, akşam yemeğinden sonra, biz evlatlarını topluca oturtup, dışardan duyulmaz bir sesle şarkı söylerdi. Sevinerek vokal yaparak, eşlik ederdik biz de. Bir akşam, bu şekilde otururken, avlu kapısından duyuldu ses: 

“Aa-a, Kuampa, öldür kurban, öldür!” 

Hepimiz bildik onun Yüardan Hayt olduğunu. Babam kandili alıp çıktı ve onu alıp odaya girdi, omzu yine sarkmıştı… Şimdi babası da yanında değildi. 

“Durumu anlatayım Hayt” diye seslendi babam, “on dokuz, yetmezse yirmi” diye bir kez daha koluna bakarak. “Sol elin, tembel elin, aşağı sarkmaya alıştı. Yerinde tutabilmemiz için bir ay kadar böyle beklemelisin.” 

Bir ay dolmak üzereyken, konuştukları günü geçirmeden, babası ile birlikte geldiler. Babam eklemi yokladı, olabileceği kadar toparlanmıştı. Su ısıtıp, Hayt’ı omzu dahil bastırdılar. Annemin de yardımıyla, eskisi gibi yavaş yavaş değil de, kolu birden omza çektiler. Hayt, dayanamayıp, bayılır gibi olduysa da, her şey birkaç saniye içindeydi. Kol yerine oturmuştu. 

Bir daha kolunu alıp evimize gelmedi Hayt. Bugün de Cigerda Köyü’ndeki evinde yaşıyor. Yüardan Hayt, sarkık omuz… Hayır, hayır, sağlam omuz… 

  

*Abhaz edebiyatçı Platon Bebiya’nın (1935-2021) öyküsü… 

  

Çeviri: Axba Esat Özen 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz